219) ONBİRİNCİ SÖZ – DERS – 2

219) ONBİRİNCİ SÖZ – DERS – 2

ADAD

Hulusi Bey

ONBİRİNCİ SÖZ – DERS – 2

Hulusi Bey: Peki, Esma-i İlahiye.  Buna bir söyle bakalım, hangi isim gösteren bize.

-: Basar.

Hulusi Bey: Basir.

-: Evet

Hulusi Bey: Cenab-ı Hak Basir’dir, görücüdür. Peki, demek ki onun görmediği hiçbir şey yok, görmek için böyle bir vasıtaya da göze de ihtiyacı yok. Görmediği O’nun göremeyeceği saklanılacak bir yer var mı? Yok. Bir adam bir mollayı sıkıştırmış, demiş ki illa bana bir yol göster ben daha artık duramıyorum, günaha gireceğim. Demiş, en iyisi sen Allah’ın görmediği bir yeri git bul, orda ne halt edersen et. Gezmiş, gezmiş, gezmiş dolaşmış. Ah hoca ah, beni iyice terlettin, fakat düşündüm ki nereye gitsem O görüyor. Yine nefsimin isteğini yerine getiremeden geri geldim. Madem bu sıra geldi, yine garip hikâyelerinden bir şey var. Adamın biri yine böyle zahiri bir şey için hocayı yatsı namazından çıkarken yakalıyor. Bir şey söyleyeceğim diyor bir tarafa götürüyor. Diyor ki bana bir muska yaz. Filanın gönlü bana düşsün. Elinde kaması de var. Kaması var, ne yapayım? Karanlıkta bir kâğıdın üzerine çızıktırıyor bir şeyler. Diyor bunu geçe yarısı iyice karanlık gecede mezarlığa götüreceksin. Bir mezara kazıktan dikeceksin. O kolay o. Ama bir şartım var diyor. Erkek tilkiyi aklına getirmeyeceksin. Geceyi de bekliyor iyide karanlık gece. Muskayı alıyor, hoca efendiden aldığı muskayı, doğru mezarlığa. Hepsi iyi ama kazığı hangi mezara çakayım dese erkek tilki aklına gelir. Ah hoca diyor ah. Ben kırk sene düşünseydim erkek tilki aklıma gelmezdi bana bu oyunu ettin. Ya bazen böyle oyunda lazım ha. Böyle nefisperestlere. Yo yo oyunda lazım. Başka türlü kanmaz. Fakat bunu öğrendikten sonra erkek tilkiyi aklına getirme diyemezsin. Artık sende bir plan çiz. Başka bir ad koy. Onu kandıracak bir şey söyle ki elinden kurtulasın, yoksa keskin bıçağı var ha. Yani burada ki ibret alınacak şey nedir? İnsan hava-i nefsine düşkündür. Yani nefsin kötü isteklerine düşkündür, illa yerine getireyim der. Hocası kimdir o insanın? Şeytandır. Şeytandan dersi alır nefsi, onu başlatır oynatmayaaa. Ona, işte hocaların da, mollaların da öyle bir oyun etmeye hakları vardır. Ama erkek tilkiyi söylersen duymuştur onu, erkek tilkiyi daha geçiremez, başka bir şey uydur. Ne uydurursan uydur.  Hacı Ali’de bıyık altından gülüyor. Ne olacak, iş bize kaldıktan sonra biz bazen de böyle hikâye söyleyeceğiz işte.

-: Allah razı olsun efendim. Onda da bir istifade var.

Hulusi Bey: Nefsimiz bizi her zaman aldatıyor. Ben nefsimi tebrie etmemişim, tezkiye etmemişim diyor Üstad. Ama öbür tarafta da

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙ

Kim felah buldu? Nefsini tezkiyeye muvaffak olan. Üstadımız, bu haliyle o zühdü takvasıyla, diyor ki ben nefsimi tezkiye etmemişim, tebrie etmemişim. Biz hangimiz diyelim, hadi bakalım. Sofular bir taneniz el kaldırın bakalım. Ben nefsimi tezkiye ettim, tebrie ettim, terbiye ettim, hadi deyin bakalım bir tane. Bir tane deyinde hemen koşalım şapur şupur elini öpelim. Hadi. El öpülecek el var, nefsini tezkiye etmiş öpülür. O diyor ki ben nefsimi tezkiye etmemişim, terbiye etmemişim. Buyur.

-: Dördüncüsü: Lisan-ı hal ve kalinle Hâlıkının dergâh-ı rububiyetine ubudiyetini ilân etmektir.

(Onbirinci Söz Shf: 127 – 128)

Hulusi Bey: Lisan-ı hal

-: Ve kalinle

Hulusi Bey: Lisan-ı halin senin, mütezellilane onun huzurunda boynun eğip durman o vaziyeti kullara göstermen doğru mudur? Boyun eğmek eğilmek, kime karşı eğildin? Rükûa gitmek, secde ye gitmek kime karşı yapılır? E bir adamdan, bir parçacık günlük yahut bir öğünlük bir şey istiyorsun, açlığını gidermek için. Yoksulluğundan bir maddeyi muvakkaten götürmek için boynun büküyorsun. Kime karşı caizdir?

-: Allaha

Hulusi Bey: Tezellül kime karşı olur, kime karşı boyun eğilir?

-: Allaha karşı.

Hulusi Bey: Öyle birine boyun eğ, öyle birine karşı zillet göster ki, o senin zilletin izzet olsun. Ya. O da ancak o zilleti Allaha karşı göstermek lazım. “İlahi entel aziz ve enez-zelil.” Evet, Veysel Karani Hazretleri sanki bizim için o münacatı yapmış. Bizde kendimiz için aynı şeyi söyleyebiliriz. Aziz olan sensin, biz senin huzurunda da zilletimizi bildiririz. Ahhh. Hadi molla, hadi molla

-:             Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları, resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun iltifatat-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi esma-i İlahiyenin cilvelerinin sana verdikleri letaif-i insaniye murassaatıyla bilerek süslenip o Şahid-i Ezelî’nin nazar-ı şuhud ve işhadına görünmektir.

Hulusi Bey: İyice acıkmışsın,  iyice acıkmışsın eline kara, kuru bir parça ekmek geçti. Ama iyi acıkmışsın ha. Biraz da su geçti. O kara ekmeği, kuru ekmeği suda ıslattın. Gözlerin kararıyordu. O kara kuru ekmek ıslanınca yuttun. Gözün açıldı. Kim … ? O kadar az bir gıda sana nasip eden Cenab-ı Hakka karşı, Ya Rabbi beni, o başka vakit kadrini bilmediğim yumuşak, pişkin ekmeğin yerine bu kere kuru bir ekmeği bana lezzetli bir ekmek gibi yapıp, beni açlığa müptela edip senin dergâh-ı rahmetine ilticaya mecbur ettin. Ha. Öyle ise bana merhamet eden sensin. Ne diyeceksin o zaman? Ya Rahim. Kedinin şeyini biliyorsun, ne diyor kediler? Kedinin tesbihatını okudunuz. Onlar kendine mahsus lisanla hır hırları, mır mırları arasında Ya Rahim, Ya Rahim, Ya Rahim. Dört tane kedisi vardı. Bir tane erkekleri vardı onların. Bu eşkıyadır derdi. Hem her hali numune her hali numune. Şimdi biz, arsız bir kedi olsa, birkaç sefer yastığımızın üzerine gelse şöyle pat diye vururuz. O, böyle yapar burasıyla. Kolunun şurasıyla kediyi böyle o yere sıçrar yine gelir. Ben ben olsam, mutlaka pataklarım. O yok yine böyle eder. Kolunla ha, elini kaldırıp da vurmak yok. Ya elinde değil eğer elimizde çubuk filan olsa çubuktan da vururuz. Bak kâmil insan, onların hareketleri bize numune. Şimdi, su söz Üstadı görmüş gibi size tesir etmeli. Onda ki bu güzel ahlak, hakikaten İslami ahlak. Allah’ın mahlûkuna karşı şefkat gösteriyor. Sonra, zakirdir de. Kimi zikrediyor? Rahim olan Halık’ını zikrediyor. Bizi, bize merhamet ediyor. Açlıktan gözümüzü açtırıyor, suyumuzu yetiştiriyor. Mütenevvi meyvesini, tatlısını, ekşisini her şeyini veriyor. Biz, biz onun zikrine, taatında bulunmazsak bize nasıl insan denilir? Hem de yok biz yalnız insan değiliz, elhamdülillah Hazreti Muhammed’in de ümmetindeniz diyoruz. Ama şahidin? Bir davayı yapmak için şahit isterler. Şahit. Var mı senin sünnete ittibaın? Suyun var. Yemek olarak önüne koydun, kuru ekmek su. O ekmeği yemeğe başlarken bismillah diyeceksin. Kimin adıyla başlıyor? Sana o nimeti ihsan edenin, susuzluğunu gideren, açlığını gideren. Ama kuru ekmek, ama yalnız bir su. Nefes almadan, hava alıp yutmadan yaşanılabilinir mi? Oturuyoruz, konuşuyoruz, yürüyoruz, gülüyoruz, söylüyoruz. Fakat hava almamız var mı? Sen gördün mü nefes darlığını çekenleri? Gördük. Nasıl nefes alıyorlar? O omuzlarııı taaa başının üstünün hizasına kadar yükseliyor. Ondan sonra çöküş. Yani bir nefes alıp vermek, ona yarı ölüm. Sende ıstırabını görüyorsun. Hâlbuki biz, konuşmamız var. Nefes alıp hı hadi konuş bakayım. Ağzını tut konuş. Burnunu tut, nefes almadan yaşa. Kabil mi? Bizi hem konuşturuyor, hem nefes alıp vermemize mani olmuyor. Kolaylıkla alıp veriyoruz. Eee. Evet, o kadar sofuluğa lüzum yok ama fakat her nefeste, birkaç gün evvel okuduğumuz, o hadisin muktezasınca

Ceddidu İmânekum Bi Lâ İlâhe İllâllah”

İmanınızı tecdid edin. Her nefes nefes, her nefes. Evet, dilinle “Lâ İlâhe İllâllah” demeğe her nefes muhtaç olmak var. Ama bunu ifa etmek zordur. Fakat unutmamak mümkündür. Unutmamak mümkündür. Yine onu da söylüyorum. Öyle muhterem bir zatta gördüm, hikâye ediyorum. Ben Eğridir de iken ehl-i tarik bir zatın yanına gelmiş sofi meşreb. O zaman benim yaşımda vardı, Allahualem. Baktım nurani çehreli bir adam. O kadar zikre kendini vermiş ki konuşuyor, kalbinin zikrini biz dışarıdan duyuyoruz. Hala insan, bazı böyle numune insanları gördüğü zaman da bende insanım bu da insan. Hani bizim kalbin faaliyeti? Cenab-ı Hak kalbimizi vermiş niçin? Kendi muhabbetiyle doldurmamız için. Kalbi ne için vermiş? Halıkımız kendi muhabbeti ile onu dolduralım. Nasıl dolar? Bu şey değil ki, lastiği şeyi şişiren nedir o, adı nedir onun?

-: Pompa.

Hulusi Bey: Pompa. Neyse pompala bakam. Pompala bakalım. Fakat bu nasıl pompadır ki, o zikir, o zikirhane evet aldığı şeylen, kuvvetle, muhabbetle daime halıkının muhabbeti o Allah, Allah, Allah Allah dediği böyle etrafındakilere duyuracak şekilde. Fe Ya Subhanallah, Fe Ya Subhanallah. Evet, zikre vermiş. “Söz uzanır ger kalanın der isem” sırası geldiği zaman söylerim yine, devam et. 

-:  Altıncısı: Zevilhayat olanların tezahürat-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları;

Hulusi Bey: Bak, şimdi sen oku geç. Ben de ata binsem sana yetişemem. Motorluya da binsem yine yetişemem. Nasıl yetişirim? Hele bir daha söyle bakayım.

 -: Zevilhayat olanların

Hulusi Bey: Zevilhayat kim? Hayatlılar. Yani ölü iken onu, ona hayat. Hayy ismi. Hayat sıfatı tecelli etmiş, dirilik gösteriyor. Dirilik. Hayat nedir? Hayatın manası?

-: Dirilik.

Hulusi Bey: Dirilik. Hayy isminin tecellisi var. Peki, hayat isminin, Hayy isminin tecellisine mazhar olur. Hayatı bulmuş. Zevilhayat olanların. Evet.

-: Tezahürat-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları;

Hulusi Bey: Tezahürat-ı

-: Hayatiye denilen.

Hulusi Bey: Yani hayatta olduğunu. Bir adamın ölü mü, diri mi olduğunu anlamak mümkün mü? Gittin nefes alıp veriyorsa, nefes alıp veriyorsa. Hatta ölülerin ağzına şey tutarlar. Ayna tutarlar. Bakalım buğu oluyor mu? Yani hakikaten ölmüş müdür? Hayatlı mıdır, yoksa ölmüş müdür, anlamak için. Tezahürat-ı hayatiye var mıdır? Şimdi, bir buğday tanesi toprağın içerisine gömüldü. Diri mi, ölü mü?

-: Diridir.

Hulusi Bey: Ölü, onu oradan diriltiyor. Bir filiz başlıyor. Ufacık yeşil oradan çıkmaya. Hayata kavuşuyorum diyor. Ölü iken, kendi zarif kabuğumun içerisinde medfun iken toprağın içerisine girdim, Cenab-ı Hak hikmetiyle beni orada lisan-ı, nedir bunlar ne lisanı?

-: Lisan-ı isti’dad.

Hulusi Bey: Lisan-ı isti’dadımla yaptığım münacatımı kabul etti, bana hayatı verdi. İşte çıkıyorum. Çıkarıyor beni. Nereye? Hayata çıkarıyor. Evet, isti’dadı nereye kadar götürür onu? Bir buğday habbesinin isti’dadı nereye kadar? Taaa sümbüle hayatını netice verinceye kadar o terakki edecek. Bi tezahürat hayatı. Sen de ben de onun o vaziyetini görüyoruz. Zevil hayat olanları şimdi oku. Zevilhayat olanların

-: Tezahürat-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları;

Hulusi Bey: Şimdi her çıktıkça sanki kendine mahsus şeyle dille diyor ki Hayy, Ya Rabbi, beni toprak içerisinde bazı hem cisim diyor, çürütmedin, böceklere yedirmedin. Tezahürat-ı hayatiye benden görünüyor. Ben ölmedim, diriliyooorum. Evvela incecik bir yeşil, tezahürat-ı hayatı. Peki, her şey, her halinde Cenab-ı Hakkı tesbih ediyor mu? Fe Subhanallah. İşte,

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Evet, bu ayet-i kerimenin dalaletiyle, her şey, her halinde Cenab-ı Hakkı tesbih ediyor. Yani ne demek, tesbih, tesbih. Noksan sıfatlardan tenzih, Kemal sıfatlarıyla muttasıf.  Noksan sıfatlardan tenzih. Münezzehsin, paksın, arınmışsın. Noksan sıfatlardan arınmış. Ali sıfatlarla, kemal sıfatlarıyla muttasıf. Paklanmıştır. Tesbih ediyor. Kendine mahsus lisan ile halıkının tesbihinden gafil değildir. Biz görürken bizde serzakir mevkiindeyiz. Bu mahlûkat ve mevcudatın kendilerine mahsus lisanla halıklarına tahiyyeleri var. Bizde sözle

اَلتَّحِيَّاتُ لِلَّهِ

diyerek, o tahiyyelerin hepsini kendi namımıza sahib-ül hayata takdim ediyoruz. Hayatı verene takdim ediyoruz. Sözde diyorum ha. Yani bunları düşünürsek, bu ders fikirli, mütefekkirlerin dersi olur. O zaman,

تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ

sırrı bizde tezahür eder. Tefekkürle yapılan bir saat ibadet, tefekkürsüz yapılan bir senelik ibadete. Saat dediğin ne kadar? Ben bilmem. Belki saat, bir iki dakikacık yahut birkaç saniyecik olabilir. “Bugün derununda Allah diyen gelsin bu meydana” Ama bi kere de öyle de. Niye demiş o diyen boşuna mı demiş? Bugün derununda diyor. Bir gün geçmiş ee, Allah diyen gelsin bu meydana. Muhterem Allah’tan çok ne dedik? Vallah’ta dedik, Billah’ta dedik amma. O sözü söyle vallah, billah’tan değil. Siz şöyle menfi konuşuyorsunuz diye bir şey hatıra gelirse, belki biz şununla muhterem, mesai kardeşlerimizi hakikate daha düşkün olmalarını. En iyisini, en iyisini yapmak. E, şimdi birisini sorsak, Efendi! Bu işin en iyisi nedir? dese. Eğer o adam bilirse saklarsa vebalde kalmaz mı? …. Mesela, kuyuya düştüm Hacı Efendi, ben biraz çocuğu evlendireceğiz. Biz biraz eşya almak istiyorum hangi tüccara gideyim? Sen akrabanı mı tavsiye edersin, yoksa en doğru, hilesiz bir tüccarı mı tavsiye edersin? Ne dersiniz?

-: En doğru olanını.

Hulusi Bey: İnşâallah öyledir. Öyle olursa, işte en müşteşarun mü’temennun sırrına dâhil olur. İstişare edilen kimdir? Emin kimsedir. Senden geldi, ben bilmiyorum çarşı, pazar bu esnafın en doğrusu kimdir onu da bilemem. Fakat sen bu memleketlisin, bunlar içerisinde en doğru. Aldatmayacak…. …. ona aldanmamaklığım lazım gelen bir tüccarı tavsiye eder misin bilmem? Kimi tavsiye edersin.

-: Hacı Sabri’yi.

Hulusi Bey: Hani,  tabii seni de haşa

-: ……

Hulusi Bey: Hacı Sabri sana bir aferin versin.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 218) ONBİRİNCİ SÖZ – DERS - 1 başlıklı makalemizde ONBİRİNCİ SÖZ hakkında bilgiler verilmektedir.