224) 25. SÖZ/1. ŞU’LE:/3. ŞUA:/2. CİLVE VE 19. MEKTUB/5. NÜKTELİ İŞARET DERS-1

224) 25. SÖZ/1. ŞU’LE:/3. ŞUA:/2. CİLVE VE 19. MEKTUB/5. NÜKTELİ İŞARET DERS-1

ADAD

Hulusi Bey

25. SÖZ/1. ŞU’LE:/3. ŞUA:/2. CİLVE VE 19. MEKTUB/5. NÜKTELİ İŞARET

DERS-1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.  

-:

CANLI MAHLÛK SÜRETİ YAPMANIN HARAM OLDUĞUNA DAİR HADİSLER

Hulusi Bey: Öyle ise buna sinekte dâhildir. Canlı mahlûktur. Peki buyrun.

-:

عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا ، أَنَّ رَسُولَ الله صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ

Hulusi Bey: Nasıl, nasıl

-:  عَنِ ابْنِ عُمَرَ

Hulusi Bey: Harekesiyle okudun da ondan. Doğrudur yani. Biz harekesiz okuyoruz, biz sonunu cezm ediyoruz. عَنِ ابْنِ عُمَرْ  diyoruz.  Evet.

قَالَ: إنَّ الَّذِينَ يَصْنَعُونَ هذِهِ الصُّوَرَ يُعَذَّبُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، يُقَالُ لَهُمْ: أَحْيُوا مَا خَلَقتُمْ

Müttefekun Aleyh

-: Abdullah bin Ömer’den Rivayet olunduğuna göre, Resûl-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bu suretleri yapanlar kıyamet gününde azab olunacaklar, bunlara: Yarattığınız şeylere can veriniz, bakalım diye teklif edileceklerdir.”

Hulusi Bey: Yarattığınız şeyler.

-: Evet.

-: Haşiye: Buna gücü yetmeyeceğinden azabı da uzayacaktır, demektir. Bu gibi yerlerde ebediyyetin tûl-i müddetden kinaye olduğu ma’lumdur.

Hulusi Bey: Orda ebedi geçiyorsa, o uzun bir müddet azab görür. Çünkü başka şey var. Mesela bir adamın ömründe bir kere sadıkane “ La ilahe illallah Muhammedun resulullah” dese, ebedi Cehennemde kalmayacaktır. O da var. Ebedi Cehennemde kalmayacak. Yani ne kadar Cenab-ı Hak takdir buyurmuşsa o kadar bırakır ondan sonra çıkarır. Fakat cehennem dediğimiz şey elimizin sobaya, bir kızgın sobaya değmesi gibi de değil. Ne kadar tahammül ederiz böyle soba iyice kızarmış vaziyette parmağımızı tutabiliriz Hacı Ağa?

-: Hiç

Hulusi Bey: Hiç mi? Ya böyle yanlışlıkla elimiz değerse, birkaç karış yukarı sıçrar mıyız? Ateşten o kadar burada kaçıyoruz. İşimizi gördüğü başka, havamızı ısıttığı o da ayrı. Nimet. Her şeyin bir nimet ciheti var. Ateşin de nimet ciheti var.  Ateş olmasaydı çorbamızı ne ile pişirecektik? O hararet olmasaydı hububat nasıl kemale gelecekti? Meyveler ağaçların dallarında nasıl olgunlaşacaktı? Hararete ihtiyacımız vaaar. Bundan istifade etmek lazım. Bunu da bir nimet bilmek lazım. Peki,

-: Hazret-i Aişe radiyallahu anha şöyle anlatıyor: Bir gün Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir seferden dönüşünde, evin önündeki

Hulusi Bey: Bir tepeden mi?

-: Seferden

Hulusi Bey: Seferden. Bu yine sağırlaşmışım.

-: Dönüşünde, evin önündeki suffeyi resimli bir perde ile örtmüştüm. Resul-i Muhterem bunu görünce benzi attı ve: “Ya Aişe! Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak kimseler, yaratmak hususunda Allah’a benzetmeğe uğraşanlardır. “

Hulusi Bey: Allah’a

-: Benzetmeğe uğraşanlardır. “ buyurdu. Bende bu perdeyi kestim ve ondan bir veya iki yastık yaptım.

Abdullah Bin Abbas radiyallahu anh’den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim: “Suret yapanların yeri Cehennem’dir. Orada, musavvirlerin

Hulusi Bey: Hacı çocuk mektebe gidecek, öğretmeni de ona resim dersi verecek. Adam resmi, hayvan resmi, kuş resmi yaptıracak. Yapamazsa?

-: Sınıfta bırakacak.

Hulusi Bey: Eh, gel bu davayı hallet.

-: Bu davayı efendi, okulu bittikten sonra hal olur.

Hulusi Bey: O zamana kadar ne ederse etsin!

-: “Ez-zarûrât tübîh-ül-mahzûrât

Hulusi Bey: Vay. Mollalık da başka şey canım. Mollalık da bir şey. İlla o okulu bitirecek, okulu!

-: Okulu değil ilkokulu

Hulusi Bey: Yalnız ilkokulda mı? Var nasıl yok. Yok mu sizde resim dersi?

-: Var efendim.

Hulusi Bey: Bak burada molla diyor ki bizde de resim var. Sizde o herifin resmini mi yapıyorsunuz? Ya, bak şeyde imam hatip mektebinde mollalığa güya yetişiyor. Bu zat diyor ki bizde resim var, buna ne diyorsun?  “Ez-zarûrât tübîh-ül-mahzûrât.” Oh oldu! Oldu.

-: Ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki,

Hulusi Bey: Başka bir şey mi söylüyorsun.

-: Hayır.

Hulusi Bey: Ya ne ya?

-: Resimle ilgili bir mesele

Hulusi Bey: Buyur.

-: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi,

(Sözler shf: 410 )

Hulusi Bey: Gel buraya, müşteriler duymaz ha. Gel buyana doğru gel. Hoca efendi sende araya gir. Oraya gir de müşteriler dinlesin ha. Onlar dinleye, bak ekseriyet o tarafta. Hacı Nuri okusun. Efendi Nuri …. selamet.

-: Nedem ki o yazıyı bilmem ki.

-: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder.

Hulusi Bey: Yirmibeşinci Sözde değil mi?

-: Evet efendim

-: Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur’ana muaraza etmek istemiş. Hâlbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir

Hulusi Bey: Ya

-: Ya bir zulmu mütehaccir

Hulusi Bey: zulm-ü. Buyur.,

-: Ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid

Hulusi Bey: veya

-: Bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.

Hulusi Bey: Eyyy!

-: Beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur’an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler.

Hulusi Bey: O ayrı bahis, yeter.

-: Efendim burda “riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.” diyor.

Hulusi Bey: Resmini yapar. Resmini yaptım, şahane bir resim oldu der, riya gösterir. Biri riya peki başka?

-: Hevaya

Hulusi Bey: Heva, …. hevası

-: Hevesi kamçılayıp teşvik eder.

Hulusi Bey: Heva-i nefsin kötü isteğine hizmet eder. Mesela bir hasna-yı müstesna’nın resmini çizer, birazda rötuş yapar. Daha da cazibeli vaziyet verir, alan bakıp imrensin. Nefsin işine, hoşuna giden şeyi yapar. Sonra

 -: Hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hevesi kamçılayıp teşvik eder.

Hulusi Bey: Teşvik eder.

-: Evet.

Hulusi Bey: Ne? Surette yapıyorsun. Bunu da ondan zarurat miktarından fazlasını girmemek lazım. Selamet orda. Zaruret miktarı, ders olarak verildi. Derstir diye yapar ondan sonrasına, yani ondan sonrasına bakmaz. Ta senin dediğin gibi köprüyü geçinceye kadar. Sayın öğretmenim, ondan sonra ben kendi kendime artık hareket etmeye mecburum. Kusura bakma Allah’a ısmarladık.

Hacı Nuri de gözünü açtı ama bir tanesi kapalı yine. Bir tanesi kapalı diyor dur bakalım hele.

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Hâlbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?”

Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Hâlbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?”

             Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın.

(Mektubat shf: 54 )

 Hulusi Bey: Hârikulâde nesi olmalı?

-: Zühd

Hulusi Bey: Hârikulâde

-: Zühd-ü

Hulusi Bey: Ne?

-: Hârikulâde bir zühd-ü kalbi

Hulusi Bey: Zühd-ü kalbisi olmalı. Yani Allahtan başkasına kendisini muhtaç addetmemek.

-:Hâlbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Hâlbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur’ana hizmet etmişler.

  İşte bak! Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhâssa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki, her biri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envâr-ı Kur’aniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.

Eğer denilse: Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr-ı Saadetin başına gelen

Hulusi Bey: Lugatta yok mu, ne diyor?

-:  Kalbi Allah’ın rızasına.

Hulusi Bey: Şurda beraber kullanmış. Hediye mektubunda da Üstad diyor ya. Senin kardeşime irsiyet kalan bir şey vardır. Küçüklüğümden beri kimseye beni muhtaç etmemiştir. O şey değil, şekli bir tezehhüd değil. Evet.

-: Eğer denilse: Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr-ı Saadetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünki onlar, kahra lâyık değil idiler?

             Elcevab: Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidadlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; her biri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de: Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidadları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Her biri, kendi istidadına göre câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemal-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-i imaniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’anın muhafazasına çalıştı ve hâkeza. Her bir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyette hummalı bir surette sa’yettiler.

Hulusi Bey: Mesela, Kur’anı kim cem etti?

-: Hazret-i Osman.

Hulusi Bey: Evet. Hazret-i Osman ama Hazreti Ebubekir zamanında bir nüsha toplattırıldı. Çünkü muharebelerde sahabe-i kiramın hafızları şehit oldular. Bu vaziyet bir tehlikeyi gösterdi. Bir kitap lazım. Onun için o zaman da matbaa filan öyle bir şey yok. Elce yazmak. Onun için toplattılar. Hazret-i Ebubekir birtek nüsha yaptı, Hazret-i Osman teksir etti onu. Çok Kur’anlar yazıldı. Hatta bidayette harekesiz yazıldı. Ta şeye kadar. Haccac’ın zamanına kadar. Haccac-ı zalım, Haccac-ı zalım Kur’anı harekeletti. Siz nasıl biliyorsunuz? Var mı kitaplarınızda bu hususta?

-: Tefsir dersi görüyoruz.

Hulusi Bey: Nasıl?

-: Tefsir dersimizde.

Hulusi Bey: Var mı? Haccac bahsi var mı? Lügatte Haccac’dan bahs ediyor mu?

-: Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktarına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i bid’a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 223) ONYEDİNCİ SÖZ/SİYAH DUTUN BİR MEYVESİ VE ONBİRİNCİ MEKTUB/ÜÇÜNCÜ MES'ELESİ VE ONİKİNCİ, ONÜÇÜNCÜ MEKTUBLAR DERS-4 başlıklı makalemizde Onikinci mektup ve onücüncü mektub hakkında bilgiler verilmektedir.