233) OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ)  DERS – 3

233) OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ) DERS – 3

ADAD

Hulusi Bey

OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ)

DERS – 3

Hulusi Bey: Şimdi ayineyi nereye tutsan onun karşısına gelen içinde görünür. Şimdi biz Cenab-ı Hakka nasıl ayine oluyoruz. Ne dedi? Esma-i İlahiye, ne diyor.

-: “İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki: Cenab-ı Hak bütün esmasını, insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.”

Hulusi Bey: Evet.

 -: İnsan, üç cihetle esma-i İlahiye ye bir ayinedir.

Hulusi Bey: Haa, üç cihetle. Üç cihetle esma-i İlahiye ye ayineymişiz. Yani bizim üzerimizde üç cihetle esma-i İlahiye görünüyor. Oku bakalım.

-:         Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, za’f u acziyle, fakr u hacatıyla, naks u kusuruyla, bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor.  

(Sözler Shf: 686 )

Hulusi Bey: Şimdi insanda zaaf var. Zaaf, zaifliği var, yani aczi de var. Kendisine lazım olacak şeyleri, kendisini muhafaza edecek şeyleri tedarikte, korunma tedbirinde, beslenme hususunda, muhafaza hususunda, emniyet hususunda aczi var. Zaafı var, aczi var. Zaafı ile Cenab-ı Hakkın kuvvetine dayanıyor. Aczi ile Cenab-ı Hakkın kudretine dayanıyor. Onun zaifliğidir ki onda kudret-i İlahiye görünür, kuvvet-i İlahiye görünür. Onun aczidir ki; onun aczini o kudret, kudrete bağlanmak suretiyle aczini gideriyor, aczine yardım ediyor. Şimdi insan zaafını, aczini Allah’ına karşı bilse; onda Kadir ismi, Kadir ismi ne yapar? Tecelli eder. İşte o sözün manası da budur. Ben zaifim amma Rabbim kavîdir. Ben acizim amma, Rabbim Kadir’dir diyor. Biliyor ki bu isimlerin ayinesidir. İşte kendisi size başında söyledi. Nasıl karanlığın çokluğu nispetinde ziyanın kıymeti anlaşılır. Ne kadar doğruyu söylersek, hakkımızdaki kuvvet-i ilahiye … peki dedi sen söyle. Söyleyeyim; şimdi yavruların zaif hali meydanda mı, insan yavrusu olsun, insan yavrusu olsun? Onların zaafına Cenab-ı Hak kuvveti ile müdahale etmiş, onların zaifliği ile kazanamayacakları kuvveti kendi kuvvetiyle temin edip onları başkalarına minnettar etmiyor. İnsandaki aczi bir ayine yapmış. İnsan aczini anladı mı, bir Kadir-i zül Celale istinad ediyor.  Kadir-i zül Celal de kudreti ile onu himaye eder. Ayine deyince, nisbeten bizim aklımıza öyle geliyor; endam ayinesi, karşısında durayım elbisemi prova ettireyim. Bu değil canım, bu değil. Biz ayine oluyoruz. Demek ki bizim zaif halimiz, mecburuz, bir ismi Kadir olan zata bağlı olmaya. Biz aczimizle mecburuz, muhtacız. Evet, bir Kadir’e bağlanmaya, O’ndan istimdat etmeye. Sonra zaif, zaaf, acz, fakr

-: Fakr

Hulusi Bey: Fakr, Fakr kusur ha fakr, ihtiyaç, naks, noksanlık. İşte ihtiyacını temin edecek Cenab-ı Hak. Kulunun o ihtiyacının çokluğuna karşı Samediyyetiyle cevap veriyor. Bütün muhtaç olduğun şeyleri ben hazinemde ihzar etmişim kimseye minnet etme. Daha, fakırdan sonra naksı diyor. Ha noksanımızı görüp o zamanda yani nefsimizde kusur görüp O’nun merhametine sığınmaya. Nasıl ki bir çocuk daha o kadar şey değil, küçücük bir haylazlık eder. Annesi de ona şöyle parmağıyla hııı böyle yaptı mı, o zaman tatlı tokadından korkar uzağa gidecekken koşar gelir annesinin kucağına atılır. Biz noksanımızdan dolayı kime gideceğiz be birader? Kim bizi affedecekse ona gideriz. Mademki bizden noksan zuhur ediyor, kusur çıkıyor. Kusurumuzu kim affedebilirse, onunla münasebetimizi yapalım. O’na diyelim “Ya Rabbi kusur ettik, bizi affeyleöyle içimizden haa. “Yapmayacaktık, yapmamalıydık amma ne yapalım noksan oldu işte. Başka yere gidemeyiz. Çünkü Erhamurrahimin sensin. Madem sen varsın, elbette affı seversin, bizi de affedersin inşâallah” diyeceğiz. Evet

-: Ve hâkeza pek çok evsaf-ı İlahiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz za’fında, hadsiz a’dasına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vâcib-ül Vücud’a bakar.

Hulusi Bey: Yaaa! Demek ki insan, nefsinde zaafı, aczi, fakrı, noksanı gördükçe, görmesi nispetinde diyecekler bu işten yani şu zaaftan, bu acizden, efendim bu fakrden, bu noksandan kurtarmanın çaresi nedir? Kime müracaat edeyim? Muhakkak diyecekler ki; Allah’a dön Allah’a.   Allah’a dön Allah’a. Yaaa!

لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ٭ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ

Genç ezber: Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhâssa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun!

…………………………………………………..

(Şualar Shf: 497 )

İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

(Tarihçe-i Hayat Shf: 80 )

“İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mi’rac ettim, Bizler yoktuk sen var ettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla kalbimizi bikarar ettin. İnayetine sığındım, kapına geldim, lütfüne sığındım, hidayetine geldim. Şaşırtma bizi, doğruyu söylet, neş’eni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söylemem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini kainata sevdirdin: Sevdin de hıl’at-i risaleti geydirdin: Makam-ı İbrahimden makam-ı Mahmuda erdirdin. Server-i asfiya kıldın. Hatem-i Enbiya kıldın. Muhammed Mustafa kıldın. Salat-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun Al ü Eshabuna Ya Rab!”

Hulusi Bey: Amin.

-: Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hacatı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdad aramağa mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır, dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in bârigâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.

Hulusi Bey: İnzar’ın manası neydi?

-: İyiyi kötüden

Hulusi Bey: Yani, iyiyi kötüden tefrik eden bilhassa. Bir his, iyiyi kötüden tefrik eden, İyiye kıymet veren, kötüyü beğenmeyen bir insan, işte o insan.  Fıtratı bozulmayan, yaratılışını kötüye kullanmayan, kendisinde bunu hisseden. Mesela misal olarak. Ayyaş bir adam ayıldığı zaman yaptığı marifetlerini kendisine söylediğin, söylediklerinde diyecekler, diyecek yani insanlığı büsbütün ölmemişse, kalbi büsbütün sönmemişse diyecek Allah kurtarsın bu halden. Bu rezalet, fakat müptela olmuşum. Aynen bunu ben çoklarından duymuşum ha. Hayatta o halinden memnun değil. Çünkü insanlığı büsbütün gitmemiş fakat müptela olmuş. Kötü arkadaştan ikindiden sonra oldu mu daha vakit daha kerahat vakti. Sanki kerahat vakti, .. Herkese de kerahat vakti var. Mesela ikindi namazının o zamanda kılınması mekruhtur. Fakat bunların kerahat vakti dediği yani suç işlemeye, günah işlemeye zaman o zamanmış. Fe Ya Subhanallah. Hem diri, hem şekva eder, hem Allah kurtarsın der, hem de o vakit geldiği zamanda … Öldü, öldüğü de şöyle, gazetede okudum benim tabur kumandanım vardı. Yani ben daha bölük kumandanıyken o tabur kumandanıydı. Eski bir zat, fakat alkolik. Daha kendisini idare edecek vaziyette yok, bir taburun idaresinden …

-: İkinci Vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen nümuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’,

Hulusi Bey: Sem’ yani işitme. Evet.

-: Mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyat ile kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder. Onları anlar, bildirir.

Hulusi Bey: Biz bunların hepsinin üzerinde duramayız da, mesela iki şeyden. Ayineye bir misal getirelim. Mesela Cenab-ı Hakkın görmesi var mı? Var. İnsana nispetle; Cenab-ı Hakkın görmesi var, fakat O’nun görmesine hiçbir mani yoktur. İnsan yalnız gözünün önündeki ve o istikamette, döndüğü taraftaki şeyleri görür. Saklıları göremez. Bizim göz ile görmemiz var, Cenab-ı Hakkın göze ihtiyacı yok. Görmediği hiçbir şey yok. Bizim önümüzde bir hail olsa önümüzdeki bina arkadaki olan şeyi bize göstermez. Değil bina bir perde çekilse perdenin arkasında ne var ne yok göremeyiz. Cenab-ı Hakkın mülkünde arştan ferşe kadar hiçbir yer tasavvur edilemez ki, O’nun görmesine mani teşkil etsin, nerde olursa olsun onu görür. Zatın biri, fasık kul’muş, yani günahkâr. Buna her zaman bir zat nasihat eder, yapma, etme öyle, çok öyle ricada bulunur. Nihayet bakar ki, bu zatın şeysi yok. Demiş ki, bari sen anlaşıldı. Bu kötü fiillerden vazgeçmeyeceksin öyle ise Allah’ın görmediği, Allah’ın mülkünün dışarısına çık orada ne yaparsan yap.  Bidayette sevinmiş demiş ki eh barıştık bana müsaade ediyor demektir, bir tenha yer bulurum. Öyle bir yerden bağlamış ki mübarek zat. Nereye gidiyorsa orası Allah’ın mülkü? Nereye gideyim? Yani şu günah olan fiili işlemek o elinden gelmiyor. Onu durdurmak imkânı yok göremiyor kendinde. Fakat arıyor ki onun görmeyeceği bir yeri bulamıyor, nereye gitse onun mülkü. Hiç kimse görmüyor, insanlar görmüyor amma, Allah görüyor. Tümü mülkü. Mülkünün içerisinde nerede olursam olayım, hayır ve şerden ne işlersem işliyeyim Cenab-ı Hak bunu hem bilir, hem görür. O adamın yalvara, yakara onu kötülükten men edemediği şeyi bari git Allah’ın görmediği yerde yap, Allah’ın bilmediği bir yerde yap demesiyle onun uyanmasına vesile olur. Bir arkadaşım vardı; Hekimhan askerlik şube reisi yarbay. Bu yanıma gelir, mektep arkadaşım, o sivil hayata atılmış malum. Orayı gördüğü zaman da bunu mecbur ediyorum ama abdest alıp namaz kılıyor. Şube binasında bir odayı mescit haline getirmişiz. Nihayet uzatmayalım. Biz oradan ayrıldık, İstanbul’a gittik, alay kumandanı olmuşum o vaziyette bir gün bir … bir mektup. Vazifesi icabı tekrar Hekimhan’a gitmiş. Gitmiş ki, şubenin şekli dönmüş. Şubede beş vakitte o zaman yasaktı. Yani Tanrı uludur devrinde. Biz yine orda elhamdülillah Allah u Ekber’le ezan okutuyorduk.  Er damına çıkıyor ezan okuyor. Neyse, gelmiş bakmış bir şube reisi gelmiş ikindi oldumu, demin bahsettiğim gibi çilingir sofrasını hazırlıyor. Neyse, o er bizim muamele memuru onun hizmetkârı olmuş. Benden beraber namaz kılan muamele memuru bu kere onun kadehini, mezesini hazırlıyor. Şimdi artık ibret alınacak nokta o arkadaşın bana yazısı; Diyor ki; Mevlana, tabir de bu; Mevlana, senin bana zorla yaptırmak istediğin şeyi, bunların bu kepazeliğini gördükten sonra, ben tamamıyla senin yoluna döndüm. Bundan sonra bana yazacağın mektuplarda hep o şeyden iman ve İslam hakikatlerinden bahset.  Cevap verdim. Dedim ki; benim okul arkadaşım, rüştiyey-i askeriyede beraber okumuşuz. Dedim ki; Bana şeyin, yani o memleketin tapusunu gönderseydin beni bu kadar memnun etmezdin. Evet, bazı böyle kıyaslarda oluyor. İnsan …., büyüklerin sözüdür. Ahlakı kimden öğrendin? Ahlaksızdan. Nasıl ahlaksızdan da ahlak öğrenilir mi? Onun yaptığını yapmamaktır. Konuş! Evet.

-: …

Hulusi Bey: Bitti yeter artık akşam dersi. Tamam kapat. Hadi herkes evine. Bi karar ver ya.

-: Yukardakiler evlerine gidebilirler.

Hulusi Bey: Tamam mı? Paydos, Usta paydos. Dur onun da hikayesini söyleyeyim. Evvelden de söylemişim amma neyse zararı yok tekrar olsun. Bir gün şeye gitmiştik, Kövenge. Biliyorsunuz Köveng’i, Köveng’e gittik. Dediler burada bir adam can çekiştiriyor. Gittik gittik baktık ki, can verecek ama hezeyan halinde. Meğer o ustalık yaparmış, yani bina yaparmış. Ver anaç ver kuzu ver çamur.  Ver anaç ver kuzu ver çamur.  Hepi şeysi bu yani. İri kerpiç ver, ufak kerpiç ver, çamur ver. O halde, ölüm halinde onu mütemadiyen söylüyor, tevhid yerine onu söylüyor. Etrafından ne kadar La İlahe İllallah. La İlahe İllallah demişlerse hiç aldırış. Bir tanesi geldi, amele kılıklı bir adam. Dedi ki; İster misiniz ben bunu bu halden kurtarayım? Ulan gidiyor işte. Bir marifetin varsa göster. Geldi, dizini koydu dizine kulağına doğru, Ustaaa paydooos. Döndü

اَشْهَدُ اَنْ  لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

Söyle, sen Hıdır’mıydın neydin, nerden geldin sen. Allah rahmet etsin Fethi Bey anlattı. Atik’ i biliyor musun, Atik’in babası. Rahminin, Atik’in babaları. Ben bu adam bizim ustamızdı. Onun âdeti duvarın üstüne çıkar. Boyna kumandası budur. Ver anaç, ver kuzu, ver çamur. Tam paydos zamanı geldiği zaman amelenin birisi usta paydos dediği vakit o duvarın üstünde kelime-i şahadet getir. Bizde paydos ederiz.

Sidre’ye gitti ve götürdü heman

 

Gördü gök ehli ibâdette kamu,

Her biri bir türlü tâatte kamu.

 

Kimi tehlil ü kimi temcid okur,

Kimi tesbih kimi tahmid okur.

 

Kimi kıyâmda kimi kılmış rüku’,

Kimi Hakka secde kılmış bâhuşû.

 

Valehü hayran´ü mest kalmış durur,

Hakkı ehli cümle karşı durdular

Mustafâ’ya (a.s.m.) izzet ikrâm kıldılar.

 

Merhaba yâ Muhammed dediler,

Ey şefâat kânı Ahmed dediler.

 

Her biri kutluladı mi’râcını,

Dediler giydin sa’âdet tâcını.

 

Yürü kim meydan senindir bu gece,

Sohbet-ı Sultân senindir bu gece.

 

Ermedi evvel gelen bu devlete,

Kimse lâyık olmadı bu rif’ate.

Lillahil fatiha.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 230) ONDOKUZUNCU MEKTUB/ONBEŞİNCİ İŞARET:/ÜÇÜNCÜ ŞUBE DERS - 2 başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.