40) MARİFET, MUHABBETULLAH VE LEZZET-İ RUHANİYENİN TARİFİ, SIFAT-I ZATİYE VE SIFAT-I SUBUTİYENİN İZAHLARI

40) MARİFET, MUHABBETULLAH VE LEZZET-İ RUHANİYENİN TARİFİ, SIFAT-I ZATİYE VE SIFAT-I SUBUTİYENİN İZAHLARI

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Birinci sual: Marifetullah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniyenin tarifi?

El Cevap: Evvela, lügatten marifetullah ile münasebetli (Arif, Arif-i Billah, İrfan, Marifet ve Marifetullahın) manalarını anlamak lazımdır.

Sâniyen: Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde Sure-i Zariat’ın 56. ayetinde اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭

وَمَاخَلَقْتُالْجِنَّوَاْلاِنْسَاِلاَّلِيَعْبُدُونِ ٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭  “Ben cinn ve insi halk ettim ki, ancak bana ibadet edip beni bileler ve Halıkiyetim ve Vahdaniyetim onlarla malum ola.” buyuruluyor. Bazı zevat لِيَعْبُدُونِ için لِيَعْرِفُونى۪ manası veriyorlar. Öyle ise Marifetullah, Muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye sualinin cevabı bu âyet-i kerimenin tefsirindedir diyebiliriz.

Sâlisen: “Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı Billahdır.” Cümlesi yukarıdaki âyetin delaletiyle cinn ve insin yaratılmasındaki gaye ve neticenin iman-ı Billah, yani; kulların Ma’budlarını Hâlıkıyyet ve Vahdaniyet sıfatlarıyla bildiklerine delalet eden Ma’budlarına ibadet etmeleridir. Bu iman taklit derecesindedir, yakîne ermemiştir.

Râbian: “İnsaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı iman-i Billah içindeki marifetullahdır.” Öyle ise marifetullah, Allaha imanın içinde olduğuna göre bunu nasıl arayalım ve neresinde bulalım? suali hatıra geliyor.

Bu suale cevab: Allahın zatını, Vücud, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Muhalefetün lilhavadis, Kıyam binefsihi sıfatları ile biliriz.

  1. Vücud: Allah vardır. Varlığı yarattığı şeylerin varlığına benzemez.
  2. Kıdem: Allahın varlığının evveli yoktur.
  3. Beka: Allahın varlığının ahiri yoktur.
  4. Vahdaniyet: Allah birdir, ondan başka ibadet olunmağa layık kimse yoktur.
  5. Muhalefetün lilhavadis: Allah dünyada gördüğümüz, bildiğimiz şeylerden hiç birisine benzemez ve yarattığı şeylerden hiç biri kendisine vücudda ve ilimde benzetilmez.
  6. Kıyam binefsihi: Allah bizim gibi duracak yere muhtaç değildir. Her yerde hazır ve nazırdır.

Sıfat-ı Subutiyesi de sekizdir.

  1. Hayat: Allah kendi diriliği ile diridir. Onun için ölüm yoktur.
  2. İlim: Allah her şeyi bilir. Göklerde ve yerlerde gizli, aşikâr, olmuş ve olacak, gelmiş ve gelecekleri, hatıra gelenleri, dil ile söylenenleri bilir. Bilmediği hiç bir şey yoktur.
  3. Sem’: Allah her şeyi işiticidir. Gizli ve aşikâr her sesi kendi kadim işitmesi ile işitir. İşitmediği hiçbir şey yoktur.
  4. Basar: Allah her şeyi görür. Karanlık gecede, kara taş üzerinde kara karıncanın yürüdüğünü görür.
  5. İrade: Allah dileyicidir. Dünya’da ve ahirette olmuş ve olacak her şey onun dilemesiyle hâsıl olmuştur. O dilediğini yapar. Yaptığından sual olunmaz. Allah dilemezse küçük bir sinek kanadını oynatamaz.
  6. Kudret: Allah’ın her şeye gücü yeter. Ölüyü diriltir, taşı, ağacı söyletir ve yürütür. Bütün dünyayı bir anda yok edip, tekrar var etmeye gücü yeter. En ufak bir şeyi yaratmakla en büyük şeyi ve bütün âlemi yaratması onun kudretine birdir.
  7. Kelam: Allah söyleyicidir. Peygamberlere gönderdiği kitapların hepsi kendi kelamıdır.
  8. Tekvin: Allah yaratıcıdır. Her şeyi yaratan odur.

İşte bu sıfatlar daima tecelli etmekte olduğu gibi, Cenab-ı Hakkın esma-i hüsnası da daima tecellidedir. Bu tecelliler hem âlemde ve hem nefsimizde görülebilir. Öyle ise görmek için bakmak lazım olduğu gibi daima tahavvül ve tebeddül eden şeylerin; tahavvülat, tebeddülatını ilahî esma ve sıfatın tebeddülüne bağlamak ve böyle düşünüp görmek için bakışlar ibretle, mana-yı harfi ile olup her şeyin Hâlikı, Mâliki, Sânii Allah olduğuna tefekkürle inanıp imanını taklitten kurtararak ilmelyakîne ulaştırmakla marifetullah bulunur ve bilinir.

Hâmisen: “Cinn ve insin en parlak saadeti, en tatlı nimeti o marifetullah içindeki muhabbetullahdır.” Yani her şeyi en güzel bir surette yarattığını ve bütün mahlûkat ve masnuatı hikmetli olup asla abes, faidesiz ve boş olmadığını anlayarak kendisinin ve her şeyin Hâlıkını sevmek. Yani O Hâlıkın sevdiği zata benzemek ile Allah’ı sevdiğini bilfiil göstermek. Bu da imanlının amel-i saliha da bulunması. Yani imanını aynelyakin mertebesine yükseltmekle, muhabbetullaha ermekle elde edilir.

Sâdisen: “Ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” Yani Allaha imanını taklitten kurtarıp marifetullaha ve muhabbetullaha yetiştirdikten sonra o muhabbetullahın verdiği lezzeti ve zevki ruhen ve manen hissetmektir ki; bu lezzet ve zevki sözle ve yazı ile hakkıyla beyan etmek mümkün değildir. Allah’ın rızasından başka bir gaye gözetilmeyen bu ihlaslı amelin neticesi, imanın hakkalyakin mertebesine ulaşması ile tarif olunabilir.

İkinci sual ve cevabı: İman tevhidi iktiza eder. Çünkü insan kesrete mübteladır ve esbaba bağlıdır. Bu ibtila ve bağlılık insanı kesrette boğulmaya, esbaba Rablık istinad edecek dereceye kadar götürmemelidir. Zira iman Allah’ın zatında, sıfatında, esmasında ve ef’alinde şirki ve iştiraki reddeder. Cenab-ı Hak izzetini muhafaza ve kullarını imtihan için esbabı ve kesreti icraatına perde etmiştir.

Mesela:

  • Arzı baharda ihya eden; Allah’tır, bahar değildir.
  • Valideyi yavrusuna şefkatle bağlayan; İlahî rahmettir, valide değildir.
  • Ekmeği rızka muhtaç insana yetiştiren; ekinci, değirmenci, fırıncı değil, Rezzak-ı Hakiki olan Allah’tır.
  • Ölmüş ağacı dirilten, çiçek, yaprak ve meyvelerle süsleyen, elleri demek olan dallarını güzel meyve nimetleriyle doldurup insanlara buyurun afiyet olsun manasında uzatan; ne bahardır, ne bahçecidir, ne ağaçtır, ne topraktır, ne sudur, ne hararettir, ne de güneştir. Bunların hepsinin Hâlıkı olan Mün’im-i Hakiki ancak Allah’tır.

İşte mü’min böylelikle Rabbini tevhid etmiş olur. Tevhid teslimi iktiza eder. Çünkü mademki Allah birdir. Zahirde hoşumuza gitmeyen gözümüze çirkin görünen işler ve şeylerin Allah’ın emir ve iradesiyle zuhura geldiğini ve O Zat-ı Zülcelal’in her işi hikmetli, her mahlûku en güzel bir surette halk ve icat edilmiştir. Öyle ise mü’min, “İlahi! Her yarattığın hikmetlidir, içlerinde abes yoktur, her icraatın zahirde çirkin görünseler de hakikatte hoştur, güzeldir.” der. Baharın hoşa gitmeyen sert rüzgârı, sağanak yağmuru, kışın ölmüş arzın yüzünü peçeleyen beyaz ve soğuk kar perdesi altında gayet güzel ve latif lütuflar ve merhametler olduğunu görüyorum. Öyle ise iman ve tevhit dairesindeki müşahedem Rabbimin tasarrufatını bana hikmetli ve rahmetli olarak gösteriyor, bende kabul ve teslim ediyorum, diyerek imandaki tevhidi ile teslime girer. Demek ki hakiki tevhid teslimi iktiza ediyor.

İşte tevhidi, teslimi şu izahata göre anlayan mü’min O Zat-ı Vacib-ül Vucud’un Rahmaniyyetine, yani; Rezzakiyyetine ve Rahimiyyetine yani; Erhamürrahimin olduğuna, hulasa; bütün esmasının tecelliyatının hak olduğuna, hakkalyakin mertebesinde iman ettiğini esbaba tevessül ettikten sonra, neticeyi Allah’a terk etmek ile iman, tevhid ve teslimin tevekkülü iktiza ettiğini bilfiil gösterir. Böylelikle bu âlemde, endişelerden salim olarak hayatını geçirir, kabir ve berzah âleminde lütfa intizaren rahatla telezzüz eder ve İsrafil Aleyhisselam’ın emr-i İlahî ile ikinci kalk borusu ile kabrinden kalkar, fadl-ı İlahî ile cennete uçar.

Bu suretle iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü ve tevekkül de saadet-i dareyni iktiza ettiğini hayatının dünyevi, berzahi ve uhrevi safhalarında göstermiş olur.

El Baki El Hubb-u fillah

Muhibb-i Muhlisiniz

İbrahim Hulusi

Orjinalini indirmek için tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 2) HULUSİ BEY'İN ÜSTAD HAZRETLERİNE MEKTUBU-2 başlıklı makalemizde gayrimünteşir ve hulusibeyin üstadayazdığımektup hakkında bilgiler verilmektedir.