103) İŞARAT-ÜL İ’CAZ’DAN ALTINCI BÜRHAN DERS – 2

103) İŞARAT-ÜL İ’CAZ’DAN ALTINCI BÜRHAN DERS – 2

ADAD

Hulusi Bey

İŞARAT-ÜL İ’CAZ’DAN ALTINCI BÜRHAN DERS – 2

 Hulusi Bey: Peygamber (a.s.m.) da mealen şöyle buyuruyor: Kalb-i insan, Allah’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır. Teşbihtir bu; dilediği gibi çevirir, dilediği gibi çevirir. Netice yine geçen de söylediğimiz gibi, bizim dilimize anlayışımıza daha uygun güzel bir tarif var, nedir o? Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Çünkü itibar işin sonunadır. İşin sonu nasıl gelecek? Hâ Cenab-ı Hak bir kalbe hakiki imanı, tahkiki imanı nasip ederse, ederse onu geri alır mı? Almaz. Bir de bu cihetten düşünelim. Mesela 60-70 sene muammer oluyor, ondan İslam’ın bütün şeysi, imanın bütün şeyleri sızıntıları görülüyor. Herkes onun imanına, İslam’ına şehadet eder vaziyete geliyor. Bir de bakıyorsunuz ki bozulmuş; hemen etrafta bir şayia, duydunuz mu filan adam böyle diyor. Yani o sözle imandan çıkıyor. Nasıl olur bu? İşte bunu bize en güzel bir surette Müftü Kemaleddin Efendi merhum, 1335 – 1935, şimdi kaç 1977, 37 sene mi oldu, 72, 37 sene, 37-38 sene evvel evet o zat öyle dedi. “O iman onun kalbine tam yerleşmemiş.” Kalbin etrafında o imanın ışığı altında bazı İslami vaziyetler onda görülmüş. Namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, şu bu. Fakat iman kalbe tamamıyla yerleşmemiş. Bu hadise de gösteriyor ki, iman-ı tahkiki ona derler ki; “kalbe muhkem bir surette yerleşmiş olsun, daha artık hiçbir arıza ona ulaşmasın.” Bu tehlikelere işareten Üstad çok şeylerde bahsediyor. Sen nerede diyor, senin zaif imanın nerede, sahabe-kiramla muvazeneye kalkıyorsun kendini, onlar, tek başlarına bütün cihana ilan-ı harp etmiş vaziyetteler. Bir tek Cenab-ı Peygamber (a.s.m.)’ın mübarek ağzından çıkan bir sözü şeksiz ve şüphesiz öyle kabul ediyorlar, öyle sinelerine bastırıyorlar ki, daha onu ondan sökmeye imkân yok. Sahabe deyip geçiyor muyuz? Hiçbir veli sahabe derecesine çıkamıyor, neden? Onların derece-i imanları o kadar. Tutmuş mescidi kirletmiş. Herkes ondan bahsetmeye başlayınca, kabarıyor göğsü, benden bahsediyorlar diye. Bak Allah’ın ne biçim kulları var, ne istiyor, mutlaka söylensin diyor, adım çıksın. Bakıyor ki bir hayır yapamayacak, öyleyse bir şer işleyeyim, herkes beni dilinden düşürmesin. Biliyor musun, ne olmuş, bugün birisi camiye böyle bir şey yapmış.

-: Evet, Cenab-ı Hak tarafından mükerrem kılınan insanın cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidadlar var. Bu istidatların,

Hulusi Bey: Şimdi cevher-i ruh dedi de, insan hem latif kısmı var, hem cevher denilen latif kısmı, hem araz denilen maddi ciheti var. Ruh bir cevherdir, bir latifedir. Mahiyeti hakkında fazla bir bilgimiz yok, çünkü biliyorsunuz Cenab-ı Hak ayetiyle Hz Peygamber (a.s.m.)’a diyor ki senden ruhu sorarlar,

وَيَسْئَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ى وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلاَّ قَل۪يلاً٭صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭

Evet, senden ruhu sorarlar, sen de ki: o Allah’ın emrinden bir emirdir, bu hususta benim bilgim azdır. Bana az bir şey verilmiştir. Şimdi demek ki insanın o cevherden ma’dud olan ve Allah’ın bir emri olduğu ayetle sabit olan ruhunda çok istidatlar var, çok temayüller var. Evet, o istidatlar ne olur, ne diyor?

-: Cenab-ı Hak tarafından mükerrem kılınan insanın cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidadlar var. Bu istidadların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var.

Hulusi Bey: İstidatların altında da kabiliyetler var. Yalnız bundan müstesna da var. Allah vergisine kabiliyet aranmaz. Dad-ı hak ra kabiliyet şart-ı nist. Allah bir adama bir şeyi verirse onun kabiliyeti varmış yokmuş, onu hesap etmez. Dad-ı hak ra kabiliyet şart-ı nist. Şimdi zaman zaman bazı şeyler bir adamda zuhura geliyor, bu adam dediğimiz nasıl bir mahlûktur? Cenab-ı Hak onu mükerrem halk etmiş. Yani diğer mahlûkatı üzerinde daha itibarlı bir mahlûk, ondan harikalar zuhur eder. Ona da ya ikram denilir, ya keramet denilir. Ya ikram-ı ilahiye mazhar olur yahut ondan harika bazı şeyler zuhur eder. Nerden geliyor membaı? Onun cevher-i ruhuna bazı istidatları ekmiş. Kim ekmiş? Ruhu kim ona bahşettiyse o ruhuna o istidatları ekmiş. O istidatlar, yerini zamanını buldu mu inkişaf eder. Hatta insan bir varidat-ı ilahi karşısında kendisini de kaybeder. Yani o varidatın gelişine, zorlasa da mani olamaz. Çünkü onu veren Allah. O, Cenab-ı Hakk’ın bir ismi de Hakîm’dir, Hakîm-i Mutlak’tan abes gelmez. Hiç de ummadığın bir adamdan bir hak söz, bir hikmetli fiil zuhur edebilir. “Bırak canım sen de, bu adam ne ki onun sözüne itibar ediyorsunuz?” dememek lazım. Yine Cenab-ı Peygamber bir hadis-i şerifinde ne diyor? Hikmet müminin yitiğidir. Onu kaybetmiştir, kimde bulursa bulsun onu almaya herkesten ziyade müstahaktır. Nerede bulursa bulsun, hatta bunda İslamiyet ve iman dışında bulunan bir adamdan hikmetli bir söz, hikmetli bir fiil bulursa, onu da ne yapacak? Alacak. “Artık kala kala da bu kâfirin sözünü mü dinleyeceğiz?” demeyeceksin. Çünkü nasıl ki keramet ve ikram var, intak-ı bilhak da var. İntak-ı bilhak. Bazen konuşmamızda böyle temas ettik mi, İmam-ı Azam (r.h.)’in bir hadisesini söylerim. Yine tekrar edeyim ki; bir gün Bağdat sokaklarında gezerken, yani çıkmış geniş talebesiyle, hepsi bir istikamete giderken sokakta Arap çocukları malum, bir gömlek, beyaz bir gömlek giyer, birikmiş bir suyla oynuyormuş, sevimli bir çocuk, küçük. Onu okşuyor diyor ki “Evladım bu çamurlu suyla oynama entarin kirlenir, sonra anan seni döver yazık olur”. Çocuk dile geliyor. Bak o pis suda oynayacak halde bulunan bir çocuk “Ya İmam” diyor, “Anam beni hem döver hem sever. Entarim çamur olursa yıkanmakla çıkar. Sen kalemine dikkat et ki, eğer bir hata edersen o yıkanmakla çıkmaz”. O zamana kadar içtihat şeysi yok, ne dese İmam-ı Azam. Herkes edep iktizası hiç karşılık vermiyorlar, doğrudur diyorlar, tasdik. Gelip diyor ki “Bu söz bu çocuğun işi olamaz. Bunu konuşturan Allah. Bizi uyarıyor. Ben de size tembih ediyorum; bu büyüğümüzdür, hocamızdır diye hakkı ketm etmeyeceksiniz bundan sonra. Fikirlerinizi serbestçe söyleyeceksiniz. İşte rivayet o şekildedir, ondan sonra içtihat şeysi daha parlak bir şekilde başlıyor ilerlemeye. Burdan alacağımız ibret dersi nedir? Bir çocuktan da bazen bir güzel söz duyabilirsin. Ona hemen diyeceksin ki; bu çocuk bu sözü söyleyecek vaziyette değil, fakat bu çocuğun Allah’ı benim de Allah’ım. Hah, bunun diliyle beni uyandırmak isteyen, bu çocuk değil o Allah’ımdır ki bana lütfediyor, bu çocuğun diliyle beni uyarıyor. Böyle telakki edersek o zaman istifade edebiliriz. Yine döndük Cenab-ı Peygamber (a.s.m.) Efendimiz’in, memba-ı onun hadis-i şerifidir, o ne diyor? Hikmet müminin yitiğidir, kaybettiği ehemmiyetli bir metaıdır. Nerde, kimde bulursa herkesten evvel almak o müminin hakkıdır. Bitarafsız kabul edecek. Evet, bundan her şeyi kabul değil, hak olduğuna kanaat getirdiği, velhasıl iman nuruna gösterecek bulduğu şeyi. Şimdi insan bir maden bulsa, bunun “altun mudur gümüş müdür, altun mudur, gümüş müdür?” diye tereddüt ederse kime gösterir?

-: Sarrafa

Hulusi Bey: Kuyumcuya. Hele şuna bir bak der. De ki boş bakır yahu. Yahu de ki bu altun, nerden buldun bu eski bir şey, antika. Bunun gibi, nerden gelirse gelsin, hikmetli bir söz o Hakîm-i Mutlak’tan geliyor. Kimdir Hakîm-i Mutlak?

-: Allah

Hulusi Bey: O’ndan abes şey zuhura gelmez. Öyleyse onu hikmetli konuşturan kimdir derlerse ne diyeceğiz? 

-: Allah

Hulusi Bey: Bu çocuk bu işi yapamaz. Fakat bana düşen ben iman nurunda tahkik ettim sarrafım ben, ona baktım, iman terazisinden geçirdim, saf cevher olduğuna, hikmet olduğuna kanaat getirdim. Öyleyse tereddütsüz kabul ettim. Delilim, beni kabule sevkeden Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın emirleridir. Evet, hikmet müminin yitiğidir, nerde bulursa herkesten evvel o hikmeti almak onun hakkıdır. Ben de müminim elhamdulillah, baktım bunun vaziyetinden değil, sözünde bir hikmet var, o sözü aldım. Şimdi burda ince bir nokta daha hatıra geliyor. Bir adamdan bir söz şeriatın hükmüne tam mutabık gelir, doğrudur, kabul ettik. Bu adamdan ondan sonra duyacağımız şeyleri, bu adam doğru konuşur, diye hep söyledikleri hikmetli midir?

-: Hâşâ, hâşaâ

Hulusi Bey: Ne diyeceğiz? Ondan hikmetli söz geldikçe alerre’si vel-ayn kabul ederim. Ne zaman ki baştan savma, manasız, mantıksız, hikmetsiz konuşursa o sözü kabul edemem. Demek ki hangi sözü kabul ederiz? Eğer hikmetliyse kabul ederiz, hikmetli olmayan sözü kabul etmeyiz. Evet, devam et.

-: Bu istidadların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var. Ve bunlardan neş’et eden hadde gelmeyen meyiller var. Ve bunlardan husule gelen gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat var.

(İşarat-ül İ’caz Shf: 55 )

 Hulusi Bey: İstidatların arkasında?

-: Hesaba gelmeyen kabiliyetler var. 

Hulusi Bey: Kabiliyetlerin arkasında hadde gelmeyen?

-: Meyiller

Hulusi Bey: Meyiller var. 

-: Ve bunlardan husule gelen gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat var.

Hulusi Bey: Şimdi istidadı var, kabiliyeti yok. Allah verirse kabiliyet aranmaz. İstidadına inkişaf verirse ondan çok şey, güzel şeyler zuhur eder. Fakat bakıyorsunuz kabiliyeti de yok adamın. Kabiliyet ayrılır burdan. Allah bir kimseden bir hayrı göstermek isterse kabiliyetine bakar mı?

-: Bakmaz

Hulusi Bey: Bakmaz hah. Allah vergisinde kabiliyet aranmaz. Fakat Cenab-ı Hak onun cevher-i ruhuna istidat tohumlarını, çeşitli istidat tohumlarını saçmış. Onlar zamanı zemini bulunca zuhur ederler, istidat inkişaf eder, açılır. Kabiliyetler de vardır, esaslı iki kabiliyet var. Hayra merci olmak, şerre merci olmak. Bir adam hayra kabiliyetli, bir adam da şerre kabiliyetli. Bunda da ne zuhur eder? Kabiliyetine göre istidadı oradan filiz verir. Evet, hem o doğrudur, hem bu cihet doğrudur. Yani Cenab-ı Hak verirse kabiliyetin tesiri altında kalmaz; istidadına inkişaf verir. O inkişafı dilerse hayra, dilerse şerre o istidadın sahibi onu yöneltebilir. Bunun arkasından geliyor bir meyil. Buna da meyelan-ı hayr, meyelan-ı şer tabir ediliyor. İnsanın hayra da meyli vardır, şerre de meyli vardır. Eğilir ha eğilir.

-: Hangi taraf fazla efendim?

Hulusi Bey: Bilmem. Hangisi kendisini yoklasın, geçirdiği hayat boyunca yani bir meyelan-ı hayr mı kendisinden fazla zuhura geliyor, yoksa meyelan-ı şer mi? 

-: Bahsettiğim yani hangisi galiptir? Galibi hangisi?

Hulusi Bey: İstenilen şey bak, meyelan-ı hayr makbul. Meyelan-ı şer elbette iyi değil. O tarafa eğilmeye müsaade yok. Şimdi iki iş var, birisi şerli diğeri hayırlı. Muhayyer, intihap etmek bize ait. Hangisini ihtiyar edersek Cenab-ı Hak ona inkişaf verir. İstidadımızı hayra inkişaf ettirirsek Cenab-ı Hak muvaffak eder, o hayır zuhura gelir. Yok, biz istidadımızı şerre sevkedersek, şer işlemeye onu zorlarsak bu kere de Cenab-ı Hak o şerri halk eder. Biz o tarafa doğru temayül gösterince bir nevi temenni ediyoruz, istiyoruz yani. İsteğimizi kabul edecek kimdir? Allah’tır. Hâ, bizim isteğimize uymak Cenab-ı Hak’ca haşa bir mecburiyet var mıdır? Yoktur. Fakat hayrı istersek, hayra meyledersek Cenab-ı Hak da halk ederse ki yine halk edecek de O’dur, hayrın da Halık’ı O’dur, şerrin de Halık’ı O’dur. Hayrı halk ederse o bizim için bir lütuftur. مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ  Evet, bizden dilimizden, elimizden bir hayır zuhura gelirse o nedir? Allah’tandır. Bir kötülük zuhura gelse 

-: Nefsimizden

Hulusi Bey: وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ Türkçeleştir bunu, Türkçeleştirmiş zaten Üstad; iyiliği Allah’tan, kötülüğü nefsinden bil. İyiliği halk eden de Allah’tır, kötülüğü halk eden de kimdir? Allah’tır. Hayrın da Halık’ı Allah’tır, şerrin de Halık’ı Allah’tır. Hadi diyelim ki hayrın Halık’ı Allah, ya şerrin? “Ben istiyorum, Cenab-ı Hak halk ediyor, niye beni mesul ediyor?” derse o zaman irade-i cüz’iye onun karşısına çıkıyor. Seni şerre zorlayan var mı? Niye işledin? Mademki şerri, sen ihtiyarınla yani irade-i cüz’iyenle istedin, ben de halk ettim, mesul sensin. Evet, ama hayra gelince, hayır Cenab-ı Hak’tandır, O dilerse muvaffak eder, dilemezse muvaffak etmez. Sen güzel bir niyetle bir tarlayı ekime hazırladın, tohumu ektin, Cenab-ı Hak’tan temenni ediyorsun. Benden bu kadar, üst tarafı senden. Cenab-ı Hak eğer sana kısmet etmezse, sen O’ndan şekvaya hakkın yok. Eğer kısmet etmiş, bol feyizli bir hasılat alırsan, o hayır kimdendir? Allah’tandır. Öyleyse biz kaideye bakalım, hayrı Allah’tan, şerri nefsimizden bileceğiz. İyiliği Allah’tan, kötülüğü nefsimizden bileceğiz. Buna sebep de irade-i cüz’iye, var irade-i külliye var. İrade-i külliye hâkimdir, fakat irade-i cüz’iye de mesuliyet için lazımdır. Çünkü insan her şeyini, her fiilini, her hareketini Allah’a vere vere “Neyleyeyim halk eden sensin, yapan sensin, eden sensin, ondan sonra daha beni niye hâkimin karşısına götürüyorsun, suçlu diye elime kelepçeyi vurduruyorsun” demesin diye. Ben sana irade-i cüz’iye verdim, sen istedin ben halk ettim. Diyemez ki, diyemez ki ben istemedim. Soracak da, malum bunlar her zaman söylüyoruz. 

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

O zaman ağızlar mühürlenir fakat eller söyler, ayaklar da ne yapar, şehadet ederler. Kendi azamız kendimize şehadet ediyor, bize. Şimdi öyle bir Zat-ı Zülcelâl’in karşısına hesap vermeye çıkacağız ki, Hz. Ebâ Bekir ne diyor? “Ente kâdî” diyor, “vel’münâdî Cibraîl”. Öyle bir mahkemenin huzuruna çıkacağım ki kâdî Kâdî-î Zülcelâl, münâdîsi, mübaşir hani şimdi muhzır dediğimiz mübaşir dediğimiz kim? Hz. Cibril. Bu kadar mahlûkatı bir anda hesaba çekecek, Büyük Hoca Efendi, bir anda. Bu âlemde bu kadar mahlûkatı, her birisinin ihtiyaçları ayrı, yiyecekleri ayrı, içecekleri ayrı, yaşamaları için lazım gelen çok şeyler var ki hepsi ayrı ayrı kaynaklardan çıkacak. Onları birbirine karıştırmadan, hepsine ayrı ayrı neye muhtaç iseler zamanında veriyor. Karnın tok, buyur gel sana ekmek getirdim ye, doydum dersin. Öyle değil, acıktığın zaman verilir. Bizim ihtiyacımızı biliyor. O Allah’ın bir adı da Samed’dir. Bak İhlas-ı şerifi okuyoruz.     قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ٭ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ Müstağnidir. Hiç kimseye muhtaç değil, her şey O’na muhtaç. Yani bütün ihtiyaçlar O’ndan istenir, O’ndan temenni edilir, o O’ndan dilenir, talep edilir, niyaz edilir, dua edilir, O’ndan. Verecek O’dur.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 102) İŞARAT-ÜL İ'CAZ’DAN ALTINCI BÜRHAN DERS - 1 başlıklı makalemizde İŞARAT-ÜL İ'CAZ hakkında bilgiler verilmektedir.