107) YİRMİBİRİNCİ LEM’A/BİRİNCİ VE İKİNCİ DÜSTURLAR DERS – 3

107) YİRMİBİRİNCİ LEM’A/BİRİNCİ VE İKİNCİ DÜSTURLAR DERS – 3

ADAD

Hulusi Bey

YİRMİBİRİNCİ LEM’A/BİRİNCİ VE İKİNCİ DÜSTURLAR DERS – 3

-: İhlası kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri defetmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.

              BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.

Hulusi Bey: Öyle olacak ha öyle olacak. Evet. Allah kabul etti, Allah razı oldu fakat bütün halk bizden küstüler. Ehemmiyeti var mı? Öyle olacak işte. İşte o vaziyete geldiği zaman da tamam. Daha, evet.

-: O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse,

Hulusi Bey: Hikmeti iktiza ederse

-: Sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.

Hulusi Bey: Bitti. Bütün onları tekrarladı icmal etti. Yalnız Allah’ın rızasını esas maksat yapmak gerektir. Şimdi mesela size söylüyorum. Bir vazifedesiniz değil mi? Amirleriniz sizin bu işte iştigalinizi bilseler maaşınızı artırırlar mı?

-: Bilakis tersi. Aksini yaparlar.

Hulusi Bey: Tersi, aksini yaparlar. Öyle ise ordan bir şey beklemiyoruz. Akıl bunu kabul etmiyor. Ya nerden bekliyoruz?

-: Allah’tan

-: Rıza-i İlahiden.

Hulusi Bey: Allah’ın rızasını esas tutarsan, Cenab-ı Hak senden razı olursa o zaman “Dost istersen Allah yeter” o levhada var değil mi? “Dost istersen Allah yeter” O dost olduktan sonra, daha artık başka dosta lüzum yok. Onun nam-ı hesabına başkalarını da sevebilirsin. Zahmetsiz seversin. Omun rızası dâhilinde sevebilirsin. Esasen O’nu dost ittihaz etmek lazım.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ

Kim iman ile اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ Cenab-ı Hak iman edenlerin velisidir. Onları ne yapar?

يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ Zulmet-i küfürden, dalaletten, bid’adan nereye çıkarır? Nura çıkarır, Kur’an’ın imanın nuruna çıkarır. O zaman artık ehl-i küfrün, ehl-i bid’anın, ehl-i delaletin tesirinden de seni korur. İş O’nu razı etmek. Evet, buyur.

İKİNCİ DÜSTURUNUZ: Bu hizmet-i Kur’aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden

Hulusi Bey: Ben daha iyi bilirim, ben daha iyi anlarım.

-: Gıbta damarını tahrik etmemektir. Çünki nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler.

Hulusi Bey: Burda o ayet-i kerimenin tefsiri, kısa tefsiri şöyle;

اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ

Müminlerin din ve nusret haysiyeti ile ekreb ve velileri Allah’u Teâla’dır. Onları delalet zülumatından hidayet nuruna ihraç eder. Kâfirlerin mukarribleri olan tağut onların fıtratları olan nur-u İslam’dan dalalet zülumatına çıkarırlar. Bu küffar ve mürtedler, Cehennem ateşi mülazımlarıdır. Onlar o ateşten muhalleddir ve daimlerdir.  Ki bu başında ki

اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ

Arkasından

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاوُ۬ٔهُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟٭صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭

Evet, efendim.

-: Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte ey Risale-i Nur şakirdleri

Hulusi Bey: İşte burda işaret var ha. Bu hizmet-i Kur’aniye de ihlas esasına dayanmazsak, enaniyete girersek, kendimizi beğendirmek, başkalarını küçültmek gibi nefsani işlerde uğraşırsak o zaman o temsildeki fabrika sahibini hiddete getirmek demek olan Rabbımızın ğadabına kendimizi ne yaparız? Hedef tutarız. O zaman bir kahir tecellisi ne demek efendiler? Bir kahir tecellisi Allah muhafaza buyursun. Bir kahir tecellisi, mahv olmamız demektir. Hem iyisi de, kötüsü de hepsi beraber, suçlusu da suçsuzu da beraber, bütününü yıkar. Yani lütfuna ne kadar ihtiyacımız varsa, rahmetine ne kadar muhtaç biliyorsak kendimizi, ğadebinden de öyle korkmamız lazım gelir. Ğadebini tahrik etmek değil, lütfunu harekete getirmek, rahmetini üzerimize celbedecek şeylerle meşgul olmak suretiyle onun nihayetsiz rahmetini üzerimize getirmeye çalışmak elbette bizim için en akıllı bir hareket olur. Ve emredilen ihlası da ancak bu surette yapabiliriz. Fabrika sahibi dediği bu mülkün sahibidir. Şu âlemin sahibi, bizim de sahibimiz. Ya hareketimiz onun rızasına, hoşuna gider tabiri caizse veyahut ğadebini tahrik eder. Hoşuna giderse lütfuyla muamele eder. Ğadebini tahrik edersek, kahir suretiyle tecelli eder. Kahir tecelli eder. O zaman mahvoluruz. Çokları da beraber gider. Bu öyle bir zarar ki; işte o ayet-i kerimenin muktezasınca

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَتُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ

Nedir?

-: شَد۪يدُ الْعِقَابِ

Hulusi Bey: شَد۪يدُ الْعِقَابِ Evet.

-: İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’anın hizmetkârları!

Hulusi Bey: Haa. Bu ne hoş bir hizmetkârlık canım, ne hoş bir hizmet.

-: Burada bir şart var mı abi?

Hulusi Bey: Hı.

-: Burada bir şart var mı? Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’anın hizmetkârları

Hulusi Bey: İşte Risale-i Nurdan ders alıyorsunuz, dolayısıyla Kur’ana hizmet ediyorsunuz. Kur’ana hizmet ediyorsunuz.

-: Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız.

Hulusi Bey: Ha. Sizler ve bizler, uzaktakiler, yakındakiler, bu işte uğraşanlar umumu bir insan-ı kâmil denilen bir şahsi manevinin azaları. İnsan-ı kâmil nasıldır o? Cenab-ı Hak onu kemale getirmiş, öyle diyeyim. Olgun insan olmuş, olgun insan. Maarifi ilahiye ile dolgun bir insan olmuş. Rabbını; azami bir surette tanıyan bir insan. Onun recası reddedilmez, büyük bir kuvve-i maneviye sahibi olan insan. İşte o insan-ı kâmil. Ey Risale-i Nur Şakirtleri ve Kur’anın hadimleri, hizmetkârları eğer siz ihlas dairesinde şu hizmete canla, başla çalışırsanız o insan-ı kâmil vaziyetinde o bir şahsiyet-i maneviyeniz olur ki; o insanı kâmilin kuvve-i manevisi kadar kuvve-i maneviye sizin şahsiyet-i maneviyenizde toplanır. Bizden, her zaman söylüyorum, çok hastalar dua istiyorlar, çok hastalar. Bugün de dedim vadetmiştim. Ameliyat olmuş mu hoca?

-: Olmuş, olmuş.

Hulusi Bey: Olmuş mu, bugün mü?

-: Bugün olmuş.

Hulusi Bey: Cenab-ı Hak o zata da, diğer bana hastam var, hastam var dua edin diyenlere de nerde ise ehli imanın bütün hastalarına acil şifalar ihsan buyursun. Âmin. Bütün dertlilerine devalar ihsan buyursun. Âmin. Bütün müşkül vaziyette olanların müşkülatlarını hâll-i asan eylesin. Âmin. Zülme hedef olmuş, inilti içersin de bulunan dertlilere, Cenab-ı Hak o dertlerini izale ederek ferah nasib etsin. Âmin. Yolcularımıza hayırlı selametler, borçlularımıza borç eleminden en karib’üz-zaman halas olmak. Âmin. Vesair dünyevi çeşitli musibetlere maruz kalmış ne kadar din kardaşlarımız varsa Cenab-ı Hak onları o musibetlerden halas buyursun. Âmin.

Lillahil fatiha masselavat.

Vakit yakın mı? Düstura hiç geçmedik mi hoca efendi?

-: İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’anın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız.. ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.  

Hulusi Bey: Şimdi arz, arz bir sefine-i Rabbaniye. İçindekileri Dâr-üs Selâm’a götürüyor. Şu Kur’an hizmetinde bulunan ve onlara Risale-i Nur şakirtleri denilen zatlarda o geminin mürettebatı, taifesi. Bu vazifemizi ihmal edersek bu geminin izn-i ilahi ile nizamını bozması ihtimali var. Bir tarafa doğru çarpması, kıyametin kopması kader-i İlahiye çok kolaydır. Kahr-ı İlahi tecelli ederse, biz vazifemizi ihmal edersek, şu ehemmiyetli vazifeyi, hizmet vazifesini ihmal eder, terk edersek, gadab-ı İlahiyi üzerimize celb etmiş oluruz. Hem zararı bize hem bütün arzlılara. Bütün canlılara hatta. Evet. 

-: Elbette dört ferdden bin yüz on bir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlası kazanmak ile tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz. Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kerre dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksad ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit

Hulusi Bey: Çok ince manalar var. Tevafuk edip diyor ha. Orda muvafakat da edilecek, yoksa تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ nev’inden olursa. Bir topluluk görüyorsun, hâlbuki kalpleri ayrı olursa, o olmaz işte. Tevafukta etmek lazım. Evet, bu Risale-i Nur şakirtliği ve Kur’an’ın hadimliğine bi’r-rıza boyun verdim. Bu manevi yükü seve, seve taşıyacağız diye böyle muvafakat etmek lazım. Evet.

-: Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksad ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi.. hakikî sırr-ı ihlas ile, onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.

Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir ferd, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. {(Haşiye): Evet sırr-ı ihlas ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi; korkulara hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünki ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı İlahî yolunda, âhirete müteallik işlerde, kardeşleri adedince ruhları olduğundan biri ölse, “Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar; zira o ruhlar her vakit sevabları bana kazandırmakla manevî bir hayatı idame ettiklerinden ben ölmüyorum.” diyerek, ölümü gülerek karşılar. “Ve o ruhlar vasıtasıyla sevab cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum.” der, rahatla yatar.}

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 106) YİRMİBİRİNCİ LEM'A/BİRİNCİ VE İKİNCİ DÜSTURLAR DERS - 2 başlıklı makalemizde İhlas 1. 2. düsturlar hakkında bilgiler verilmektedir.