YİRMİÜÇÜNCÜ LEM’A, TABİAT RİSALESİ DERS – 2
Bunu peşinen kafamıza sokalım ki dersten bir şey anlamak imkânı olsun. Ha buyur şimdi.
-: Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.
Hulusi Bey: Daha bundan daha kibarca söz olmaz. Aklına yattı mı? Ey hali amma valla iyi. Böyle sıcak yer, tatlı söz, böyle soba,
-: Allah var etsin, Allah var etsin..
Hulusi Bey: Kışın arefesinde, altımız yumuşak, karnımız tok. Ondan sonra gel yatma bakalım.
-: Allah var etsin ahh ah…
Hulusi Bey: Şimdi sen Hacı Ağalara dert anlat. Dersin mevzuu neydi de; efendim dört şey saydı: Birisi esbab, birisi kendi kendine olmuş, üçüncüsü tabiat böyle yapıyor, dördüncüsü de biri, büyük biri gücü her şeye yeten bir zat var ki bütün bu işler onun emriyle, iradesiyle, kudretiyle meydana geliyor. En doğrusu bu. Şimdi öbürlerinin üzerinde tatbikat yapıyoruz bunlar böyle olur mu? Bir eczane misalini getirdi. Eczanedeki ilaçlar da eski usul kavanozlarda bulunuyor. Toz halinde bir kısmında da su var. Onu macun yapmak için, suyu öyle hesaplı dökülecek, tozu ona göre dökülecek. Bir karıştırıcı olacak o da üfürmekle rüzgâr vuracak üfürecek fazla üfürmeyecek ki dağılmasın. Böyle hesaplı hesaplı püf püf yapacak onlar gidecekler bir araya gelecekler birkaç damla da su gelecek. O olacak hamur, çamur sen de buna inandınsa yazık olsun sana. İşte esbab, fail-i muhtar olabilir mi?
-: Olamaz.
Hulusi Bey: Yaaa! Üfürmeklen, hadi bakalım.
-: İşte bu misal gibi; herbir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur.
Hulusi Bey: Her bir zihayat,
-: Elbette zîhayat bir macundur
Hulusi Bey: zi, zi dediği li demektir. Zîhayat, hayatlı. Evet.
-: Ve her bir nebat, hayatdar bir tiryak gibidir ki; çok müteaddid eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkib edilmiştir. Eğer esbaba, anasıra isnad edilse ve “esbab icad etti” denilse; aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.
Hulusi Bey: Şimdi -lâ hayâ fiddin- insanın menşei nedir rahm-ı maderde? Bulanık su değil mi? Müzekker, müennes, erkek-dişinin sularının orada karışmasıyla şöyle müşekkel, endamı yerinde bir insanın halk edilmesi. E bu imansızlara nasıl anlatacaksın? Bunu esbab mı yapıyor kör olası. Onun içerisine hangi esbab girer. O rahmi kim yapmışsa, o erkeği kim halketmişse, o dişiyi kim yaratmışsa o iki suyu, bulanık suyu orada kim karıştırıp, onu evet tohumdan, nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan ete kemiğe, o vaziyete verip sonra böyle bir cism-i insani şekline sokan bunu hangi esbap? Valla, o mübareğin söylediği sözün daha üstüne söz ben bulamam ki söyleyeyim. Yani eşek yüz defa eşek olsa bunların eşekliği karşısında ben, sizin eşekliğiniz karşısında pabucum dama atıldı daha benim sözüm yok.
-: İşe yarıyor, işe yarıyor. Eşek bir işe yarıyor, binilip geziliyor. O yine bi işe yarıyor.
Hulusi Bey: La havle ve la kuvvete illa billah. Ya Sabur Ya Allah…
-: Elhasıl: Şu eczahane-i kübra-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan
Hulusi Bey: Allah, Allah.
-: Mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeye şamil bir irade ile vücud bulabilir. Elhasıl: Şu eczahane-i kübra-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şamil bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hududsuz, sel gibi akan küllî anasır ve tabayi’ ve esbabın işidir.” diyen bedbaht, “O tiryak-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur.” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır.
Hulusi Bey: Mübarek iyi söylemişsin. Fakat yine nazikâne söylüyorsun. Yoksa bunların himarlığı bu deftere sığmaz. Hiçbir akıl kabul etmez. Öyle ise bunlar mütefennin de olsalar. Haşa bilgin de olsalar. Bunlarda ne fen, ne ilim var mıdır?
-: Yoktur.
Hulusi Bey: Akılları bu kadar bataklığa girip oradan çıkmasının yolunu bilemiyor. Hülasası Allah hidayet nasip etmemiş. Bir takım fenni bilgiler var. Var amma onlar eşişti ise yani öyle bataklıklar vardır ki bataklığa düşen çabalar ki çıkmağa çabaladıkça içerisine çekiyor. Böyle bataklığın envaından bu çeşit bataklık da vardır. Bunlar böyle bir bataklığa düşmüşler. Onların kurtulmasına imkân yok. Öyle ise bu gibilerini kendi haline terk edeceksin. Veyahut onu getirip rahm-ı maderden bu âleme çıkaracaksın. Ona bütün esbabın hiçbir şeye yaramadığını birer birer isbat edeceksin. Evvela esbabdan elini çek bakayım. Geriye ne kaldı. Her şey kendi kendine oluyor. Hiçbir şey kendi kendine olur mu? En ufak bir şey. Cismi yok cismi. Yalnız böyle bir üzerine bir çizgi çizilmiş. O çizgi kendi kendine çizilir mi? Bir kâğıdın üzerine düz bir çizgi yahut helezoni bir çizgi kendi kendine çizilebilir mi? Her halde biri lazım ki o çizgiyi ya düzgün çeksin yahut bir sanat gösteriyor gibi böyle girintili çıkıntılı bir vaziyette gösterebilsin. Ustasız, yapıcısız böyle bir basit çizgi veyahut bir kıvrım kıvrım olan çizgiyi kendi kendine yapıldı, diye bir akıllıya kendini akıllı zanneden adam yutturabilir mi?
-: Yutturamaz.
Hulusi Bey: Halt etmişsin diyecek, benim aklım bunu kabul etmiyor. Sende de akıl yok ki bunu bana böyle yutturmaya çalışıyorsun. Diyecek. Buyur!
-: Evet, o küfür; ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezeyandır.
Hulusi Bey: Senin yumurtanı da böyle yapabilirler mi?
-: Yapamazlar.
Hulusi Bey: Sen hep onunla meşgulsün. Kaygana yapmasını bilir misin sen kaygana?
-: O kadar bir şey yaparız, yaparız.
Hulusi Bey: Haydi bakalım. Göster bize hane sahibinden faide. Buyur.
-: İKİNCİ MUHAL:
Hulusi Bey: İkinci ?
-: Muhal.
Hulusi Bey: Muhal. Hangisi iktizatü’tabia mı? Yoksa kendi kendine mi oluyor?
-: Esbabın içtimaı. İkincisine geldik
Hulusi Bey: Evet.
-: Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal’e verilmezse,
Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal’e verilmezse, belki esbaba isnad edilse lâzım gelir ki; âlemin pek çok anasır ve esbabı, herbir zîhayatın vücudunda müdahalesi bulunsun.
Lâzım gelir ki; âlemin pek çok anasır ve esbabı, her bir zîhayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlukun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tamam bir ittifak ile muhtelif ve birbirine zıd, mübayin esbabın içtimaı, o kadar zahir bir muhaldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, “Bu muhaldir, olamaz!” diyecektir.
Hulusi Bey:
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ اِلاَّ اللّٰهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
Bugün niye böyle bizi kitapsız bırakmışlar? Teşkilat, teşkilat doğru dürüst çalışmamış. Nureddin bey! Uykuda mı?
O’nun adı nedir? Rahmandır, Rahman, Rezzak. Demek bu O’nundur. Peki, ya Hacı Sabri neci oluyor?
-: O sebeb, vasıta.
Hulusi Bey: O da vasıta. Bir de Rahimdir, Er-rahim. O’nun şefkati var. Rahmeti var, acıması var. Bizim bu isteklerimize cevap veren O, ya. Şimdi dışarıda evde yahut kahvede çay içseydin yine gelecektin buraya Hacı Sabri’nin çayını içecektin. Niye içmiyorsun? İçersin içersin. Eğeri de Allah’ın. Sen hiç camide faraşlık yaptın mı? Yaptı ama zeytinyağı devrinde değil. Eskiden böyle şişeleri vardı oraya zeytinyağı konurdu. Mesela Hacı kolayını bulmuş, somunun tüylü tarafını alıyor. O şişenin zeytinyağını ordan batırıyor. El-beyti beytüllah ve zeytu zeytullah faddal ya hacı Abdullah.. imam da gizlenmiş bakmış ki bu zeytin yağıları çabuk bitiyor. Eline almış süpürge sopasını, süpürge sopası yani odun takarlar ha! Odun tarafını faddal ya hacı Abdullah.. . Ez zeyti zeytullah, vel-beyti beytüllah, faddal ya hacı Abdullah..
-: matraka min tarafullah, imam da demiş matraka min tarafullah…
dayak da Allah’ın dayağı.
Hulusi Bey: Ne demiş ne demiş?
-: matraka min tarafullah..
Hulusi Bey: Matraka
-: min tarafullah..
Hulusi Bey: Ne demek matraka?
-: Dayak da Allah’ın dayağı. Ben böyle anlıyorum.
Hulusi Bey: Matraka? Orda bir tabir vardır ama ben hatırlamıyorum.
-: Sopa da Allah’ın sopası. O demiş zeytin Allah’ın zeytin yağısı, beyt de Allah’ın beyti ben de Abdullah.
Hulusi Bey: Ben de Allah’ın kuluyum.
-: Ben de Allah’ın kuluyum. O demiş sopa da Allah’ın sopası. Matraka min tarafullah..
Hulusi Bey: Senin hakkın da bu sopadır. Ama bilmem zeytinyağı…
Beyzade efendi köse Sefer’e demiş ki seni hoca yapmak istiyorum ulan demiş. Ulanla.
-Efendim demiş ben yapamam.
-Niye ulan?
– Beni oynatırlar talebeler.
– Oynama demiş.
– E ben de duramam demiş.
Şimdi böyle herkes güzel güzel dinleseler, bu kere ben duramam. Mutlaka bir şey söyleyeceğim. E şimdi sen orada yatasın. Ben de burda böyle koyun kaval dinler gibi. Senin vaziyetine bakayım, yavaş yavaş mızıkayı da bırakasın. Fır fır fır diye. E ben bu vaziyete tahammül edemem. Mutlaka yumurtadan açacam.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Öyle ise biz diyelim ki Cenab-ı Hak, bize lütfetmiş biz Kur’an’ın tezgâhına yuvarlamış. Kur’an ile iman ile meşgul olan bir cemaatin içerisine kader-i İlahi bizi sürüklemiş, bizi bu mübarek cemaat içerisinde bulunduruyor. Öyle ise Erhamü’r Rahiminden niyaz ediyoruz ki ya Rabbi! Bizi burda da öbür tarafta da bu birlikten bu dirlikten bu hayattan burada da orada da ayırma.
-: Âmin. İnşâallah. Ecmain.
-: Ayırmaz, ayırmaz.
Hulusi Bey: Ayırmaz, ayırmaz. Sen keyfine bak.
-: Biz o yola girdik
Hulusi Bey: Şimdi bundan sonraki toplantıda kaygana nasıl yapılacak güzel tarif edeceksin. Buyur.
-: Hacı kaymak dedi; “Yemesem görmesem inanmam.” Hacı Musa Efendi vardı ya caminin imamı.
Hulusi Bey: Tamam tamam. E getir. Yaptır da getir. Yaptır da getir. Sen bu kadar cemaate kaygana yapayım dersen bunun Konya’dan getirdiği yumurtayı da..
-: O da benden.
-: Ben de o kadar para yok.
Hulusi Bey: Çuvallarla unu da bitirirsin. İnsanoğlu dünyayı yese doymaz.
-: Evet. Evet.
Hulusi Bey: Doktor Bey! Nerde bizim doktor?
-: Burda efendim.
Hulusi Bey: Yâ geçen ki mektubu mütalaa buyurdun mu?
-: Evet efendim.
Hulusi Bey: E, noldu?
-: Sonda bir sayfa var, hülaseten hepsinin toplamış zat-ı alinize okuyacağım onu efendim.
Hulusi Bey: Peki. İnşâallah okursun. Sonra bu şeyi, bir insanın mütenevvi gıda maddelerinden bir günlük gıdası normal olarak, kaç gram yahut kaç kilo oluyor? Yediği ekmek, içtiği su, sarfına mecbur olduğu yağ maddesi bunlar hakkında bizi tenvir edesin. Hemen peşin istemiyorum. Bunu veresiye defterine yaz.
-: Şimdi olabilir diyor.
Hulusi Bey: Şimdi olabilir. Peki, buyur ama kürsü yok.
-: Kalori meselesi efendim. Hiç hareket etmeyen bir kimse ki bazal metabolizması kalori ile ölçülüyor. Ona 2500-2600 kalori lazım.
Hulusi Bey: Hiç böyle yerinde oturan.
-: Hiç kımıldamayacak öyle duracak. Bir günde o kadar kaloriye ihtiyacı var. Çalışan bir işçiye 5000 kalori ihtiyaç var.
Hulusi Bey: Şimdi sen oraya bir nokta koy. Bir fırka kumandanı başhekimiyle, tümenlerde başhekimler vardı. O da bizim hemşeri fırka kumandanı kaloriden mi bahsediliyor. Sen tabib beg diyor, sen tabip beg, kabağın da kalorisi var mı? diyor. Kabağın da kalorisi va mı? Var mı?
-: Var efendim. Şimdi demek ki orta halli çalışan bir adama 4000 kalori 5000 kalori lazım. Bunu da işte üç çeşit maddeler var. Karbonhidratlar, yağlar, proteinler. Bunlardan alıyor. Karbonhidratlardan 1 gramı, 4.1 kalori veriyor. Yağların 1 gramı, 9.3 kalori veriyor. Ondan sonra Proteinlerin 1 gramı, yine 4.1 kalori veriyor. Buna göre işte hesap edilecek, ne kadar alınıyorsa. Şimdi yağlar ve karbonhidratlar vücutta birbirlerini tamamlayabiliyorlar yani biri eksikse diğerini yapabiliyor. Fakat proteini yapamıyor. Yağdan karbonhidratlar protein yapamıyor. Vücuda proteinin protein olarak girmesi lazım. İşte o da yumurtadan, sütten, etten diğer kalsiyum fosfor diğer maddelerde var. Bunların bu gramlarına göre hesap edip 4000 kaloriyi tamamlaması lazım bir insanın. Fazla alırsa şişmanlar.
Hulusi Bey: Peki vitaminler ne?
-: Vitaminler ise katalizör vazifesi görür. Doğrudan doğruya şey etmez, onlara etki yapmak suretiyle bunların işlerini tamamlar. Ona katalizör vazifesi deniyor.
-: Aralarını dolduruyor.
-: Evet.
Hulusi Bey: Aralarının dolduran. Eksik olma, eksik olma. Mesela; bir sadaka-i fıtır değil mi? Yalnız ekmek olsa 4000 kalorisi var ayrıca katığa da lüzum yoktur diyor şeriat. Yine kalori esasına doğru gidiyor. Yani beslenmeye kâfidir. Onun için şimdi bizde ecnebilerde neden acaba o kadar ekmeğe rağbet yok da kıvır zıvıra çok şey ediyorlar. Onlar ekmekleri çok az yiyorlar.
-: Diğer gıdalarla kaloriyi tamamlıyorlar efendim. Fazla şeye ehemmiyet vermiyorlar yormuyorlar yormak istemiyorlar. Hamur işleri bunlar şişmanlatır ve yorar.
Hulusi Bey: Propaganda bu şekilde değil. Onlar sıhhatlerini biliyorlar her şeyi ölçülü biçili yerler ondan sonra da gerek ki böyle ölçülü biçili tartılı sıhhat kaidelerine uygun hareket edenler daha çok yaşasınlar hâlbuki onlardan geberenler daha çok oluyor.
-: Doktorlar mesela yaşlı doktor hemen hemen hiç yoktur. Bütün doktorlar genç yaşta ölürler efendim. Ekseri doktorlar neyse hep genç yaşta ölürler. Yaşlı doktor bulunmaz. Bu da bir hikmet.
Hulusi Bey: Neyse daha fazla meşgul etmeyelim. Sırf orta yerde bir mütehassısin şeyini dinledik eksik olma sağ ol. Buyur!
-: Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anasır ve esbabı ile alâkadardır; belki bir hülâsasıdır. Eğer Kadîr-i Ezelî’ye verilmezse, o esbab-ı maddiye
Hulusi Bey: Yani o sineğin yaratılması Kadîr-i Ezelî’ye verilmezse, o kudret onun ezelden beri lâzım-ı gayr-ı müfarık, ondan ayrılmaz. Allah ola da ilmi olmaya hâşâ! Allah ola da kudreti olmaya, hâşâ! Bunlar sıfati sıfat-ı ilahiyyedir. Bunlarsız ilahlık olur mu? hâşâ! Olamaz. Kadîr-i Ezelî diyor. Ezel nedir? Evveli olmamak. Cenab-ı Hakk’ın evveli olmadığı gibi O’nun kudretinin de evveli yoktur. İlminin de evveli yoktur. Ahiri de yoktur, sonu da yoktur. Evet.
-: Eğer Kadîr-i Ezelî’ye verilmezse, o esbab-ı maddiye onun vücudu yanında bizzât hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir nümunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri îcab ediyor. Çünki sebeb maddî ise, müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu hâlde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte erkân-ı âlem ve anasır ve tabayiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.
Hulusi Bey: Ondan sonra da akıllı desinler bize.
-: İşte, Sofestaînin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanıyorlar.
ÜÇÜNCÜ MUHAL: اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ اِلاَّ عَنِ الْوَاحِدِ
Hulusi Bey: Birden ancak bir olur.
PDF Dosyası İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 110) YİRMİÜÇÜNCÜ LEM'A, TABİAT RİSALESİ DERS - 1 başlıklı makalemizde tabiat risalesi ve YİRMİÜÇÜNCÜ LEM'A hakkında bilgiler verilmektedir.