118) ONYEDİNCİ SÖZ – DERS – 2

118) ONYEDİNCİ SÖZ – DERS – 2

ADAD

Hulusi Bey

ONYEDİNCİ SÖZ – DERS – 2

Hulusi Bey: Hikâyenin şeyine bakılır mı? Kaidemiz nedir?

-: İbret almak.

Hulusi Bey: Acaba doğrumu, acaba mevsuk mu? Bir kere ashab-ı rakim ayetle, ayetle tesbit edilmiş ashab-ı rakim denilen bir zümre var. Onu salahiyetli merci olan müfessirler üç kişi olarak beyan ediyorlar. Ve böyle ufak bir bunun kısaltılmış bir hikâyesini de yapıyorlar. Tefsirin vüsatine göre böyle bir izahı var. Ha bundan bizim istifademiz ne? Burada birisi hukuk-u ibad’a taalluk ediyor. Değil mi? Kul hakkı, kul. Kul hakkı, gelmedi geleydi. Değil mi? Yememiş, aldı bir koyun kuzulayıcısını almaz da kısırını alır keser kavurma eder kendi yer. O zamanın akçası parası. Yapmamış, kul hakkına riayet etmiş biri bu. İkincisi fırsat kendisine gelmiş, kandırmış fakat sırf Allahtan korktuğu için nefsinin arzusunun son deminde ne yapmış? Ona muhalefet etmiş. Üçüncüsü anasının hukukunu, ona itaati, ona merhametini ne yapmış göstermiş. Şu üç esas bir adamda bulunması dünya zindanından onları selamete çıkarıyor. Şimdi evet, bunları kendi hayatımıza tatbik edebiliriz. Şimdi nefsimizin istediği çok şeyler var. Hukuk, filan adam sende. Görmedi ya, Bektaşi’nin hikâyesi de malum ya. Yirmi parası varmış gidiyor şeye meteliği veriyor, ekmek ver diyor. Ekmeği veriyor hani parası diyor. Ya verdim ya. Ya ne verdin ya utanmıyorsun saçından, sakalından. İkinci meteliği de ona veriyor. Şimdi katık yapacak peynir lazım. Gidiyor bakkala bir meteliklik diyor şey ver. Metelik filan bilmezler. On para ha, bir kuruşun kaçta biri, kırkta biri. Kırk paranın dörtte biri. Oda tutuyor on paralık peyniri veriyor, yüz lira. Mesela bir kuruş,  yüz ise okkası. Yüz lira peynir. Peyniri alıyor. Parası? Verdim ya diyor.Bakıyor saçına, sakalına doğrudur diyor belki, geçiyor geriye diyor ki ya Rabbi işin hakikatini sen biliyorsun, fırıncıdan al bakkala ver.

-: Param orda kaldı.

Hulusi Bey:  Yani işin hakikatini sen biliyorsun. Fırıncıdan meteliği al bakkala ver. Şimdi kul hakkını korumak, nefsin tahaccumatı belli, oda öyle. Başka, ne idi? Anaya, babaya itaat. Şimdi din, iman işinde biraz terakki edenlerde ebeveyne hürmet var. Bunun dışındakiler ebeveyne hürmeti çeşitli kötüleyici lakaplarla gitse de kurtulsak. Evet, anasının babasının ölümünü istemek, insanlıktan çıkmak, yırtıcı canavar olmak demektir. Çünkü o şefkat madenlerine karşı ivezsiz bir şeye, onlara hürmet etmeye mecburuz. Hatta bilirsiniz, bir zat geldi dedi ya Resulallah anam babam öldüler, ben onlara hayatta iken evlatlık vazifemi yaptım. Acaba onların hakkını yerine getire bildim mi, getiremedim mi? Getiremezsin diyor, getiremezsin. Çünkü baba, ana evlatlarının hayatları için hayatlarını feda ederler. Bilhassa ana. Fakat evladın hayırlısı babasının, anasının ölünceye kadar kendisinden gücenmemesini ister. Aradaki farka bak. Nasıl olsa ölecek, fakat ben gücendirmeden keşke ölse. Birisi hayatını feda ediyor, onun yaşamasını istiyor canla, başla gayet samimi olarak.  Sonra öbürü hizmet ediyor bilmem ne ediyor, gayesi ölünceye kadar gücendirmemek. Onun için ananın, babanın hakkı yerine getirilebilir mi? El cevap getirilemez. Bu kadar ehemmiyetli, oraya almamış amma bunu da günah-ı kebairden sayanlar var. Hadi bakalım yeter o. Büyü yani sihir, sihir, sihir yapmak.

-: Allahu Tealanın katline haram kıldığı kimseyi öldürmek.

Hulusi Bey: Yani biğayri-i hakkin, hiç hakkı yok. Muharebe oluyor birbirilerini öldürüyorlar. O öldürmese o öldürüyor. Hangisi silahın daha iyisini yaparsa hasmını daha çabuk ortadan kaldıracak. O terakki etmiş, ona medeni deniliyor. Evet.

-: tefecilik etmek.

Hulusi Bey: Ne demek?

-: Faizcilik.

Hulusi Bey: Faizcilik, vurgun vurgun. Yani helal, haram düşünmemek. Haram dairesinde geçinmek, haram yolda. Evet.

-: yetim malı yemek,

Hulusi Bey: Ooo aman aman!

-: düşman ile muharebe yapılırken kaçmak, evli ve hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zina isnat ve iftira etmektir.” Buyurdu.

Hulusi Bey: Onun içindir ki onda şeriat dört tane şahit istiyor. Adil şahit. Bu gibi isnat ve iftiralar dört tane şahit. Evet, başka şeylerde iki şahit kâfi. Fakat bunlarda dört tane şahit olacak, adil şahit yani. Yalan söylemesine imkân olmayacak evet. Bitti.

-: Evet.

Hulusi Bey: Tamam.

-:

Onyedinci Söz

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ٭ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى اْلاَرْضِ زِينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً ٭

Hulusi Bey: Bu da sure-i kehf’tendir

وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا ٭ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ

Hulusi Bey: En hasibte

اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّق۪يمِ

En hasibte. Öyle değil mi Molla?

-: Evet.

Hulusi Bey: En hasibte. Evet.

-: Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni’-i Hakîm;

Hulusi Bey: Hâlık-ı Rahîm, bak Hâlıktır, Rahîmdirde. Acıması var. Evet.

-: ve Rezzak-ı Kerim

Hulusi Bey: Rezzak-ı Kerimde istemeden veriyor, gücü yetmediği halde ağzına sokacak kadar uzatıyor. Evet.

-: Allah, Allah.

-: ve Sâni’-i Hakîm;

Hulusi Bey: Ooo yaptığı işler, gayet sanatlı olmasına rağmen, nedir? Hikmetli, Sâni’. Ama eli sanaat yaptı, bir eser getirdi fakat bak abesle iştigal etmiş. Nitekim onbirinci sözde beyan eder ya. Birini bir hâkim, bir feylesofa verdi, o musanna Kur’anı. Diğerini müdakkik bir âlime verdi. Birisi yalnız onun suri ziynetine baktı. Ona göre onu tavsif edecek bir şey yazdı. Sonunda ne gördü? Başına eserini vurdu, başını yesin yaptığın iş. Bir kere buna kitap nazarıyla bakmamış, bir mana ifade etmiyor, manasızlıkla ittiham etmiş. Değil mi?

-: Evet.

Hulusi Bey: Ha. Öbür tarafta müdekkik âlim güzel bir tefsir yaptı. Barekallah, maşallah hakkaaki güzel bir tefsir olmuş diye ona da ne yaptı?

-: Takdir etti

Hulusi Bey: Takdir buyurdu, iltifatına mazhar etti. Evet.

-: Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni’-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için

Hulusi Bey: âlem-i ervah

-: ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehasin ve in’amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir,

Hulusi Bey: Havas, duygularla. Duygularla mücehhez

-: bir cesed giydirir,

Hulusi Bey: Bir kere o temaşagâha gönderir.

-: bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir. Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı,

Hulusi Bey: Şimdi buranın başından kavramak lazım işi. Âlem-i ervah ve ruhaniyat için dedi. Demek ki şu gözümüzün önündeki âlemden başka bir âlem var. Orada ervah var, ruhaniler var. Ruhanileri o şeriatın tarifine girmiş, biz onlara bir şekil, düzen verecek değiliz. Şimdi acaba o âlem-i ervah dediği şey ne oluyor? Bir kere şu âleme gönderiyor değil mi?  Bir ceset libasını giydiriyor. Ruhları, ruh halinde bırakmıyor. Bir kere bu tamam. Amma evvela onlar için bir şehr-i ayin, temaşa, bir rağbet var. Demek ki onların iştihayını çekecek bir vaziyet var. Evvela bu temaşagâha bakılması lazım gelen, görülmesi lazım gelen yere, gelmelerine bi iştihalarını açıyor onların. İşte ceset libasını giyip, buraya geliyor. Şu halde biz daha ileri gitmeyelim amma şöyle bir mana versek buna zannederim yerinde bir mana olur. Demek ki âlem-i ervah iki türlü ruhların meskeni. Birisi henüz ceset libasını giymemiş, biriside cesetlerini bırakmış ervah âlemine o cesetlerinin benzeri latif bir ceset giyerek gitmiş ruhanileşmiş. Arz edebildim mi? Ha. Bu iki zümre orda, oradan daha ceset libasını giymemiş olanlar, buraya gönderiliyor. Fakat burada rahmi mader yoluyla, birden bire böyle Hz İsa gökten inecek gibi değil yani. Rahmi mader yoluyla geliyor. Âlem-i ervahtan, rahmi maderden, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, sırattan geçer nereye gider? Ebedi âleme gider, bir yolculuk. Evet, bir müddet ana karnında, bir müddet çocukluk hayatında eğer yaşarsa. Kader programımda onun hayatının ne kadar safha geçireceği tesbit edilmiştir elbet. Eğer müsaade ederse diğer safhalarda ondan görünür. Eğer müsait değilse, hikmet-i İlahi iktiza etmemişse çocukken hatta rahmi maderde de ölü olarak şey eder hayatın tadını almadan ölü olarak ordan dünyaya gelebiliyor, geliyor değil mi? Böyle de var. Çocuk ölü olarak dünyaya gelmesi de hesapta da var.  Ondan sonra az bir yaşar, çok yaşar nihayet yaşadı, yaşadı bin yaşadı sonunda ne oldu? Şimdi bin yaşayan da öldü. Demek ki şu sözden yani ervah âlemini de seyre, temaşaya iştihanı açacak bir surette şu âlemi süslüyor. Onlar bile bakmasına, seyrine ve içine girmesine hevesleniyorlar. Öyle donatıyor, ondan sonra diyor haydi buyurun.

-: Efendim! Acaba âlem-i ervahtaki ruhlar arasında dünyaya gönderilenlerle gönderilmeyenlerin libasları arasında fark var mı? Mesela dünyaya gönderilmiş olan ruhlar var, âlem-i ervahtan, birde hiç dünyaya hiç gelmemişler var.

Hulusi Bey: Hiç daha gelmemiş ama gelecek. Gelecek.

-: Orda duruyor.

Hulusi Bey: Şimdi bu nedir bak şeyde diyor ki; ben taaa elestü şeyini “Elestü bi rabbiküm” dediği zamanda, ebediyetin son şeylerinde ki ruhlarda ne yaptılar? Ordan ona “bela” dediler. Bela, evet sen bizim Rabbımızsın. Demek ki anlaşılıyor ki Cenab-ı Hakka göre ezel, ebet meselesi var mı?

-: Onlarda bir misal-i cesedi var mıydı acaba?

Hulusi Bey: Yok, yok. Ceset libasını giymemişler. O ebediyetin taaa sonunda, o gelecek. Mesela kıyamete yakında, en yakın bir zamanda bile doğum olmayacak mı?

-: Olacak.

Hulusi Bey: Olacak. Yani bir veyahut birkaç, birkaç bin, milyon ruhlar ceset libasını giyecekler, teşekkür ederim. Sıra bekliyor, zamanı geldi mi onu gönderir diyor, gelirler değil. O günde bir kere o temaşagâha gönderilir.

-: Efendim burda bir kısmı âlem-i ervahtaki, bir kısmı dünyaya gelmiş cesetlerini bırakmış âlem-i ervaha geçmiş. Bir kısmı da hiç gelmemiş.

Hulusi Bey: Gelmemiş gelecek.

-: Gelmemişlerle, hiç dünyaya gelmemişlerle, cesetlerini bırakıp âlem-i ervaha geçmişler arasında bir fark var mı?

Hulusi Bey: Fark var daha, biri ceset libasını giymemiş. Daha bir şey yok, bir teşahhus yok.

-: Onlarda bir misal-i ceset var mıdır efendim?

Hulusi Bey: Onlarda misal-i ceset bilmiyoruz.

-: Onu soruyorum efendim.

Hulusi Bey: Onu bilmiyoruz, bir ceset libası giymediğine göre hangi şeye sokarız?

-: İkisinin arasında fark var mı diye sordum.

Hulusi Bey: Var, var. Çünkü وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ى

Biz Âdem’e kendi ruhumuzdan nefh ettik. Ondan sonra, o elestü ondan sonra oluyor. Yaaa.

-: bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir. Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhâssa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sagirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melaikeleri ve sekene-i semavatı seyre celbedecek bir cazibedarlık görünüyor

Hulusi Bey: Onları seyre, onları seyre. Şimdi efendim biz duymuyoruz, fakat artık şu derslerden öğrendik ki her şey Cenab-ı Hakkı tesbih eder. Değil mi? Mesela gökten yağmur yağdıran Allah, yerden otu bitiren, ağacı yetiştiren Allah. Peki, bu şeyler ki vücud libasını giydiler. İster ot, ister ağaç, ister hayvan Cenab-ı Hakkı tesbih ediyorlar mı?

-: Ediyorlar.

Hulusi Bey: Ediyorlar. Bunları biz anlayabiliyor muyuz?

وَلٰكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 117) ONYEDİNCİ SÖZ - DERS -1 başlıklı makalemizde ONYEDİNCİ SÖZ hakkında bilgiler verilmektedir.