126) YİRMİALTINCI SÖZ (KADER RİSALESİ) DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

YİRMİALTINCI SÖZ (KADER RİSALESİ) DERS – 1

12/07/1975

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.

DOĞRU SÖZLÜLÜĞE DAİR AYET VE HADİSLER.

قال الله تعالى : يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ

Allahu Teala söyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve doğrularla beraber olunuz!”

Allahtan korkunuz! Ve doğrularla beraber olunuz.”

قال الله تعالى : وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ إلى آخر الاٰية…

“Doğru olan erkekler ve kadınlar Cenab-ı Hak bunlara mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.”

قال الله تعالى : ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۚ

“Allah’a karşı sadık olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu.

عَنْ ابن مَسْعُودٍ(رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قال : إن الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ, وَإن الْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ, وَإن الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللهِ صِدِّيقًا, وَإن الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ, وَإن الْفُجُورَ يَهْدِي إِلَى النَّارِ, وَإن الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ حَتَّى  يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

٭صَدَقَ رَسُولُ اللّٰه

İbn Mes’ûd (R.A)’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhissellam şöyle demiştir: “Doğru sözlülük iyiliğe götürür, iyilik te Cennet’e götürür. Adam doğru söyleye söyleye Allah nezdinde sıddıklar derecesine çıkar. Yalan söylemek fenalığa, fenalık ta Cehenneme götürür.

Yalan söylemek fenalığa, fenalık ta Cehenneme götürür. İnsan yalan söyler (durur da), nihayet Allah nezdinde yalancı diye yazılır.”

أبي مُحَمَّدٍ الْحَسَنِ بْنِ عَلِيِّ بْنِ أبي طاَلِبِ رضي الله عنهما

Ebû Muhammed el Hasen bini Ali bini Ebû Tâlib (R.A.)’dan rivayet edildiğine göre peygamber aleyyisselam’dan: “Şüpheli işi bırakıp, şüphesiz işe sarıl zira doğruya gönül yatışır ve yalandan şüphelenir” dediğini ezberledim, demiştir.

Ebû Süfyan Sahr bin Harb (R.A.)’den rivayet edildiğinr göre, Hirakl sordu:

O adam (Yani peygamber aleyhisselam) size ne emrediyor? Ebû Süfyan der ki: “Ben de: Yalnız Allah’a kulluk ediniz, O’na hiçbir şeyi koşmayınız. Babalarınızın söylediklerini bırakınız. der ve bize namaz, doğruluk, iffet ve sıla-yı rahmle emreder, dedim.”

Bedir muharebesinde bulunan, bir rivayete göre Ebû Sabit, diğer bir rivayete göre, Ebû Saîd ve üçüncü bir rivayete göre Ebu’-l–Velîd diye künyelenen Sehl bin Huneyf (R.A.)’den rivayet edildiğine göre, peygamber aleyhi’s-selam şöyle demiştir:

“Bir kimse sıdk ve hulûs ile Allah’tan şehitlik dilerse, Allah onu yatağında ölse dahi, şehitlik derecesine erdirir.”

Onda kaldık. Gel biraz sen oku Muhammed Ali. Buyur. Yirmialtıncı sözü okuyoruz.

-:

YİRMİALTINCI SÖZ

Kader Risalesi

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ ٭ وَ كُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ

[Kader ile cüz’-i ihtiyarî, iki mes’ele-i mühimmedir.

Hulusi Bey: Mühim bir dersi okuyacağız. Çokların takıldığı meseledir. Dikkatle dinlenilsin. Anlaşılmayan yeri tekrar ederiz. Umarım ki Cenab-ı Hak müşkülümüzü halleder.

-: Ona dair dört mebhas içinde birkaç sırlarını açmağa çalışacağız.]

BİRİNCİ MEBHAS: Kader ve cüz’-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz’lerindendir.

Hulusi Bey: Bir daha.

-: BİRİNCİ MEBHAS: Kader ve cüz’-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz’lerindendir.

Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani mü’min herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk’a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için “Cüz’-i ihtiyarî” önüne çıkıyor. Ona “Mes’ul ve mükellefsin” der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemalât ile mağrur olmamak için, “Kader” karşısına geliyor. Der: “Haddini bil, yapan sen değilsin.”

         Evet kader, cüz’-i ihtiyarî; iman ve İslâmiyetin nihayet meratibinde.. kader, nefsi gururdan ve cüz’-i ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler.

Hulusi Bey: Gel buraya gel. Bir köşeye sığınma. Bismillah de yatmaya başla.

-: Evet kader, cüz’-i ihtiyarî; iman ve İslâmiyetin nihayet meratibinde.. kader, nefsi gururdan ve cüz’-i ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler.

Hulusi Bey: Öyleyse bir sual. Ortak cevabı bu işte. Kader niye mesali-i imaniye arasına girmiş?

-: Nefsi gururdan kurtarmak için

Hulusi Bey: Nefsi gururdan… Nefis nasıl gurura girer? İnsandan iyilikler de zuhur eder kötülükler de. İyilikler zuhur ettikçe ben yaptım der. Ben yaptım der, ben yaptım diye diye gurura düşer. Halbuki kader ona ne yapıyor? İhtar ediyor, diyor ki yapan sen değilsin. İyilik kimdendir?

-: Allah’tan

Hulusi Bey: Bir düstur. İyilik Allah’tan, kötülük? Nefisten. O da yine ayet, kısaca meali odur.

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ

Türkçe, bu ayetin kısacık manası: İyiliği Allah’tan, kötülüğü nefsinden bil. İyiliği Allah’tan, kötülüğü nefsinden bil. …. İnsandan iyilik zuhur ederse kimden bilecek?

-: Allah’tan

Hulusi Bey: E yapan kendisi? Ama ona yaptıran kim? Allah. Böyle Allah’ı hatırlaya hatırlaya Fail-i hakiki O’dur, ben bir vasıtayım iyilikte, onu düşüne düşüne artık gurura girmez. Bana iyiliği yaptıran bir hâmim var, bir sahibim var, bir malikim var. Benden iyi şeyleri zuhur ettiren O. Evet

-: Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri seyyiatının mes’uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak

Hulusi Bey: Bir daha

-: Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri seyyiatının mes’uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in’am olunan mehasinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz’-i ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz’-i ihtiyariyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî mes’eleler değildir.

Hulusi Bey: İlmi meseleler dediği de buymuş. İlmi meseleler de bu. Bir daha okuyalım orayı.

-: Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin

Hulusi Bey: Şimdi Nüfus-u emmare diyor, ne demek o?

-: Kötülüğü emreden nefisler

Hulusi Bey: Hah, nüfus-u emmare. İnsanlarda ne vardır? Nefis vardır. Nefis haddizatında ne emreder? Kötülüğü emreder. Burda cem-i demiş, nüfus-u emmare, öyleyse kötülüğü emreden nefisler. Nüfus-u emmare; kötülüğü emreden, kötülüğü isteyen, kötülüğe teşvik eden, nedir? Nefs-i emmaredir. Evet

Hulusi Bey: Bir de onun mütemerridi var, yani uslanması yok. Yapar, yine yapar. Her defasında güya kati bir bürhana dayanıyormuş gibi Rabbim Ğafur-u Rahim’dir der, yine cesaretlenir, yine yapar. İstiğfar eder, pişmanlık gösterdiğini ifade eder, dili Estağfirullah der, Estağfirullah’ın harareti dilinden geçmeden yine bir cesaretle ikinci bir aynı meseleyi, aynı kötülüğü bir daha yapmaya bir cesaret kendisinden gelir. Feyasübhanallah işte nefs-i emmare mütemerrittir böyle, muannittir. Kötülüğü işler, sahibini uçuruma götürür, fakat bir defayla yakasını bırakmaz. Ne yapar, sırtını yere getirinceye kadar pehlivanın, öyleyse nefsi

Pehlivan Amca: Nefsini yenendir pehlivan.

Hulusi Bey: Hah pehlivan odur. Nefsini yenen pehlivandır yoksa hasmını yenen pehlivan değildir. Bizim pehlivanın düsturu, hakiki bir düstur. Bunun diğer bir ayetle izahı,

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ

٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭

Gadap halinde öfkesini yenen nedir? İşte o pehlivan odur ha. İktidarı var, istediği şeyi yapacak fakat öfkesini kuvveden fiile çıkarmıyor, sabrediyor, işte o pehlivandır. Üşüdüyseniz sırtınıza alın. Yani öyle nabzına bakıp şey edeceksen, bakarsın böyle imtihanda bu surette muvaffak oluyorsa; mesela burun kanatları böyle başladı, şahdamarı kabardı, o vaziyette şey oldu mu, söndü mü o gadabı, işte pehlivan odur. Onu çekersin kendi tarafına alırsın. Yoksa gadaba geldi mi yumruğunu sıkarak hücum ediyor, sen bana yaramazsın. Evet.

-: Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri seyyiatının mes’uliyetinden kurtulmak için kadere yapışmak. Ve onlara in’am olunan

Hulusi Bey: Onlar mütemerrid nüfus-u emmarenin seyyiatının kurtarmak için

-: Kadere yapışmak

Hulusi Bey: Kadere yapışmak. Ne yapayım, ben yapmak istemezdim ama kaderim böyleymiş. Maşallah. Nerden cesaret aldın, kim sana söyledi böyle? Yani sen hiç mükellefiyetini filan tanımıyorsun yani, yaptığının hesabını vereceksin, mesuliyet var, mükellefiyet var. Bu hiç hatırına gelmedi, aklına geleni yaptın, nefsin istediğini yerine getirdin. Ondan sonra da ne yapayım, yapmazdım ama kaderim böyle, herif de beni kızdırdı yani, hiddete getirdi, ben de doğrusunu yaptım. Hakimlere verilen ifadeler de bu şekilde; ben böyle yapmazdım ama bir kere damarıma dokundu, ondan sonrasını da bilmiyorum, haaa tecahül. Yerinde bir tecahül. Bilmiyorum, ne yaptığımı bilmiyorum. Burada hâkimin insafına, adaletine değil de hâkimin insafına dehalet eder gibi mazlumane bir ifadede bulunmak, kendisini acındırmak. Hâkim öyleyse peki, sana bir beraat vereyim de git bir daha şey yapma mı diyecek? O nüfus-u emmare onda iken mütemadiyen affedilse yine aynı şeye cesaret verecek ve aynı hatayı, aynı suçu devamlı bir surette işleyecek. Çünkü nüfus-u emmare ıslah olmazsa onun yapacağı iş daima kötülüğü yapmaktır. Peki

-: Ve onlara in’am olunan mehasinle iftihar etmek

Hulusi Bey: Onlara in’am olunan mehasinle iftihar etmek

-: Gururlanmak, cüz’-i ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz’-i ihtiyariyeye zıt bir harekete sebebiyet veren ilmî mes’eleler değildir. Evet, manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var.

Hulusi Bey: Manen terakki etmeyen

-:  avam içinde kaderin cây-ı istimali var.

Hulusi Bey: Sual-cevap birbirinin içersindedir ha. Manen terakki etmeyen insanlara ne denilir? Avam denilir. Manen terakki etmeyen avam içinde yani halk içerisinde

-: Kaderin cây-ı istimali var

Hulusi Bey: Terakki etmemiş, ondan dolayı o bir şey yapsa, bir kötülük yapsa ne diyecek? Kaderim böyleymiş. Ama mübarek adam hiç diyemiyor ki şu iyiliği ben yaptım, bu da kader-i ilahinin tensibiyle oldu, Allah bana lütfetti, bu iyilik benim yapacağım iş değildi ama Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla oldu, O’nun takdiriyle oldu, onu orda demez. Kötülüğe geldi mi ne diyecek?

-: Kaderim.

Hulusi Bey: Kaderim, evet. Bunu kimler yapıyor?

-: Avam

Hulusi Bey: Cahiller. Ama dün okuduğumuz bir ayette de

وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

 Vardı ha onu da unutmayalım. O ayet-i kerimede cahillerden ne yap?

-: İğraz et

Hulusi Bey: İğraz et, onlardan yüz çevir. Çünkü cahilin mahall-i istimali ayrı ayrıdır. Bazen gençlere de cahil derler. Ondan bir suç zuhur ettiği zamanda daha cahil derler. Peki. Bir de okuması yazması olmayana, ümmi yerine ne derler? Cahil derler. Meselemiz kader meselesi olduğu için, kader de imanın altı rüknünden mühim bir rüknü olduğundan dolayı buradaki cahil kimdir?

-: Manen terakki etmeyen

Hulusi Bey: Manen terakki etmeyen avam arasında, hala cehilden kurtulmamış, iman bilgisi eksik, hah. Madem ki mesele-i imaniyedir sözümüz, öyleyse imani bilgisi eksik olana ne denir? Cahil denir. Daha gelişmemiş, daha olgunlaşmamış, daha kemale ermemiş. Bu nedir öyleyse? Cahildir yani bilmediğinden için işliyor, bilmediği için söylüyor, bilmediği için yapıyor. Evet.

-:  Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır.

Hulusi Bey: Hâ o da maziyat

-: Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki

Hulusi Bey: Maziyat, geçmişlerde, bir de musibetlerde evet

-: Maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır.

Hulusi Bey: Nasıl?

-: Ye’sin ve hüznün ilâcıdır.

Hulusi Bey: Hah, başından geçen şeyleri düşünür de o zaman ne der? Kaderdendir der. Bir de musibetlere uğrar, kaderimdir der. Fakat yeri burasıdır, onlar cahiller de bunu burada kullanırlar. Avam, avam arasında mahall-i istimali var, kullanılıyor. Ne kullanılıyor? Kader kullanılıyor. Başına gelen geçmiş vakayı hesab eder, kaderimdir der, musibetlerde kaderi görür. Evet burada söz var ama ben o sözü bekliyorum, yeri gelsin sonra söyleyeyim fakat büsbütün kapalı da kalmasın. İnsanın başına bir musibet gelse hakikatte o musibet sellemehüsselam gelir mi? Yani emirsiz acaba insanı, karınca ısırır mı? Fıtri haccam dediği Üstadın pire, insanın kötü kanını hacamat edebilir mi? Onu kullanan var, onu vazifelendiren var. Bunun gibi musibetler de kendi kendine gelmez, onları da bir amirin emrine bağlamak, iradesine bağlamak lazım geliyor. Şu hâlde Cenab-ı Hak onu da şimdi biraz da fenni sahadan bahsedelim. Mikrop var mıdır mikrop, gözle görülmeyen, küçücük mahluklar var mı? Var. Dev gibi bir adamı tabiri caizse, zararlı bir mikrop onun bedenine girse onu eritebilir mi? Hilale çevirebilir mi, ince bir vaziyete getirebilir mi? Nihayet onun sırtını yere getirip ruhunu teslime hazırlayabilir mi? Fail eğer o mikrop ise biz şimdi diriler, sağlamlar arasında bulunduğumuza göre hepimizde sayısız öyle muzır mikroplar bizde var. Neden dev gibi insanın sırtını yere getiriyor, ölümüne sebep oluyor da bizlere niye tesir etmemiş? Öyleyse gelin işin hakikatini düşünelim; mikrop da olsa yani zerreden semavat kandillerine kadar kimin mülküdür?

-: Allah’ın

Hulusi Bey: Allah’ındır. Onu istimal eden, istihdam eden de Allah’tır. O’nun iradesi olmazsa öldürücü bir mikrop insanın içerisine girmez, kanına girmez, kanser yapmaz, ölümünü temin etmez. Fakat irade-i ilahiye çıkınca bir sinek, uluhiyet davasında bulunan Nemrut’u gebertir mi? Gebertir. Karınca o zaaf-ü haliyle beraber Firavun’un sarayını harap edebilir mi?

-: Edebilir

Hulusi Bey: Eder. Bu bir misal. Şimdi hastalıktan sakınmak, mikrobik planlarla bilmem neyle mücadele etmek, Sağlık ve sosyal bakanlığının teşkilatından ilaçların bolluğundan bilmem neyle istifade etmek gibi şeyler, bunlar zahiri tedbirler. Bunlara müracaat edilsin mi? Edilsin ama bir adamın bütün müracaat edeceği tedbirler, onun eceli gelmişse onu ölümden kurtarabilir mi? Kurtaramaz. Kadere iman haktır, imanın bir rüknüdür, fakat ecel de birdir ha. Yaşayanlar ölecek mi? Ölüyorlar mı? Ne zaman? Belli değil. Gizli tutmuş. Cenab-ı Hak gizlemiş ki daima ölümle hayat arasında bir vaziyette bulunalım. Bizi korkutacak, endişeye sevkedecek bir mesele var. Hakikati de şudur ki; öldükten sonra artık insanın fiili, işi bitmiştir. Ne hayır gelebilir ne şer gelebilir. Defteri dürülmüş, hesaba intizar edecek bir vaziyete gelmiştir. E ne yapması lazım? Bir düstur halinde hiç ölmeyecek gibi dünyasına, hemen ölecekmiş gibi de ahiretine çalışmak lazım. Yani bu işin bir sonu var, sonu da nedir? Beni halkedip şu iptila alemine gönderenin huzuruna çıkacağım. Ey kulum gel bakayım, ne yaptın? Böyle bir suale maruz kalacağım. İşte bu sual, bir hâkim ki Hâkim-i Zülcelal olsa, şahitler insanın azaları olsa. Ya, evet bu mesele açıldı mı bu ayetlere temas etmeden geçemiyoruz çünkü ne yapıyorsun, bugün cuma akşamı, kandil akşamı, ne yapıyorsun, Yasin-i şerif okuyorum. Allah mübarek etsin. Ne için? Ölülere bağışlıyorum. Peki orada şu ayet var mı?

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 Var mı? Bunu da ölülere bağışladın mı, sende ne kaldı? Evet okuduğumuz ayetten bir hisse alalım. Bir gün gelecek

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ

Cenab-ı Hak ağızları mühürleyecek, ağızlar söyleyecek vaziyette kalmayacak.

وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ

Elleri konuşturacak

وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ

Ayakları da şehadet ettirecek.

بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ne kazanmışlarsa onun hakkında birisi konuşacak, diğerleri şehadet edecekler. Şöyle bir gün var. Şimdi öyleyse mübarek Müslüman cuma akşamı, kandil akşamı Yasin-i şerifi okuma demiyoruz, oku da onda böyle bizi titretecek, endişeye sevk edecek bir ayet-i kerimenin vücudundan haberdar ol da onu okurken de ki böyle bir günüm gelecek, benim sahibim, Mâlik, Zat-ı Zülcelal vel-ikram hazretleri beni sorguya çekecek, başka şahide lüzum yok, azalarım şahitlik yapacaklar, azalarım konuşacaklar.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 125) ONSEKİZİNCİ VE ONDOKUZUNCU SÖZ DERS – 3 başlıklı makalemizde 18.söz ve onsekizinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.