ONBEŞİNCİ MEKTUB/DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEALİ DERS – 2
-: Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak;
Hulusi Bey: İslâmiyet metbu’, İslâmiyet metbu’ makamında kalacak.
-: Din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini,
Hulusi Bey: Cism-i beşerîsiyle bulunan.
-: Bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir.
Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır.
Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misalîyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.
Hulusi Bey: Daha duymadığımız neler var? Cenab-ı Hak nerede hangi köşe bucakta dua bekleyen hastalar varsa Cenab-ı Hak şafi ismi hürmetine onları acilen şifaya layık görsün.
-: Âmin.
Hulusi Bey: Evet.
-: Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır.
Hulusi Bey: Şimdi akşam dün de okuduk, evvelsi gün de okudum Zahr-i gaybla yapılan dua reddedilmez Şimdi bu hastalar bize karşı, biz onları görmüyoruz. Onların arkalarından Erhamurrahiminden şifa niyaz ediyoruz. Bu duanın kabul olmasının bir şeklidir bir vaziyetidir. Bu şekilden istifade ediyoruz. Mademki mü’minin mü’mine onun arkasından yapacağı dua kabule karin olur. Öyle ise bizden dua isteyen ne kadar hastalar var, ne kadar müşkil vaziyette olanlar varsa Cenab-ı Hak, şafi ismi ile onları sıhhata, felaha, saadete, selamete eriştirsin Âmin. Lillahil Fatiha.
-: Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit,
Hulusi Bey: Bugün maşallah epeyi okumaya başladın ….. Eskisi gibi tutukluk yok. Benim çenem tutuluyor da onun için istifade ediyorsun. Haydi.
-: Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir.
Hulusi Bey: Terleyip duruyorsun benim gibi üzerindekini çıkar önüne al, önüne al. Önüne al ha uzağa gönderme.
-: Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.
Sual: Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı Cennet’i var; devam edeyim mi?
Hulusi Bey: Edelim bunlar ne yapacak? Başka bir marifetin varsa göster.
-: Sual: Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı Cennet’i var; kendine tâbi’ olanları ona atar. Hem yalancı bir Cehennemi var; tâbi’ olmayanları ona atar. Hattâ o kendi merkebinin de bir kulağını Cennet gibi, bir kulağını da Cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi bu kadardır, şu kadardır…” diye tarifat var?
Hulusi Bey: 1223’te miydi? Japon-Rus muharebesi?
-: 1904
Hulusi Bey: Benim tercümesini sen yap. O zaman Port Arthur kalesini alan Rusların, Japon kumandanın bir ayağı Japon adalarında, bir ayağı Port Arthur kalesinde gösterecek şeyler yapmışlar. Hâlbuki Japonların çelimsiz bir vaziyetleri var, küçük, cüsseli insanlar fakat onun gördüğü işin azameti, manevi şeysi o küçücük kumandanını yani bir taş bebek kadar olan kumandanını, çok dehşetli bir heyula vaziyetinde gösterip bir ayağı Japon adasında diğer ayağı Port Arthur kalesinde gösterdi, diyor onuda geçer bilmiyorum, burda mı geçer?
-: Elcevab: Deccal’ın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan; surî, cebbarane olan hâkimiyetine, ulûhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir.
Hulusi Bey: Pek?
-: Cesim.
Hulusi Bey: İşte o cesim.
-: Rivayetlerde Deccal’a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya’nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal’asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanı’nın bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.
Amma Deccal’ın yalancı Cennet’i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı fantaziyeleridir.
Hulusi Bey: Hangi medeniyettir Hacı?
-: Mimsiz.
Hulusi Bey: Mimsiz mimsiz ya.. Şimdi onu neyse yeni yazı ile okuyanlar mimsizi anlamazlar pek. Medeniyetin Kur’anca yazılışında ( ت ى ن د م) mim, dal, nun, ye, te. Mim’ini çek al geriye kalır dal, nun, ye, te. Ne olur o zaman? Deniyet olur. Medeniyet gider deniyet olur yani alçaklık. Türkçesi alçaklık.
-: Cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir.
Hulusi Bey: Velhasıl bu gün o şey yumurtacıda bir acip bir hal var, boyna kaynıyor ha. Gâh tükürük hazırlıyor, gâh boğazını ayıklıyor bir şey yapıyor ama nedir? Derdin ne babam söyle?
-: Heyecanlıyım. Heyecanlıyım!
-: Heyecanlıyım diyor.
Hulusi Bey: Demek o yutkundukça iyi anlıyorsun. Tamam.
-: Merkebi ise, şimendifer gibi bir vasıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tâbi’ olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi’ olanları oraya oturtur.
Hulusi Bey: Ya da arkasındaki yataklı vagonlar. Restoranlar. Hasduranlar. Hasdur haso. Haso hasdur.
-: Zâten sefih ve gaddar medeniyetin
Hulusi Bey: Sen nerdeydin akşam yine hacının şeysi?
-: Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir.
Hulusi Ağabey: Hasan da mı yok?
-: Kayıp.
Hulusi Bey: Çavuşlar başçavuşlar filan? Ha, Said benim dersimi oku biraz bir değişiklik olsun.
-: “Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerim’dir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin, zayi’ olmasın. İleride mühim bir fiat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin tâkatın yetmediği şeylerden seni muhafaza eder.
-: Çocuk Kur’an okuyor. -Maun suresi-
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ ٭ فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ ٭
وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ ٭ فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ ٭
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ ٭ اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ
٭ وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ ٭
-: Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir. Bîçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde Cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.
Hulusi Bey: Şimdi bu bahis evvelce okunduğu vakitte söylemişimdir belki yeni cemaatimize de anlatmışımdır münasebet geldikçe. Haydarpaşa’dan Konya Ereğlisi’ne Pozantı’ya kadar olan bir demir yolumuz vardı. Bu güzergâh ister vilayetten geçsin, ister kazadan, ister nahiyeden, ister köyden geçsin, daima meskûn mahallerin uzağından gitmiştir. Mesela oldukça büyük bir vilayetimiz olan Konya’nın bir hayli açığından giderdi. O zamanını biliyoruz biz. Yani Konya çok uzakta kalırdı tren yolundan. Şimdi içine girmiş o başka. Onun için halk bu vasıtalarla memleketimize Avrupa’dan ecnebi ve ecnebi meşreb kimseleri taşıyacak, yabanileri getirecek, İslam’ın haremine mimsiz medeniyeti sokacak vaziyetleri taşıyacak bir merkub nazarıyla bakılmış. Ondan dolayı halk müracaat ederek güzergâhı daima uzaktan geçmesine çalışmışlar. Eskişehir de öyle. Eskişehir eskiden vilayet de değildi fakat ondan sonra şimdi mezarlığın olduğu yer. Orada şimdi saz, söz her şey var. Ölüleri eğlendiriyorlar. Ölüleri kaldıracaklardı ama Cenab-ı Hak şimdilik imkân vermedi. İşte o da tepede orada eğri büğrü yol o tepenin üstüne sığınmış vaziyette istasyon aşağıda fakat şimdi istasyonun bu tarafı da o tarafı da ila maşallah her taraf dolmuş. Yani o zaman bu vaziyetten böyle çekinmişler. 1934 senesi buraya şimendifer geldiği senedir. Buranın hatırası buranın. O gece pamukçuların küçük Mustafa’nın dükkânının damını deldiler kasasını açtılar. Samsun’dan gelmiş. İstanbul’dan Samsun’a Samsun’dan da buraya kadar gelmişler gayet meşhur kasa hırsızları. Bula bula Pamukçuların Mustafa’nın kasasını buldular. Yukarıdan damını deldiler, girdiler içeriye. Kasasını açtılar içinde ne varsa götürdüler. Dışarıda bir araba dört tekerlekli bir kırgın araba onun isbiti dağılmış vaziyette çat çat gürültü ediyorlar bekçiler de zavallının arabası dağılmış isbiti onu yapıyor diye hiç oralı bile olmuyor. Yahut bir bilen tarafından tertip edilmiş ondan sonra tepeden aşağı inenler kasayı işte. Kim getirdi? Medeniyet getirdi, medeniyette böyle bir şey var mı? İşte o vasıta bu gibi habislerin de nakline yarıyor. Şimdi medeni bir vasıtadır, hayırlı mıdır şerli midir? Kullanana bakar, taşınana bakar. Biz ondan nerde istifade ediyoruz. İstanbul’da mesela; bir kaç tane vaiz var. Bunu getirtelim memleketimize şey etsin diye. O tren onu da getirir. Uçak onu da getirir. O uçak, o tren şeyin o altındaki yerin adı nedir? Oynayanların ha. Onu, oradakilerini de getirir. Sefahat yerlerine yarayacak şeyleri de getiriyor. Kim istiyor? Efendim ihtiyaç ihtiyaç. Bu memleket medeniyetten, âşık olmuş medeniyete. Hangi medeniyettir bu? İşte bu mimsiz medeniyet. O böyle olursa iyileri getiren. Demek intihap bize aittir. Zararlı şeyi zararı yok diyerek şey etmek ona müsaade etmek, biz getireceğiz onunla bize lazım olacak şeyleri taşıyacağız. Hayat-ı maneviyemize yarayacak şeylerden istifade etmek için onlar süratle vasıta. Şimdi ulaştırma bakanı olarak eskiden münakalat vekilliğiydi. En iyi münakalat vekilliğini yapan kimdi? Kel Ali. Kel Ali. Ne yaptı? 15 günlük, 1 aylık, 2 aylık seyahat biletleri çıkardı. 15 liraya 15 gün gez. Trene bin yalnız biletini göstereceksin. İstediğin yere gidebilirsin. 15. gün doldu mu yeniden bilet alacaksın. Bir aylık, iki aylık hiç sen gezdin mi o biletnen?
-: Bir aylıktan gezdim efendim, bir aylık.
Hulusi Bey: 15 günlük nene ben sana yetişemem o zaman. Pirim sensin. Nureddin bey nerde not etsin. Nureddin bey yok mu gitti mi?
-: Dışarıda. Dışarıdadır.
Hulusi Bey: Nureddin bey hava mı alıyorsun?
-: Burdayım efendim.
-: İşte İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyete inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir,
Hulusi Bey: O çekirge gibi ha çekirge misalini getirmiş.
-: Galebe eder ve “El-hükmü lil-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mühim bir mevkiye sahib olacak bir surette “Allah Allah” denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlub düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; Yalnız, kıyametin kopacağı anında,
Hulusi Bey: Yani öyle hatıra geliyor ki demek bir fert Allah diyemeyecek öyle bir vaziyet olacak ki kıyamet o zaman kopacak yok yok. Zayıf, daha sesini çıkaramaz bir vaziyete düşecek.
-: Yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.
Hulusi Bey: O da bir lütuf. O da bir lütuf. Tamam, bitti mi?
-: Evet,
Hulusi Bey:
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَٓا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Müteferrik, arada parça parça dualarda bulunduk. Cenab-ı Hak o dualarımızı da yine tekrar ediyoruz ki Cenab-ı Hak ehl-i imanın bütün hastalarını da sür’aten şifaya layık görsün. Âmin. Bütün dertlilere acil devalar yetiştirsin. amin.. En büyük derdimiz iman ve Kur’andır. Cenab-ı Hak bizi iman ve Kur’anın nuru etrafında burada devamlı bir surette topladığı gibi yarın ruz-i haşirde sevgili Habibinin liva-i hamd adlı bayrağı altında da haşr ü cem’ etsin. Âmin. Ehl-i imanı burada esirgediği gibi orada da esirgesin. Âmin âmin. Burada lutfunu esirgemediği gibi orada da cemal-i bâkemalini müşahede etmek nasip etsin. Âmin âmin. Ahir-ü akibetimizi hayretsin. Âmin. Seyyiatımızı hasenata tebdil buyursun. Âmin. Son kelamımız dünyada müfarakat zamanımızda o kelime-i münciye ki buyrun:
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
okumak nasip etsin. amin amin.. Seyyiatımızı hasenata tebdil etsin. Âmin. Konulacağımız kabri revaz-i cinan eylesin. Âmin. Hufre-i Miran eylemesin. Âmin. Bütün geçmişlerimize ve derslerinden nur aldığımız feyz aldığımız sevgili Üstadımıza rahmetiyle muamele buyursun. Âmin. Burada bize şefkatkârene bu derslerle bizi bu zamanın fitnelerinden koruduğu gibi orada da Risale-i Nur şakirtleri تعال , تعال buraya gel diyecek bize hitap edecek inşallah, yine onun etrafında toplanalım.
للّٰهِ الْفَاتِحَة مَعَ الصَّلَوَاةُ٭
PDF Dosyaını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 132) ONBEŞİNCİ MEKTUB/DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEALİ DERS - 1 başlıklı makalemizde 15.mektub 4.sual hakkında bilgiler verilmektedir.