
Hulusi Bey
YİRMİİKİNCİ MEKTUB/BİRİNCİ MEBHAS DERS – 2
BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür.
Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased hakikat nazarında zulümdür.
Hulusi Bey: Peki.
-: Ey mü’mine kin ve adavet besleyen insafsız adam!
Hulusi Bey: Mü’mine diyor, mü’mine. Dersin içinde geçecek fakat şimdiden söyleyeyim. Bazı adamın elinde değildir. İlla pireyi deve gibi yapar. Birinden küçücük bir zarar görse ona karşı af damarını keser, elinden gelse onu bir içim suda boğacak. Ha böyle bir halet-i ruhiye taşıyanlar olabilir. Ama imanı da var. Amentü’yü okur, altı şartını da. Fakat mü’min kime derler diye sorsan, Peygamber Aleyhisselatu Vesselamın tarifini de bilmesi lazım o zatın. Nedir? Mü’min, mü’min. Mü’min kime derler?
-: Bütün insanlar malı cihetiyle, canı cihetiyle, ırzı cihetiyle emin olurlar.
Hulusi Bey: Yani herkes bir zata malını, canını, ırzını emanet edebilir, ondan hıyanet beklenmez diye damgayı vurmuştur. İşte mü’min odur. Mü’min odur işte. Yoksa imanın şartı kaçtır? Altıdır. Nedir?
آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلَئِكَتِهٍ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ اْليَوْمِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى وَ اْلبَعْثُ بَعْدَ اْلمَوْتِ حَقٌّ *
اَشْهَدُاَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ * وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وُ رَسُولُهُ
Ama ama kimse onun, amentüyü güzel okuyor, çok iyi bellemiş fakat kimse bir mal emniyet edemiyor. Tecrübe etmiş. Verdiği mala hıyanet etmiş. Canını emniyet edemiyor. Fırsatı buldu mu öldürür. Cebinde birkaç kuruşu varsa, o da kâğıt, kâğıt. Kağıt para var ya, birkaç kuruş kâğıt parası varsa onu almak birkaç gün sefahat âleminde yemek için onun canına kıymak pireyi, sineği öldürmekten daha kolay gelir. O adam mü’min midir rica ederim? Buna mü’min denilir mi? İşte malını emniyet edemiyorsun, canını güvenip teslim edemiyorsun, ırzını emanet edemiyorsun ondan sonra amentüyü çok güzel biliyor. O adam mü’min midir? Müslüman, Müslümanın da tarifi de. Müslüman kime derler? Bütün Müslümanlar onun elinden, dilinden salim ola. Elinden de, dilinden de kurtulursa işte Müslümandır. Yoksa İslam’ın şartı kaçtır? Vezne getir, vezne getir. Ne diyeceksin? İslam’ın şartı beştir. Nedir? Hı, savm-ı salat, hacc-ı zekât, kelime-i şahadet. Ya Rabbi şükür elhamdülillah. Ondan sonra önüne geldi mi saldır, arkana geldi mi, bu adam Müslüman.
-: O belli değil.
Hulusi Bey: Böyle beleş bir İslam’ın şartını bilmekle, bi amentüyü okumakla, ne iman olur nede böyle önüne geleni ısırsın, arkasına geleni tepsin. Hala hayvaniyet bütün şeysiyle böyle yelesini kabartmış bir aslan gibi onda hükmünü yürütsün, ondan sonra ben Müslümanım desin. Maşallah. Vallaha bir birimizi kandırmaya mahal yok, olur mu öyle şey. Buyur.
-: Ey mü’mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var.
Hulusi Bey: Şimdi evvela akıllılara bir şey, dikkat borusu çaldı. Biz de elhamdülillah akıllıyız değil mi? Elhamdülillah. E peki, şimdi uhuvvetin ehemmiyetini bize tatbikat şeklinde gösterecek. Mü’mine kin ve adavet besleyen adama diyor ki: Efendi! Biliyor musun yaptığın iş neye benzer? Bir gemi var, sen de o gemide bulunuyorsun, orada dokuz tane masum bir tanede cani sıfatlı adam var.
-: Birde kendisi bulunuyor.
Hulusi Bey: İşte tamam. Şimdi bu gemiyi bu caniye sebep, bir tek caniye sebep o gemiyi tahrip edip, delip o dokuz masumu da beraber kayığı da beraber suyun dibine gömmeye insaniyet, İslamiyet bunu emreder mi? Bunu akıl kabul eder mi? O zaman diyecek ki hayır. Aha senin yaptığın iş bu demektir ha. Şimdi dinle.
-: Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın,
Hulusi Bey: Yani iki şey, ister ev olsun, ister gemi olsun. Barınacağı bir yer var, onu yakmak istiyor niye? Çünkü bu eve ben biliyorum bir katil girdi. Göstermez ki kendisini vurayım, öldüreyim fakat bu evin içerisindedir. İyisi mi çare bu evi ne yapmalı? Yakmalı diyor, fetvayı verdi. Fetvayı nerden aldı? Nefsinden. Nefis kimden aldı? Şeytandan. Daha daha kötü arkadaşı da dedi evet, evet haklısın sen. Bu habisi ama dokuz tane masum var Cenab-ı Hak onları zaten affeder. Sen kibriti çakmaya bak. Ne kadar makul, ya. Akıllı bak, akıllılar böyle dinliyor, doğru diyor. Bu herifin babasını öldürmüştü, amcasını öldürmüştü buda buraya saklandı ne yapalım öyle ise, dışarı da çıkmıyor. Bu evi ne yapalım?
-: Yakalım.
Hulusi Bey: Yakalım. Gemide, fakat gemiyi batırırsak dokuz tane masum da beraber gidecek. E ne yapalım? Bu herif başka türlü ele, avuca sığmaz. Bende intikam almam lazım. Onun için bu adamın bu gemide, bu gemiyi batırayım ki onun da canı gitsin, hatta bende gideyim fakat intikamım alınmış olsun.
-: Hükümatın beş, altı milyonluk gemisi de gidecek.
Hulusi Bey: Ha. Pehlivanın aklı böyle, tam. Bu akıllı mıdır pehlivanımız?
-: Elhamdulillah.
-: Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin.
Hulusi Bey: Onu anlarız, her akıllı anlar.
-: Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adaletle batırılmaz.
Hulusi Bey: Ne o gemi kanun-u adaletle batırılır, ne o ev kanun-u adaletle yakılabilir.
-: Aynen öyle de: Sen, bir hane-i Rabbaniye
Hulusi Bey: Bak şimdi nereye gitti. Şimdi burda İslamiyet bahsi. İslami görüş, imani düşünce. Evet.
-: Sen, bir hane-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlahiye olan bir mü’minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı masume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adavet bağlamakla, o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni’ ve gaddar bir zulümdür.
Hulusi Bey: Bu maneviyat. Yani gaganca filan istimali değil de, fakat kin ve adavet besliyor. Bir tek muzur sıfatı var, bir tek cani sıfatı var. Onu gözünün önüne yaklaştırıyor, fakat bu adam muhabbete değil, mü’min amma ha. O adam da mü’min. Fakat bir sıfatı cani. Olur ya insan her tarafı böyle düpe düz sağlam olabilir mi, insan kusurdan salim olabilir mi? Bir tek kusuruna sebep, o adama böyle kin beslemek İslamiyet’e hıyanet olmaz mı, imana bir darbe teşkil etmez mi? Bu adam biliyorsun, mü’mindir, muvahhiddir, ehl-i sünnet vel cemaattendir. Bir tane de kötü huyu var. Kötü huyu da yani imana, İslam’a zarar vermeyecek bir vaziyettir. Bir devlet idarecisi değil. Hadi devlet idarecisi olsa da devletin batmasını mı isteyeceğiz? Mesela bir habis habasetini yapmak istiyor, Cenab-ı Hak bu gibilerin şerlerinden bu memleketi, camiamızı muhafaza buyursun. Âmin. Cenab-ı Hakka niyaz edeceğiz. Çünkü perdeli geliyor. Çünkü hiç kimse demiyor ki biz millete hıyanet edeceğiz. Öyle dese zaten daha başında iken taşlamaya başlarlar. Onu biliyor. Onun için diyor biz milletin kurtulmasını istiyoruz. Refah ve saadetini istiyoruz. Onun için hayvan olmasını istiyor. İman bağını çıkarmak istiyor. Peki, bu habisin bu güleryüz altında böyle melanetine karşı aldanmak akıllı insana, İslamiyet davasında bulunana mü’min, muvahhid olduğunu söyleyip durana te’sif etmemek gerektir. Bir tek sözü iyi fakat altından bir milleti fesada verecek şeyi onun içerisinde saklamış. Zamanla görünüyor. Zamanla görünüyor ki böyle bu şeye sebep olanlar başında bir şey yumurtluyorlar. Bir şey yumurtluyorlar. Bir sözdür attılar ortaya. Düzen değişmeli. Düzen ne olacak? Biz düzeni kaybetmişiz, düzeni düzeltmek istiyoruz. Bu düzen değişmeli, bu düzen kalkmalı. Ne olmalı ya? Yular, şer’i yular baştan çıkmalı, herkes haşa huzurdan hür olmalı, güüür olmalı, gürleyip gitmeli. Ondan sonra nasıl bunları toplayıp bir zincire dolayacaksın? İman zincirinden sıyır, ondan sonra hangi zincir ile bağlayacaksın? Ne hoş bir ad bulmuşlar ha. Hürriyetin adı güüürrr. Yıkıldı gitti. Nerden bulmuşlar bunu? Özgürlük, yani eğer içini sıksan ondan gürültüden başka şey yok. Harap gürültüsü, yıkılma gürültüsü.
-: Zalimlik.
Hulusi Bey: Şey koymuş, dinamit koymuş temeline gürletiyor yıkacak. İslam binasını yıkmak için, fakat çok güzel konuşmaları da var yaaa. İşte deccalciler böyle söyler. Allah şerlerinden korusun. Âmin. Cenab-ı Hak bizim basiretimizi açsın. Buyur.
-: Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased
İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mana-yı hakikîsinde olarak beraber cem’ olamazlar.
Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adavet mecazî olur; acımak suretine inkılab eder. Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır.
Hulusi Bey: Ona acımalı.
-:Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.
Hulusi Bey: Bak, İslamiyet için, şu İslam camiasının fertlerine bir ders işte. Görüyorsun insan kusurdan hali değil. Şimdi bunun öldürülmesine diyeydi. Bu, Cenab-ı Haktan niyaz edersin onun gıyabında, gıyabında “Ya Rabbi şu kardaşımın şu kötü huyunu, diğer kardaşlarımda da varsa, benimde kötü huylarımı lütfunla gider. Sana layık kul olalım.” Evet.
-:Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.
Hulusi Bey: Nasıl tahakküm?
-: Baskı veya
Hulusi Bey: Mesela diyorsun biraz kuvvetli mesela pehlivan gibi birkaç tane zata diyorsun ki şuna bi sokul biraz korkut. Eğer bu kötülüğünden vazgeçmezsen senin başına bir çuval geçirir şey sudan gelinceye kadar seni iyi bir ıslatırız. Bu ne kadar ona tesir eder? Tahakkümle, hâlbuki lütufla muamele etsen samimi olsan. Üstad ne diyor? İki elimiz var diyor, iki elimiz var bak. İki elimizde nura yapışmaya mecburdur. Eğer bir elimizde sopa bulundursak, bir elimizde nur olsa diyecekler ki: nurla bizi davet ediyor topuzla kafamıza vuracak. İki elimiz var, eğer fazla olsaydı bütünüyle de nura sarılmamız lazım ki bize itimat etsin. Lütuf budur ha. Biz diyeceğiz kardaşım, nedir bu hal gel bakalım. Konuşalım, bir bizimize. Hele şu benlik meselesini orta yerden kaldır. Senin yaptığın şu marifet eğer makul ise, meşru ise İslamiyet’e, imana bir zararı yoksa bende senin gibi olayım. Kardaşız ya, bende senin gibi olayım. Yok, eğer, bunun İslamiyet’le imanla münasebeti yoksa gel lütfet, biz kardaşız bu şeyi senden gider. Biz seninle mesai arkadaşıyız, bir hizmet-i imaniyede bulunuyoruz, Cenab-ı Hak bizi Müslümanlardan halk etmiş, mü’minlerden halk etmiş, اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ ferman ediyor. Öyle ise mademki Allah bizi kardeş etmiş, bunun, kardaşlığın kadrini bilelim. Birbirimize hain olmayalım. Hem mü’min, hem hain. Hem elimizden, dilimizden zarar gelsin hem de kendimizi Müslümanlardan sayalım. Bu hiç olmaz. İyisi mi gel beraberce bu işin üzerinde duralım, şuna bir hal çaresini bulalım. Ya sen beni ikna edersin, ya ben seni. Ben biliyorum ki sen, benden de zekisin. Bilmediğim için senin bildiğin kadar da ben bilmem. Fakat senden bu hal nerden geldi. Hele bir istiğfar et. Bir silken, efendim şu şu, bir bataklığa doğru götürüyor seni bir şey. Hulasa lütuf, lütuf. Ona öyle yapmacık bir dille değil, içten gelen acımak hissini bu kardaşımdan ben şimdiye kadar hayatta hiç bir zarar görmedim, daima benim menfaatimi aramış, en sıkıştığım zamanda beni teselli etmiştir. Şimdi bir meseleden aramız nereye gitti? Ayrılığa düştük. Fikri, fikri. Daha açığını söyleyeyim. Bunlar siyaset fikridir. En ziyade bizi fesada götüren siyaset fikridir. Bu iyidir, bu kötüdür. Bir adama iyi demek için iman, İslam varsa iyi. İmanı, İslam’ı yoksa kendisi de Müslümansa ona acımak suretiyle, elimizi açtığımız zaman ya Rabbi bütün din kardaşlarımızın ayaklarını kaymaktan kurtar. Âmin. Onları fesada gitmekten sen esirgeyebilirsin. Lütfunu esirgeme, bizi yine lütf ile ıslah et. Âmin. Kahrın da vardır, lütfun da vardır. Kahrına tahammül edemeyiz. Bize lütfunu göster. Kahrından bizi esirge. Âmin. Yine kendisinden kendisine müracaat edeceğimiz O’dur O. Bizi esirgeyecek bekleyecek O, bize merhamet edecek O. Elhasıl, o bahis nerde kaldıysa orda kalsın.
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretleri İslam camiasını memleketimizde, hariç İslam memleketlerinde içine girmiş dabbet’ül arz mı diyelim, fesat mikrobu mu diyelim, bizim birliğimizi beraberliğimizi bozacak bizi kin ve adavete sürükleyecek, hem dünyamızın, hem ahiretimizin elden çıkmasına vesile olacak, her türlü şerli hareketi bizden uzaklaştırsın. Âmin. Bizi Habib-i Ekrem, Nebiyyi Muhterem Sallallahu Teâla Aleyhisselam hürmetine, mukaddes kitabımız Hazreti Kur’an hürmetine. O Kur’anı mabih-ül kıyam, mabih ül hayat ittihaz etmiş salih seleflerimiz hürmetine, o Kur’andaki feyiz ile canlarını, kanlarını seve seve bu iman yolunda akıtan şüheda-i müslimin hürmetine, bu Kur’an ve iman bağı ile
وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ
Ayeti hükmünce kendilerinden daha muhtacı arayıp iyiliklerde onları düşünen asıl halis, muhlis Müslümanlar hürmetine Cenab-ı Hak, camiamıza yönelmiş, maneviyatımızı tahrip edecek bilmediğimiz, gücümüz yetmeyen, hakkından gelemeyeceğimiz ne kadar zararlı işler varsa, hem nefsimizin, hem şeytanımızın, hem dünyamızın, hem kötü arkadaşlarımızın şerlerinden Cenab-ı Hak, her türlü belalardan, kazalardan Hafiz ismi hürmetine muhafaza buyursun. Âmin. Ahir-u akıbetimizi hayreylesin. Dünyadan müferakat zamanına kadar selamette imanda daim, kaim eylesin. Vakta ki müferakat zamanı geldi, o zaman bizi kurtaracak o mübarek kelime ki buyurun.
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
Tam itminan-ı kalp ile bu kelime-i mübarekeyi söyleyerek hatm-i enfasa cümlemizi muvaffak eylesin. Bütün hastalarımıza ve dertlilerimize acil şifalar ve dermanlar ihsan eylesin. Ahır-u akıbetlerini, ahir-ü akıbetlerimizi hayreylesin. Derslerini kemal-i lezzetle okuduğumuz, zevklendiğimiz mübarek Üstadımızın ruhunu şu meclisimizden haberdar eyleye. Ahirette de şefaatiyle. Eyyühel mü’minun, eyyühel tilmizun ha. Kur’an tilmizleri, teal, teal, teal, teal diye çağrılacak zümreye hepimizi de dâhil etsin. Âmin. Ya Rabbi, nasip et. Evet, o lebbeyk, o lebbeyke orada lebbeyk diyecek zümreye bizleri Cenab-ı Hak lütfuyla dâhil etsin. İki cihanın serveri, gözümüzün nuru, kalbimizin süruru, medar-ı iftiharımız Hazreti Muhammed Aleyhisselatu Vesselamın dünyada getirdiği ahkâm ve Kur’anına bağlı, ahirette de inşâallah şefaatine nail olacak bahtiyar zümreye cümlemizi lütfu ile idhal eylesin.
Lillahil fatiha maasselavat
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 134) YİRMİİKİNCİ MEKTUB/BİRİNCİ MEBHAS DERS - 1 başlıklı makalemizde 22.mektub ve uhuvvet hakkında bilgiler verilmektedir.