143) HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR VE 29. SÖZ’DEN DERS – 2

143) HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR VE 29. SÖZ’DEN DERS – 2

ADAD

Hulusi Bey

HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR VE 29. SÖZ’DEN DERS – 2

Hulusi Bey: Hazreti Peygamberinde devesi var.

-: Adbâ

 Hulusi Bey: Evet, bunlar cesetleriyle, ruhlarıyla Cennette kalacaklar. O nev’in mümessili, o nev’in mümessili. Ruhlu, cesetli mümessil olarak kalacaklar. Diğerleri ne olacak? Toprak. Aralarındaki muhasebe görülecek. Onlar artık nasıl alacak onların tafsilatını bilemeyiz. Orayı Allah bilir.

-: Fiyatını verelim.

 Hulusi Bey: Yani sözü keselim, içmesi var mı, hayvani zevki var mı? Bir tek mümessil bütün lezzetlerin bulunduğu Cennete ruhu, cesedi ile beraber girecek. O telezzüz edecek diğerlerinin cesedi gitmiş ruhları var, sanki onunla beraber cennetteymişler gibi lezzet alacak.

-: Nevilerdeki kanunları, yeme içme?

Hulusi Bey: … kuvveti var.

-: Kanunlara

Hulusi Bey: Kanunları işte var ya. Onlarda hepsi var, his var, duymak var, yemek var, görmek var. Hâlbuki onun bu dünyevi görmek gibi değil. O mümessil Cennet bağlarının bahçelerini görecek. Berikinin cesedi gitmiş ruhu hissedecek. Daimi güzel manzaraları seyir ediyor. Onun da yemesi olacak, içmesi olacak. Cenab-ı Hak ona Cennetin zevkini tattıracak.

-: O Cennette görünecek mi emsaliyle beraber? Ruh?

Hulusi Bey: İşte o devede bulunacak, karıncada bulunacak, hüdhüdde bulunacak. Onlar bütün o cinsin numunesi olarak Cennet hayatını sürdü mü lezzet alacak. O neviler ruh halinde o lezzeti alacaklar.

-: Efendim bu kanunlar tekvini kanunlar mı? Onun vücudunda

Hulusi Bey: Yav, şimdi sen farz etki insanlardan bir tanesi Cennete girmiş. O insanın yerine kendimizi onun yerine koyalım da o zaman anlaşılsın. Bir insanı Cennete layık görmüş. Cennette bütün lezzetler var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Var. O insan tattığı zaman, eğer insanlar hayvanlar gibi muameleye tabi olsaydı cesetleri ne olacaktı?

-: Toprak olacaktı.

Hulusi Bey: Toprak olacaktı. İnsanın yemesi, içmesi, görmesi, düşünmesi her çeşit lezzeti tatması var. Elem var mı orada?

-: Yok.

Hulusi Bey: Elem mevzubahis değil. Orası

وَف۪يهَا مَاتَشْتَه۪يهِ اْلاَنْفُسُ وَتَلَذُّ اْلاَعْيُنُۚ

 Onu o kuvveler faaliyette bulunuyor, fakat o cennet hayatına layık bir faaliyette bulunuyor. Dünyevi gibi değil. Şimdi, mesela bir kuş havada uçuyor kendi avını buldu, kısmetini buldu yiyecek. Diğer hasmı ona hücum eder. Orda hücum var mı?

-: Yok

Hulusi Bey: Niza yok, mülk geniş serbestçe onu yer. Sonra geçici bir lezzet değil, daimi bir lezzet alacak. Hisleri bütün faaliyette. Hayvanda mesela azami bu âlemde yirmi isim tecelli eder. Ama yirmi ismin tam tecellisi yeri neresidir? İşte o mümessillerine Cennet hayatında o hislerini genişletecek Cenab-ı Hak.

-: Efendi orda da his var mı?

Hulusi Bey: Var ya.

-: Burda dünyada nasıl his var, orda da var değil mi?

Hulusi Bey: Onu söylüyor.

-: Cennet fazla olsun, biraz yerim geniş olsun.

Hulusi Bey: Şimdi burda bir lezzet var değil mi?

-: Evet Efendim!

Hulusi Bey: Fakat Cennetteki lezzet böyle mi?

-: Daha başka.

Hulusi Bey: Geçici değil, geçici değil. Burada boğazdan gittikten sonra yahut diğer hususlarda olsun beş-on dakika sonra püf. Bitti iş. Fakat orada devam edecek. Lezzetin devam edeceği bir yer ora.

-: Şimdi abi ben bir şey sorayım. Mümessil olarak bir hayvanatın Cennete girmesindeki hikmet ne, niye hepsi girmiyor da bir tanesi giriyor?

Hulusi Bey: Lüzum yok orada. Hayvanların burada bu âlemin bir ziyneti, bir vasıtası olarak halk etmiş. Fakat orada bunlara lüzum yok. Cennetin binası hayvanla doldurmak için değil. Ya, Cennetinde, Cehenneminde binasına sebep, itaatli insanlara Cennet, asi insanlara Cehennemi, azab evini halk etmiş. Onlarla dolduracak. Bir de cinniler var bak.

َلاَمْلَئَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ

Cenab-ı Hak onun ikisini de insanlarla cinlilerle dolduracak. Mükelleftir cinniler. Cin taifesi var. Cinniler neden halk olunmuştur? Ateşten. Öyle halk olunmuş. Cenab-ı Hak onları mükellef tutuyor amma.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

Biz cinni, insi halk ettik, bize ibadet etsinler için. İhtiyacın mı var? Hâşâ. İhtiyacından değil, fakat hikmeti öyle iktiza etmiş.

-: Biz cinlileri göremiyoruz gören var mı acaba?

Hulusi Bey: Var, var, var. Temessül de ederler onlar. Temessül, değişik şekillere girerler.

-: Bazı hocalar böyle tas koyup bakarmış görüyormuş güya, öyle diyorlar.

Hulusi Bey: “Tas”a mı?

-: Su koymuşlar bak bakayım cinler

-: Tasta cin ne arar babam.

Hulusi Bey: Şimdi sen

-: Üçyüz lira istermiş.

Hulusi Bey: O tas’a bakanın kafasına sen bir taş vur.

-: Burayı okuyayım mı?

Hulusi Bey: Ne diyorsun?

-: Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Hâlbuki o kanun daima bâkidir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tegayyürat ve inkılabat, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâki kalır. 

(Sözler Shf: 518 )

Hulusi Bey: Bak, ruhunu getirdi çekirdekte topladı.

-: Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâki kalır. İşte madem en âdi ve zaîf emrî kanunlar dahi böyle beka ile

Hulusi Bey: Emrî kanunlar dahi

-: İşte madem en âdi ve zaîf emrî kanunlar dahi böyle beka ile devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki ruh dahi Kur’anın nassı ile قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir namus-u zîhayattır ki; kudret-i ezeliye, ona vücud-u haricî giydirmiş. Demek nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin, daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat’îdir, lâyıktır. Çünki zîvücuddur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavîdir, daha ulvîdir. Çünki zîşuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymetdardır. Çünki zîhayattır.

Hulusi Bey: Buyur.

-: Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.

Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.

Hulusi Bey: Yani, şuursuz, akılsız bir insanda ruh var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Farz etki şuuru yok, deli ruhu var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Bu âlemde numuneleri var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Deli doğmuş, deli büyümüş, deli ölmüş var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Var. Onun ruhu var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: E şuuru yok, ama ruhu var. İşte o ruh ölecek mi?

-: Ölmez.

Hulusi Bey: Ölmek yok ona, baki. Evet.

-: Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.

Hulusi Bey: Şuurlu olursa daha kıymetli. Fakat şuur çıksa, şuurunu kaybetse bir adam, bir canlı yine lâyemut değil midir? Ruha ölüm var mı yani? Bir sual çıkaracaksın ki cevabı olsun. Ruh lâyemut mudur, yoksa mevte mazhar olacak mı?

-: Lâyemut

Hulusi Bey: Ruh için, ruh ezeli midir?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Ezeli değildir ama ebedidir. Ruh, ezeliyet-i ruha kail olanlar var, fakat onlar doğru değil.

-: Efendim burada ki ruhun kanun olması o cesedi veya o nevi idare etmesinden dolayı mıdır ki kanun deniyor? 

Hulusi Bey: Şimdi Allah’ın emrinden bir emir. Mahiyetini bilmiyoruz. Karıncada da ruh var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Var. Arıda?

-: Var.

Hulusi Bey: Diğer hayvanlarda?

-: Var.

Hulusi Bey: Hangisi hatırımıza gelirse gelsin, hepsinin de ruhu var. Ruhlular içerisinde en değerlisi hangisi?

-: İnsan.

Hulusi Bey: Şuurlu olan. Şuurlu olan hayvanlarda da var bazı şuurlu olanlar. Fakat onların içerisinde en değerlisi insandır. Şuurluların içerisinde. Şu halde şuuru da tam,  ruhu da var. Elbette bu insan bu cihazatla mücehhez olarak bu âleme geldi, mostura olarak vücudunu göstersin, istediği gibi hareket etsin ondan sonra ölsün gitsin, bunun için mi? Cenab-ı Hak şöyle mükemmel, mükerrem bir mahlûk yarattı, her istediğini de verdi. İmtihan, ibtila âlemine gönderdi, elbette bundan bir maksudu vardır. Diğer hayvanlar gibi mi olsun? İnsan isek bir sual soralım kendi kendimize. İnsanı hayvandan tefrik eden nedir? Nesidir?

-: Şuur.

-: Akıl.

Hulusi Bey: Anlayışı var, ya ondan sonra maneviyatı var. İnsan yalnız cisimden, maddeden ibaret değil, maneviyatı da var. Maneviyat dediğin nedir? İşte bu kalbtir, ruhtur, sırdır böyle manevi latifeleri de Cenab-ı Hak insana vermiş. Bak bazısını diyor bilemiyorum, vücutlarını bilemiyorum hissediyorum. Ne gibi? İnsanda saika, şaika gibi bazı hisler de, duygular da var. Nedir saika? Bizi bir tarafa bir istikamete sevk eden var. İçimizde, nerede, nasıl? Tarif edebilir miyiz? Nasıl ki ruhu bilmiyoruz bizdeki hislerinde bütün evsafını bilemiyoruz maalesef. Ama hissediyoruz. Hayal var mı bizde hayal? Var. Hiç olmayan bir şey, mesela kendisini birden bire padişah olmuş görmek.

-: Düşünde görür.

Hulusi Bey: Düşünde görür. Niye kimin aklına gelirdi bir zırtto çıksın günün birinde Reis-i Cumhur olsun. Ya. Zırttonun birisi Reis-i Cumhur olabiliyor, olduğu gibi. Ya. Ona anası doğurup ta o pisliğini temizlediği zaman benim oğlum Reis-i Cumhur mu olacak diyordu? Onun aksini de düşünebilirsin. Padişahzade, şehzade saray-ı hümayunda doğdu. O da aynı vaziyette yetiştiriliyor. Çok güzel bakıcılar var. Kim tahmin eder ki bu adam günün birinde halife olacak, padişah olacak hiç akla gelmeyen başına bir bela gelecek bir gecenin birinde pılı pırtıyı topla, eline bir valiz al, çık memleketten git bir daha gelmeyeceksin buraya denilsin de çıksın gitsin oldu mu böyle şey? Oldu mu böyle şey?

-: Oldu efendim

Hulusi Bey: Bir gece içerisinde. Saraydan çıktı elinde bir çanta ne koymuşsa orda ondan gitti perişan bakiye-i hayatı şurada burada sürtmekle geçti. Hâlbuki onu doğuran ana diyor ki: bir oğlum doğurdum belki günün birinde bu memleketin padişahı da olur. Olmadı. Yani kaziyenin iki tarafı da var. Padişah olmak da var hesapta, fukara zillet içerisinde, perişan bir vaziyette şurada burada sürünmekte var. Öyle olan da oldu mu? Tarihler bunu gösterdi mi? Gösterdi. Evet, evet. Rahm-ı maderden hepsinin şeysi geldi. Peygamberlik meselesi ayrıdır, fakat evliyaullah’ı düşünsen şimdi mesela Gavs-ı Geylani Hazretleri o da bir anadan, bir babadan dünyaya geldi, değil mi? Ama onun için böyle evliya aktab’ına merci olacak bir vaziyet anası bilir miydi? Kendi çocukken bunu bilir miydi? Onu halk eden biliyor, oraya doğru götürüyor. Peygamber işi zaten onu Allah’tan başka onu bilen olmaz. Ne kadar zeki, ne kadar çalışkan, ne kadar abid, zaid olsa insan peygamber olabilir mi?

-: Olmaz.

Hulusi Bey: Hele iki, iki cihan fahri gelip gittikten sonra böyle birisi çıksa, harika da zekâsı var, Arapça da söylüyor, manzum kasideler, naatlar okuyor. Bu adam peygamber olabilir mi? Ama dava ediyor. Buna nasıl peygamber denir?

-: Yalancı.

Hulusi Bey: Yalancıııı.

-: Zopadan öldüreler, gerek ki öldüreler.

Hulusi Bey: Yalancı. İşte.

-: Bir taneye gittim ben peygamberim diye dava ediyor. Ama vura vura belini kırdılar, bırakırlar mı daha.

Hulusi Bey: Hacı neyen lazım kantarın topuzunu karıştırma. Birden bire kayar sonra bozulur ha. Örtülü gitsin. Peki daha.

-: Kalp, ruh, sır.

Hulusi Bey: Sırrı da söyledin mi?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Söylemedin mi, onu da söyle. O da iradeden geliyor.

-: Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. * Müşâhedetullah’ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. *

Hulusi Bey: Kalbdeki lâtife. Müşâhedetullah’ın mahalli olan kalbdeki lâtife.

-: Efendim burada kalb, ruh ve sırrın lügat manaları üzerinde duruldu. Birde bunların derce-i hayatına gir diyor.

Hulusi Bey: Zaten ben diyorum, cevabımda ne diyorum? Kendisi o hayatı yaşamamış bir adam faraza yaşadığını kabul etsen onu sana nasıl tarif edecek? Yalnız ruhun derce-i hayatı geniştir. Çünki ezeliyet-i ruha kail değiliz ama ebedi bir şeyimiz var. Sonra, sonradan halk olunmuştur ama ruhun cesede girmesine kadar olan ervah âlemindeki vaziyeti var. Cesedi yok, ervah âleminde. Şimdi ruhaniler, ruhaniler diyorlar. Ruhaniler tabirinden anladığımız mana şudur: Âlem-i ervahta ruhlular var, ruhaniler var. Bu ruhaniler ya ceset libasını giymiş çıkarmış ruhu oraya gitmiş veyahut daha bir yuvaya girmemiş. Ceset libasını giymemiş ruhu orada duruyor. Âlem-i ervahta bekliyor ki zamanı gelsin bir çocuk rahm-ı madere nütfe olarak düşsün orda gelişsin canlı bir vaziyete geldiği vakitte ona ruh nefholunsun. Âlem-i ervahta bunlar var. İki çeşit. Birisi ceset libasını giyenlerin çıkardıktan sonra toplandıkları yer, evet ikincisi daha ceset libasını giymemiş mahlûkatın ruhları orada cesetlerinin rahm-ı maderde oluşunu bekliyorlar. Kim onları sevk edecek? Cenab-ı Hak o ruhu oraya nefhedecek. Ondan sonra bebek başlar oynamaya. Rahm-i maderde çocuğun oynaması var mı? Kadınlar bilir onu. Bir hale geldi mi bebek rahm-i maderde harekete başlar. Ruhsuz olduğu zamanda böyle hareket olmaz. Yalnız onun alameti var. Onu da bilirsiniz. Ne olur? Adet kesilir. Kadınlarda adet var değil mi? Âdetin kesilmesi onun çocuğa hamil olduğunu alametidir. Merhaba büyük Hoca Efendi!  Pek yakına gelmişsin, sende mi zurna taşıyorsun? Senin ki kavallan mı çalar?

-: Pilden 

Hulusi Bey: Çıplak gitmez bu kere latif bir ceset giyer öyle gider. Hayatta iken girdiği yuvaya benzeyen cisme müşabih, benzer bir latif beden giyer öyle gider.

-: Şunu sormak istiyorum efendim. Tekâmül ve inkişaf var mıdır, yoksa aynı

Hulusi Bey: O bitti. O orada yok. Bebekte ruh ne ise, bebek yüz yaşına yetişse kamburlaşsa bilmem ne olsa yine onun ruhu da o değil midir?

-: Evet

Hulusi Bey: Gittikten sonra da onun cesedine benzeyen bir vaziyette bir latif kılıfa Cenab-ı Hak kor, öyle götürür. Demek ki birincisi ile ikincinin arasındaki farka işaret etmek istedi, iyi ettin bu sualinde güzel oldu. Bizim söylemek istediğimiz şey de zaten buydu. Birisi daha ceset libasını giymemiş ruh halinde. Mahiyeti biliniyor mu? Onun o ruhun hangi cesede gireceğini balığa mı, ite mi, at’a mı, deveye mi, insana mı, insanın hangisine, hayırlısına mı, şerlisine mi ruh olacağını kim bilir?

-: Cenab-ı Hak bilir.

Hulusi Bey: Ondan başkası bilmez.

-: Amenna.

Hulusi Bey: Orada duruyor. Fakat şimdi  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabı var. Kimlere? Ervaha hitap, ervaha. Hangi neviden olursa olsun ruhlara hitabı var. İşte yakında bu sene içerisindeydi yahut geçen senenin içinde. Biz o manayı düşünmüyordum şahsen. Mesela ebediyete yakın bir yerde, bir ruh, o çeşit toplanmaya lüzum yok, cem borusuna lüzum yok. Oradan o ruhta o اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabını duyuyor mu, duyar mı?

-: Evet.

Hulusi Bey: Duymuş mudur?

-: Duymuştur.

Hulusi Bey: Duymuştur. Ne demiştir.

-: قَالُوا بَلٰىۚۛ

Hulusi Bey: Onlar hepsi belaa

-: قَالُوا بَلٰىۚۛ

Hulusi Bey: Sen bizim Rab’ımızsın. Daha belki üç bin, beş bin sene sonra ceset libasını giyecek ruh da  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabına cevap vermiş midir?

-: Vermiştir.

Hulusi Bey: Vermiştir. Biz bunların üzerinde fazla durmayalım, çok zamanımızı buraya sarf etmeyelim. Bu işlere o kadar ihtiyacımız da yoktur. Var mı? Ruhun mertebe-i hayatı meselesi var. Onu sorarken dedi ki: Ruhun evveli var, ahiri? Yok, ebedidir, ebediyete mazhar. Ezel ve ebed kendisinde mevcud olan yani, evveli olmamak, ahiri olmamak sıfatı kime aittir?

-: Allah’a

Hulusi Bey: Ondan başkasına ait değildir. Ruh mahlûk mudur?  Mahlûktur. Halk olunmuştur. Fakat bizim zannettiğimiz gibi cesede girmeden evvel mahlûk değildir değil. Belki ruhları da Cenab-ı Hak her şeyden evvel halk etmiş ve onlara da hikmeti iktizası öyle hitap ediyor. اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜBen sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Eyyyy ebediyete yakın dünyanın kıyamet yakın bir yerden bir ruh da davete icabetle bu suale  بَلٰىۚۛ diyor. Sen benim de Rabbimsin. Ha. Yoksa ben zannediyordum ki: Cenab-ı Hak toplar ondan sonra. İhtiyacı var mı? Mülk umumiyetle onun değil mi?

-: Evet.

Hulusi Bey: Onun kudret sesi bütün mülkünü ihata etmeye kâfi midir, değil midir? Ha, nerede olursa olsun işte ona yetiştirmiştir, o da o âleminden  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabını duymuş. O ne demiştir?

-: قَالُوا بَلٰىۚۛ

Hulusi Bey:  بَلٰىۚۛ  İşte bu bir ahidleşme.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 142) HULUSİ AĞABEY’İN VERDİĞİ CEVAPLAR KENDİ SESİNDEN DERS - 1 başlıklı makalemizde hulusi beyden taziye ve teselli hakkında bilgiler verilmektedir.