
Hulusi Bey
29. MEKTUB (TELVİHAT-I TİS’A) DERS – 3
Hulusi Bey: Ehl-i
-: Zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikatı ümmete ve bize söylemişler.
جَزَاهُمُ اللّٰهُ خَيْرًا كَثِيرًا
Hulusi Bey: Bunların üzerinde biraz duralım. Bilhassa ehl-i zevk meselesi. Ehl-i zevk’in muhakkik ki ne demektir? “Men lem yezük, lem ya’rif” tatmayan bilmez. Dünya şekerle dolu olsa şekeri bilmeyen tadını tatmamış olan şeker sözünden ne anlar? Hiç. Şimdi şekerin tadını aldı. Aldın kalemi güzelce bir adettir. İster manzum yapsın, isterse mansur yazsın şekeri tarif etsin bakalım. Tatlı bir şeye benzetecek. Fakat sözüyle onu tattırabilir mi? Demek tatmak var, başkasına aktarmak zor. Başkasına aktarırken ona tam kendi aldığı tadı da aktarabilir mi? Nihayet dersin güzelliğini söyler. Şunu demek istiyorum ki muhali mümkün değil, mümkünün yolunu göstermek istiyorum. İmkânda ki yol nerededir, nasıl yapmalı ki bu dünya şekerle dolu misali gibi olmasın da herkes istifade etsin. Burada bir nevi manevi tat vardır. Tatmak için bu işlerle iştigal eden zümrenin arasına katılmalı. Bir havuz var, havuz. Senin de karihen geniş, sen de kendini bir havuz zannetme. Sen de küçük bir varlıksın. Bir cihette de bir âlem kadar bir varlıksın. Enaniyetini görme belki bu umum cemaatin havz-ı kebirine, havz-ı kevser mesabesindeki havz-ı kebirine enaniyetini at. Ondan sıyrıl. Büyük bir kuvvet kazan ki buradaki lezzeti tadabilesin, umumi bir surette. Böyle bir lezzet hissetmiyorum denilmez. Çünkü lezzetli bir şeyi insan yese, içse onun tahassürünü çeker, Cenab-ı Hak bir daha nasip etse de. Fakat görüyoruz ki bu derslerden aldığımız lezzet, bizi tekrarına karşı bir şevk veriyor. Usandırmak şöyle dursun, bir daha tekrar edebilse bir şey olsa. On beş günde bir laakal okunsun dediği ihlas dersi şu manayı da taşıyor. Demek on beş güne tahammülü yoktur bu işin. Daha ziyade vakit bulup burdan istifade edin. Eğer zevkin zevki nedir, manevi zevk nedir onu anlamak için istiyorsanız, bu dersleri anlayışlı bir şeyle, dinleyişle bir taraf okusun, bir taraf dinlesin. Kendi varlığını bir tarafa bıraksın. İçindeki kudsi manaları, bize verilen öğütleri, nasihatleri iyi anlayıp, tatbikçisi olmaya çalışsın. Elhasıl: ifade etmeğe çalıştığım şu vaziyeti Cenab-ı Hak bilfiil bize nasip ede. Âmin. O da hayalle değil, hayalden değil. Gözüyle görüp hakikaten. Evet, bunda zevk varmış, rıza-i ilahi esasındaki hizmet-i imaniye ve Kur’aniye emsalsiz bir zevki taşıyormuş, ister istemez tatbike mecbur olalım. Evet, yemede içmedeki zevk gibi değil. Zevk ikidir. Biri maddi, biri manevidir. Yani zevk nedir, burda? Eğlenceye de zevk denir. Şimdi maddi ve nefsani, hayvani iştihamızı açacak zevke zevk deme ki. O haşa huzurdan, haşa huzurdan diyorum, hiçbir kimse üzerine almasın. İnsanlığı bırakıp hayvanlaşmayı zevk sayıyorlar. İnsanlık nimetini bırakıp, İslamiyet nimetini bırakıp da hayvanlaşma eğer zevk ise “el-iyâzü bi-llâh” biz o zevkten uzaklaşıyoruz fersah, fersah. Biz onlardan değiliz. Biz onlardan değiliz. Cenab-ı Hak mademki ihtiyarımızın dışında bize rahmet ve inayetini bu surette göstermiş. Zevk alınacak şey ki iman ve Kur’andır, onun hakaikidir, onun sırr-ı i’cazıdır. Cenab-ı Hak bizim zevkimizi burada vermiş. Verdiğine razıyız elhamdülillah. Elhamdülillah diyelim ki artırsın.
لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ى لَشَد۪يدٌ
Olmayalım da. لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَز۪يدَنَّكُمْ olsun. Şükredelim, hamd edelim ki bizim zevkimizi bu taraftan vermiş. Evet.
-:
جَزَاهُمُ اللّٰهُ خَيْرًا كَثِيرًا
Biz, o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını
Hulusi Bey: Yani bu surette tasavvufu yazanlar, Tasavvufa, velayete, ehl-i turukun vaziyetlerine dair çok eserler yazılmış. Onları rahmetle anıyoruz, “Cezâhümüllahu hayran kesîra” Cenab-ı Hak onları hayr-ı kesir ile mükâfatlandırsın manasına “Cezâhümüllahu hayran kesîra” hayr-ı kesir ile. Hayr-ı kesir ne? Çoğu, hemen hemen hepsi bu alemden göçmüşler. Öyle bir âlemde ki daha şeyi yok. Burada çeşmeleri devam ediyorsa rahmetleri devam eder. İnayetleri devam eder, lütufları devam eder. Cenab-ı Hak onları mahrum etmez. Bir nafi hizmet yapılsa, bir nafi, bir menfaatlı hizmet yapılsa o hizmeti bilip te muktezasıyla amel edenlerin sevabından hiçbir şey eksilmeden ona sebep olan zatın, isterse ölsün, yok olmak, ölüm yok olmak mı? Ölüm yok olmak değil. O hangi âlemde bulunursa bulunsun onun ruhuna manasına o sevap işler. Ben hayatımdayken bu sevabı işlemedim yok ha. İşte onun yaptığı iş şimdi ki müellifin müşârün-ileyh Hazreti Üstad, Allah şefaatine mazhar etsin. Âmin. Bak bizi tenvir ediyor. Cenab-ı Hakkın havli kuvvetiyle, ne kadar ağır şartlar, tasavvur edemiyoruz ki. Onun, o günkü şartların ağırlığı altında, bu eserler bugünkü vaziyete gelmiş, böyle herkes tarafından seve seve okunup, dinleniyor. Bir kere onun vaziyetini düşünelim ki ne hal ne şartlar altında bunlar meydana geldi. Evet, gerek ondan, gerek onun yardımcılarından Allah ebediyen razı olsun. Amin, amin. Ya, bütün minnet, şükür Allah’a, fakat teşekkürde onlara. Cenab-ı Hak onların hayatta olanlarına merhamet, hayattan gidenlerine nihayetsiz rahmetiyle muamele buyursun. Âmin. Bizler de bu hayattan gittiğimiz zamanda bizim de hiç olmazsa küçük bir musluğumuz aksın. Bizim de bu hizmette bir damla gibi akan bir çeşmemiz bulunsun ki bizi de rahmetle andıkları zaman, bizim de ruhumuz bundan istifade ede. Arkamızda çeşme bırakamayız. Yol üzerinde yolcular gelsin merkebini sulasın filan yok. Onda bir menfaat var. Fakat şimdi gelip geçen insan kafilesi gelip gidiyor. İhtiyaçlarını, bu ihtiyaç her gün biraz daha artıyor. İhtiyaç nedir? Susamaksa, manevi susuzluk artıyor mu, eksiliyor mu? Gelen kafile de “Suyunuz yok mu, içecek suyunuz? Allah rızası için bize bi su veriniz.” Bu susuzluk öyle bir yudum suyu alıpta kevser suyu değil, bu kevser suyudur. Ona bu mübarek derslerden okuduk mu, onun hevesini bu cihete verdik mi ve Allah’tan da ya Rabbi “Şu susamız kardaşımıza bizde ki susuzluğu ebediyen giderecek ilacı ona ver sen. Tattır, tattır. Senin rahmetinden hiçbir şey uzak değil. Dine susamıştır, bizim neyimiz var ki verelim. Maddi suyumuz, buzdolabından da çıkarsan beş dakika sonra daha ziyade hararet yapacak. Öyle bir susuzluğu giderecek ilaç ver ki onun menba-ı Kur’an ola. Biz bulup çıkaramayız. Bulamaz çıkaramayız işte bulup çıkarmış, bize hediye etmiş. Bunlar aramızda duruyor, müellifi yok aramızda. Ona satırların arasından bize bakıyor, bizden memnun. Şu mektubu okuduk, onun ruhunun haberdar olmadığını mı zannediyoruz? Elbette haberdar olur. Bu memleketi mi görüyor, sağı, solu. Evet, Almanya’yı Amerika’yı da görüyor. Orada da bu nurlara çalışanları hissediyor, Cenab-ı Hak onların ruhuna bunları bildirir. Feyz alıyorlar. Evet, ta o zamanlar da gayri ihtiyari, “Efendim ben atiden ümit varım.” dediğim zamanda, “Beli kardaşım beli ben de ümit varım” Yani bu karanlıklar, bu tefrik kara bulutlar bir gün gidecek. Saf, berrak güneşli bir havaya kavuşacağız diyoruz. Elhamdülillah görüyoruz ki Cenab-ı Hak her yerden bizim o ihlaslı temennimizi bilfiil gösteriyor. Ne kadar Rahim, Kerim bir padişahtır ki bizi daha ölmeden zira gözümüze göstermek suretiyle ruhumuzu sevindirdi, manamızı sevindirdi. Bu sevincimize cidden hadd-i payan yoktur. Yüzbinler hamd-u şükürler, milyonlar hamd-u şükürler olsun, O Halik-i Lem-yezel’e. Ya Rabbi! Bu zevkimizi bu neşemizi bu tad almak fikrimizi, bu dildeki kuvve-i zaika gibi değil. Şu manevi zaikamızın tadını ya Rabbi hiç bozmayasın, devam ettiresin. Âmin. Ve bundan tat alıp da canla, başla bu işe, bu hizmete koşanları, ihlaslı hadimleri fevc fevç bu işin içerisine, sen muktedirsin, yapabilirsin, yap ya Rab bize göster biz de sevinelim. Kendimize bir pay ayırmayalım. Diyelim ki az bir cemaatiz, bir fidanlık vaziyetindeyiz. Bu fidanlık meyveli ağaçları netice veren fidanlar olsun. İnşâallah bunlar çeşitli yerlere gitmek suretiyle, yazılarla. Almanya’da görüyor, bu memlekete bu mektubu gönderiyor. Onlar nasıl tefeyyüz etmişler, bize aktarmak istiyorlar. Ne mutlu bizlere ki bu günleri gördük. “Mülk umumen Allah’ındır” şeysini bilfiil anlıyoruz. Almanya kimin? Türkiye kiminse, Almanya onun. Amerika kimin? O da O’nun. Nereye gidersen, nereye nur girmişse hepsi Halık’ımızın mülküdür. Onu dinleyenler istifade edenler, kul olmak itibariyle Halıkları kimdir? Allah. Malik’leri kimdir? Allah. Rahman’ları kimdir? Allah. Rahim kimdir? Allah. Rezzak kimdir? Allah. E daha ne kaldı canım. Mana-i harfi bu işte, mana-i harfi bu. Ne uçar ne kaçar. Cenab-ı Hakkın lütfu daimdir. Bu “menihtefa bi-şiddeti zuhurihi ” مَنِ اخْتَفَى بِشِدَّةِ ظُهُورِهِ şiddeti zuhurundan gizlenmiş olan, böyle Rabbimiz var. Her yerde hazır, her yerde nazır, mekândan münezzeh böyle bir padişah. Bize bu itikadı bahşettiğinden dolayı da yine Rabbımıza nihayetsiz hamd-u şükürler olsun. Ya Rabbi, bizi itikadımızdan ve o itikadın imanın muktezası olarak güzel amelden, güzel amelden ayırma. Âmin. Hem inancımız, hem kanaatimiz daima artsın, feyzimiz daima artarak gelsin, bizde de hapsolmasın. Bizden de başkalarına faideli olmak nasip et Ya Rabbi. Âmin. Dinleyicilerimiz de böyle olsun. Dostlarına mektup yazarken aldıkları feyizlerden bahsetsinler. Bize yazı örneği verir gibidir, böyle düşünün. Yazı vermeyi muhabere etmeyiz mi dostlarımızla? Akrabamızla, sağla solla onlara yazacağımız mektup da bundan bahsedelim, diyelim ki Almanya’da böyle bir vaziyet var. Bu gibi zevatı bize nasib eden Cenab-ı Hakk’a hamd-u şükrediyoruz, siz de bize katılın. Bu hizmete devam edenlerin Allah adedini artırsın. Âmin. Ecnebi memleketlerinde, nur-u iman, nur-u İslam feyezan etsin. Âmin. Feveran etsin. Her tarafta nurlar parlasın. İnşâallah ahir zamanda ki bir vaziyet var. Belki oraya gidiyoruz inşâallah bilmem. Evet, tarla hazırlanıyor. Birden bire böyle nereye gidiyorsun diyenlere aldığım sorunun cevabını böyle cevap veriyorum, tarla hazırlanıyor, kalpler hazırlanıyor. İşte Hristiyan demek, bilmem, başka din erbabı demek. Mülk, İslam memleketi demez, her yerde nur böyle girer. Böyle uyandırır, böyle nurlandırırsa, Hazreti İsa gelmesi de artık beklenebilir. Gelirse zemin hazırdır. İşte ama bu rejimin muhalif rejimde olanlar da var mı? İslam rejimi içeresinde bulunan memlekete de girmişler mi? Cenab-ı Hak o sapıkları, o ehl-i delaleti ya uyandırsın, ya köklerini kazısın. Âmin. Hazreti İsa geldiği zaman kılıcını sallayacak deccal tiyniyetli kimseyi bulamasın. Âmin âmin. Ne diyeyim artık dersi ….
-: Biz, o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz.
Sual: Tarîkat nedir?
Elcevab: Tarîkatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mi’rac-ı Ahmedî’nin (A.S.M.) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-u ruhanî neticesinde, zevkî, halî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye mazhariyet;
Hulusi Bey: Zevkî, halî ve bir derece şuhudî
-: Zevkî, halî
Hulusi Bey: Ordan geçecek oradan. Tat alacak ki onda çalışsın. Ondan sonra halidir, hal. Hali ehl-i haldir. Öyle olmayan onun halinden anlamaz. O zevkten ehl-i hal olmak çıkıyor demek ki. Ondan sonrada bir derecede
-: Şuhudi
Hulusi Bey: Bunlardan geçerse başlar hakikatler kendisinde net olarak, açık olarak görünmeye. Evet
-: Bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye mazhariyet; “tarîkat”, “tasavvuf” namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemal-i beşerîdir.
Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir.
şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir.
Hulusi Bey: Demek âlemde ne varsa insanda da var. İnsanda ki inkişaf etti. Nasıl inkişaf etti, o gizli şeyler nasıl aşikâre çıktı? O ki kalbi, ruhi, manevi bir seyr ü sülûk ister. Allah’a takarrüb için bazı talim-i terbiye ister. Bir de muallem bir zatın idaresi ister. Şimdi mesleğimiz bu olmadığından dolayı onun üzerinde durmuyoruz. Aldığımız dersi yalnız diyoruz ki: en az üç olalım, üç. Üç kişi bir araya gelelim ki yüz on bir kuvve-i maneviyemiz olsun. Aynı gaye ile üç kişi bir araya geldi mi yüzonbir şahs-ı maneviye yüzonbir kuvvetinde olur. Ya dört olursa bin yüzonbir olur. İşte bu vaziyeti eğer biraz da kalbimizin kuvveti varsa, nur-u hakikat kalbimizi tam tenvir etmişse orda bir televizyon hassası başlar. Uzak yakın kalmaz. Uzaktakiler de kalbimizde hazır bulunur ki. Şimdi o saydığı memleketler ki Almanya’nın muhtelif yerleri. Orada bulunan, oraya çalışmaya giden o din kardeşlerimiz ki: Nura, Kur’ana, imana hizmet ediyorlar. Onlar da bizim gibi biri okuyor bir cemaat halinde huşu ile huzu’ ile dinliyorlar. Onları da aramızda hazır edersek. Ya Rabbi! Bizi bu hizmetten ayırma. Âmin. Uzaktakini de, yakındakini de, Almanya’dakini de, buradakini de. Âmin. Memleketimizin her köşesindekini de, gerek İslam, gerek gayri İslam memleketleri de senin tensibinle, takdirinle bu hizmete gönül vermiş olanları bu hizmetlerinde daim kıl, sabit kıl onları onların zevkini bu kapıdan ihsan et. Onlara ikramı bu yolda yap. Onlar bu ikramı gördükçe şevkleri artsın hizmetlerinde daha canla hizmete can atsınlar, çalışsınlar. Biz de bir vücut gibiyiz zaten. Bize yalnız o düşüyor ki, Elhamdülillah, yalnız memleketimize münhasır değil. Dünyanın her tarafında bu nur ateş gibi değil, bu nur toplantıları gitmiş mi oraya? Orada da müsait kalplere giriyor. Kimin eliyle efendim, kimin eliyle girerse girsin. Diğer zevk amir mesele değil. Fakat bunlar perdedir bunların arkasına geçersen onlara hidayet eden kimdir, hadi kim, hadi? Allah. Her yerde de O’dur. Almanya’da da hadi O’dur, Amerika’da da hadi O’dur. Diğer İslam memleketlerindeki hadi başka mı? Halık kimse Hadi de O’dur, ya hu. Mülk onun olursa, mülkündeki icraat başkasına mal edilir mi? O da Halık-ı Lem yezel’e aittir. Öyle bileceğiz ve öyledir zaten. Öyle oluyor, yapan eden O’dur. Öyle ise hakkımızda rahmet ve inayet devam ediyor ya hu. Bize ne düşüyor? Mademki geçmiş sıkıntılı günlerde acaba diye endişeyle planlı, bilmemneli. Memleketimizde endişe duyarak yaptığımız hizmetler. Bu gün o perde üzerinden kalkmış Cenab-ı Hak o geçmiş sıkıntılı günlere bir daha dönmek nasip etmesin. Âmin. Bizi idare edecek eller, kafalar iman ve Kur’ana yönelsin. Onlara da Allah hidayet etsin. Hapsedenleri Cenab-ı Hak ellerini, dillerini böyle fena vaziyetten kessin. Âmin. Kasıtları tahrip olanları illa nerde olursa olsun ehl-i imanı rencide edelim, bunları tahrip edelim, olanları Ya Rabbi, niyetlerini kendilerine çevirsin. Âmin Evet şaşkınlıkla, sersemlikle böyle bir kötü maksata, kötü bir niyete düşmüşlerse yine sen Gafur-ur Rahim’sin onları mağfiret et de yine hidayetine layık gör, onlar bu kötü niyetlerinden vazgeçsinler, bütün din kardeşlerimiz için faideli birer uzuv olsunlar. İnşâallah. Ne var, dilimize bir şey ağırlık gelmiyor. Cenab-ı Hak’tan ne istesek onu veriyor. İhtiyacımız çok. Nefsimiz için bu kışın şeyinde, efendim bizi sıcak tutacak giyim eşyası için giysi mi diyorlar? Ara sıra yardım edin, yeni lügatleri de söyleyelim ki bunlar tek robot şeylerdir dermesinler. Hani giysilerden bazı şeyler var, değil mi? Kışın giyip de bizi ısındıracak şeyler. Cenab-ı Hak, bizim her ihtiyacımızı O giderir. İhtiyacımızı yani verir de bizi başka ellere, başka dillere, başka kapılara göndermez. Kapımıza gelen fakire bir şey vermezsek biz ne deriz? Allah vere. Fakat Cenab-ı Hak kapısına gidene başka Allah yok ki Allah vere desin. Mutlaka verir.
-: Amenna ve sedakna.
Hulusi Bey: Ama kusurludur. Belki de günahlıdır. Fakat yine onu ma’bud tanıdığına mükâfaten onun ihtiyacını ona verir. O zanneder ki iktidarımla oldu. Aldanır.
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 156) ALMANYA’DAKİ BİR NUR HADİMİNİN MEKTUBU VE 29. MEKTUB (TELVİHAT-I TİS'A) DERS -2 başlıklı makalemizde TELVİHAT-I TİS'A hakkında bilgiler verilmektedir.