161) HATIRA VE SOHBET – 2

161) HATIRA VE SOHBET – 2

ADAD

Hulusi Bey

HATIRA VE SOHBET – 2

Hulusi Bey: Yollar yapıldı geniş. En çok yollar bizim ne işimize yarıyor? Uzak yerlere gidip gelmeyi kolaylaştırdığı gibi, sıcak memleketlerin yemişlerini, yiyeceklerini de bize kışın ortasında yetiştirmeye yarıyor. Biz de maşaallah hiç boğazımızı sevmeyiz. Hemen feryada başlayacak zümrelerdeniz. Yoktur damgasını hemen basmaya hazırız. İşte kışta Cenab-ı Hak o nimetlerini bize kolaylıkla yetiştirir. Hoca Efendi! Sende, sende hikâye dinlemeye alış. Zaten onun için geliyorum desene. Bazı göründüğüm, hikâyeye ihtiyacım var amma, bilmem böyle. Oranın işte ufak bir camisi vardı ondan büyüğü de yok. Hisar camisi derler bir camisi var. Orada halk Şeyh derdi, Şeyh Ali Efendi. Başına da yeşil sarardı. O zaman başa şu sarılacak bu lenger koyulacak filan öyle bir şey yoktu. O da yeşil sarardı. Bir gün orda vaaz ediyor, diyor ki, ondan herhalde o zaman benim yaşıma yakın vaziyeti vardı, şimdi ila rahmetillah kemiği süzme olmuştur. Mübarek adam hoşuma giderdi konuşması. Efendiler derdi hikâyeyi, hikâyeden hoşlanmam ama sırası geldi size bir hikâye söyleyeyim. Böyle yumuşak yumuşakta söylüyor. Hazreti Musa Aleyhisselamın zamanıdı ki, iki kardeş vardı. Bu kardeşlerden biri dağda yaşıyor, tarik-i dünya. Birisi de kasabada haffaf, terlik yapıyor. Terlikçi. Zavallı diyor: bu kasabada oturan bu halkın içinde yaşayan kardaşım acaba ne haldedir diyor, bir gün gideyim şunun bir halini sorayım diyor. İzmir’de Hisar Camisinde Şeyh Ali Efendiden dinlediğim bir hikâyecik. Neyse geliyor. Ne armağan götüreyim, bulunduğum yerde yüksek dağda kar var. Mevsim yaz ama kar var. Karı alıyor eline, kerameti de var ermiş. Hani sen yumurtayı şeyde, beyaz kabuğunun içerisinde sakladığın gibi, o da elinde karı saklıyor. Sen de ehl-i keramettensin değil mi? Hı? Ya sen nedensin? Sorun anlamadım ki cevap vereyim. “Eyyy kardaş.” diyor, geliyor dükkâna, bakıyor giren çıkan. Yüzleri, müzleri örtülü ama hanımlar da geliyor. Sonra, kardaş diyor elindekini de o rafa koy. Oraya koyuyor. Fakat şimdi hanımlar geliyor ne kadar örtülü olursa olsun bacağını uzatıyor. Ayağını gösteriyor ki ayağına göre bir pabuç alsın. Bizim daği’nin yavaş yavaş karı erimeye başlıyor. Daği kardaşın, dağdan gelen kardaşın yavaş yavaş getirdiği emanet erimeye başlıyor. Beriki halk arasında. O acıyordu benim kardaşım bu halkın içerisine düşmüş bu kesret âleminde, şimdi ne hale gelmiştir diye kardaşlık hissi ile acıyor. Kardaşı birader diyor kendimize gelelim, kar erimeye başladı. Keramet gidiyor, bozuluyor. Ateşi gördü, ateşi gördü kar erimeye başladı. Nefis başladı ya, nefis idareyi ele almaya başlıyor. Neyse kardaşı uyandırıyor. Birader diyor kendimize gelelim. Şimdi dağda bulunmak, inzivaya girmek mi, yoksa kesrette bulunup da vahdeti iltizam etmek mi hangisi efdaldır? Allah’tan korkmak, kesrete mübtela iken, o ibtila içerisinden sağ salim çıkabilmenin çaresini araştırmak mı ehemmiyetlidir, ne dersin? Hacı Nuri söyle bir şey söylüyorsun anlamıyorum.

-: Şimdi bu zamanda kurtara, iş kendini kurtaranda bu zamanda ha.

Hulusi Bey: Ne diyor?

-: Şimdi bu zamanda diyor, iş kendini kurtaranda diyor, zor diyor.

Hulusi Bey: İş kesrete mübtela iken burada kendini muhafaza etmek. İbtila âlemindeyiz, ibtila. İbtila âlemindeyiz. Hırsızlar çok. Bizden çalmak istedikleri meta da imandır. Yani lügat’a boğmadan açıkça söylüyorum. Bizden çalmak istediği bu hırsızların imandır. İmanı olmasa insan neyi kalır? Kuru kalıp, neye yarar? Hiç, adi bir meta. At çöp tenekesine. İnsanı insan eden nedir? İman. İnsanı insan eden belki sultan eden nedir?

-: İman

Hulusi Bey: İman ya! Her ne hal ise. Şimdi demek ki imanı muhafaza etmek. Ben muhafaza ederim. Nerde? Ağrı dağının işte insan yaşayabilir bir yerinde, altı ayda bir benim yakınlarım bana biraz yiyecek getirsinler orada o haşarat içerisinde yaşayayım. Bu inziva zamanı değil. İşte bakın sırası gelince söylemek lazım geliyor. Üstadımızla ilk görüştüğüm zaman, ilk birinci defa olarak görüştüğümüz zaman. O zaman bize şöyle hitap etti. “Bu zaman, inziva zamanı değil cemaat zamanıdır.” Bu zaman, inziva zamanı değil, dağa çekilmek, mağaraya girmek, insanlardan tecerrüd etmek zamanı değil, belki cemaat zamanıdır. Evet, söz bizim değil, sözümüzü güzelleştiren söz, Kur’andan kendisine ilham olunan derslerden alınan nesnelerdir. Biz onun nâkili oluyoruz. Dellalın yardımcısı, arka sıra seğirten. Şikâyet etmiyoruz. Fakat Cenab-ı Hak layık görmüş. Bizi bu dava üzerinde koşturuyor. Bununda, buna karşılık bizimde yapacağımız şey şükürdür. Mademki bu nimete biz bu kadarcık olsun bir hizmetine bizi Cenab-ı Hak layık görmüş. Yapacağımız şey şükürdür. Elhamdülillah Ya Rabbi. Bizi şu zamanda, şu fesad-ı ümmet zamanında her türlü ipe sapa gelmeyen şeylerden ayırmış, bizi doğrudan doğruya iman davasına karınca kaderince hizmete sen sevk etmişsin senin lütfun olmasaydı bizim halimiz nice olurdu? Efendiler! Bakın görüyorsunuz iman meselesi araya girdimi abdesti bozacak şeyler dışarı çıkmak lazım. Zihnimizi meşgul edecek dünyevi her türlü mesele kapıya. Onu kafamıza koymayalım, kalbimize sokmayalım. Bu elbette bu demek değildir ki. Zengin olmasın, cüzdanında para olmasın, sefil perişan yaşa, herkesin yardımını bekle dur, bu değil. Bir kere acından ölmek yok. Cenab-ı Hak kullarını her birisini bir surette ibtila perdesi altında çeşitli bir surette rızıklandırıyor.  Rızıklandıran var. Aç mıyız, aç mıyız, susuz muyuz? Eğer böyle bir şey, canım işte benimde bu kadar öteki herif böyle oldu, böyle zengin oldu. Okuması yazması da pek kıttır. Haaa. Öyle ise sen kendindekine bak. Sana verdiği nimetin şükrün yerine getirdin mi? Daha nedeyim canım işte şükür ediyorum, elhamdülillah diyorum kaç defa. Her namazın arkasında 33 defa elhamdülillahım var, maşaallah. Namaza girdikten sonra, tesbihten sonra, subhaneke’den sonra neyim var? Fatiha-i Şerife ki o neyle başlıyor? “Elhamdulillahi Rabbil Âlemin.” Öyle başlamıyor mu? O da var, e daha nedeyim? Yok, efendiler yok, bu kadar kâfi değil. İman ile bir dakika yaşamak, iman nimeti ile bir dakika yaşamak, iman zevki ile bir dakika yaşamak. Acaba bu böyle sathi elhamdülillah, elhamdülillah yeter mi bunlar? E daha nasıl edelim? Vallahi bilmem. Diyeceksin Ya Rabbi! Ne kadar hamd edenler varsa, ne kadar kendi lisanıyla seni tahmid, tesbih sana vazife-i şükraniyeyi ifa eden mahlûkun varsa. Şuurlu, şuursuz onların hepsinin tesbihatını, tahmidatını, zikirlerini kendi zikrim gibi benim zikrim içerisine alarak sana takdim ediyorum, Ya Rabbi.  اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ İbadat-ı kalbiyenin hepsi kime mahsustur? Allah’a. Kimden gelse, kime karşıda olsa ezelden ebede kadar. Hamdin manası, hamdin. Kime hastır, kim ona müstehaktır?

-: Allah, Allah.

Hulusi Bey: Allah. İşte bunları ara sıra hatırlasak, daima hatırlasak çok iyi ama. Ara sıra olsun hatırlasak o zaman az bir ibadetimiz, çok büyük bir ibadet gibi indallahta makbul olur. Öyle ise bir kelime-i şahadet getirelim.

اَشْهَدُ اَنْ  لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

Kelimesiyle nefesimize hitamlar nasibi müyesser eyleye. Âmin. Veren el, alan elden hayırlıdır. Sonra?

-: İnfak ederken nafakası sana vacib olandan başla, sadakanın efdali zenginlikle olanıdır.

Hulusi Bey: Dur. Üç tane oluyor, ikincisi? İnfak ederken, dua ederken de canım, dua ederken de ne buyuruyor? Bak Cenab-ı Hak Kur’anında bize talim ediyor, öğretiyor.

رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟

Bak, evvela kendimize diyoruz, evvela kendimize mağfiret diliyoruz. رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ى وَلِوَالِدَىَّ Ondan sonra ana, babaya  وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ bütün mü’mininlere,  يَقُومُ الْحِسَابُ۟ Hesap günü kaim oluncaya kadar. Demek ki infaka başlarken nerden başlayacaksın?

-: Nafakası sana

Hulusi Bey: Yani sana Cenab-ı Hak bir şey verirse, sen o şeyi kendine tahsis ettiğin gibi, sen ordan hisseni aldığın gibi bal tutan parmağını yalar.  Ondan sonrada anana, babana, yakın akrabana, çoluğuna çocuğuna o sana infak edilen şeyden onlara da birçok hissedar et. Ondan sonra da harice. Hariçte konu komşu, onların içinde kimler mesela? Sor soruştur. Evet, öyle rivayetler gelmiş. Bir adam yemeğini yerken kendisi ihtiyacı var, o yemeği yiyor, rahat yiyebilmesi için acaba komşularımda akrabamda yemeğe ihtiyacı olan var mı? Rivayete göre: “Komşusu aç iken, kendisi tok olan, kemal-ı imana ermemiştir.” Haşa kâfirdir denilmez. Fakat imanı, derece-i kemale ermemiştir.

-: Bu hadis midir, efendim?

Hulusi Bey: Öyle olacak, öyle olacak. Yani öyle kestirip atıp, bu adamın imanı yoktur demek doğru değildir. Fakat demek ki hem cinsine, yakınlarına, komşularına yardım hissi taşımıyor. Demek merhameti yok. Kendi nefsinin açlığına susuzluğuna acıyor, onu tatmin etmek için elinden geleni yapıyor. Üçüncüsü de. Şimdi şey birincisi, veren el alan elden hayırlıdır deyip te dilencilikten bizi uzaklaştırıyor. İkincisi infak ederken yakınlarından başla diyor. Üçüncüsü de

-: Sadakanın efdali zenginlikle olanıdır.

Hulusi Bey: Ha. Yani fakir de olmayın, çalışın.

وَلاَ تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا

Dünyadan nasibinizi de alın, zengin olun. Şimdi Efendiler! İslam’ın beş şartından ikisi paraya dayanır. Hangisi? Zekât. Fukara zekât verebilir mi?

-: Veremez.

Hulusi Bey: Fukara Hacca gidebilir mi? Hele şimdi, fakir ola hem de bu yolculuğa bu kadar döviz artması üzere hem de fakir nerden ala. Bu dilencilikle bu iş olmaz. Öyle ise bir Müslüman diğer bir Müslümanı dilenciliğe teşvik etmez. Fakat Cenab-ı Hak beş parmağı da bir yapmamış. Kimisi fakirdir, muhtaçtır, kimisi zengindir. Hem de bu vaziyet devam etmez. Günün birinde zengin olan, diğer bir günde fakir olur. Kendisine kölelik, hizmetkârlık etmiş olan adam mal sahibi, mülk sahibi olur. Kendisi de onun kapısına gider, boynu bükük vaziyette bulunur.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍقَد۪يرٌ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭

Ha. Buyurun çayınızı için ama Hacı …..

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 160) HATIRA VE SOHBET - 1 başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.