167) ONBİRİNCİ SÖZ’DEN DERS

167) ONBİRİNCİ SÖZ’DEN DERS

ADAD

Hulusi Bey

 ONBİRİNCİ SÖZ’DEN DERS

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَٓى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلاَةً تُنْج۪ينَا بِهَا مِنْ جَم۪يعِ اْلاَهْوَالِ وَ اْلاٰفَاتِ وَ تَقْض۪ى لَنَا بِهَا جَم۪يعَ الْحَاجَاتِ وَ تُطَهِّرُنَا بِهَا مِنْ جَم۪يعِ السَّيِّئَاتِ وَ تَرْفَعُنَا بِهَا عِنْدَكَ اَعْلَى الدَّرَجَاتِ وَ تُبَلِّغُنَا بِهَٓا اَقْصَى الْغَايَاتِ مِنْ جَم۪يعِ الْخَيْرَاتِ فِى الْحَيَاةِ وَ بَعْدَ الْمَمَاتِ اٰم۪ينَ يَا مُج۪يبَ الدَّعَوَاتِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

Ebu Hüreyre radiyallahu anh’den, Resuli Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem:

“Allahu Teâla Kıyamette üç taife ile konuşmaz; onları tezkiye etmez; rahmet nazarıyla bakmaz. Onlar için şiddetli azab vardır.

Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar, kibirli fakir.” buyurmuştur.

Bu kibirli fakir?

Hulusi Bey: Hem kel, hem fodul. Hem kel, hem fodul. Hem fakr-ı hali var, hem de müstağni görünüşlü. Kibir satıyor.

-: Ebu Hüreyre radiyallahu anh’den, Resuli Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem: Allahu Teâla buyurdu ki:

“İzzet, izarım Kibriya da ridam mesabesindedir.

 İzzet, izarım Kibriya da ridam mesabesindedir. Bu hususta bana ortaklık etmek isteyenleri azabederim.” buyurmuştur.

Allahu Teâla buyurdu ki:

“İzzet, izarım Kibriya da ridam mesabesindedir.

Hulusi Bey: İzar ne demekti? Lügat manası? Unuttuk.

-: Elbise.

Hulusi Bey: Rida, omuza alınan. İzar, belden aşağı, peştamal gibi. 

-: Bu hususta bana ortaklık etmek isteyenleri azabederim.” Buyurmuştur.

Ebu Hüreyre radiyallahu anh’den, Resuli Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem:

“ Bir kimse günlerden birinde güzel elbisesi içinde kurularak yürüyordu.

Hulusi Bey: Kurularak mı?

-: Evet.

Hulusi Bey: Hıı, daha kim kurulsun, güzel elbiseyi kim giyse kurulur.

-: Başını taramış, kendini beğeniyor ve çalım satıyordu. Derken Allah onu yerin altına geçirdi. O da kıyamet gününe kadar yerin dibine geçmektedir.” buyurmuştur.

Hulusi Bey: Karun için deniliyor.

-: Seleme bin Ekva’ radiyallahu anh’den, Resuli Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem:

“İnsanlar kibirlene kibirlene cebbarlar sırasına geçer. Cebbarın başına gelen azap onların da başına gelir.” Buyurmuştur.

Hulusi Bey: Ehl-i şirk

-: Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:

Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:

Hayatın bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazılmış hikmet-nüma bir sözdür.

Hayatın bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazılmış hikmet-nüma bir sözdür. Görünüp ve işitilip, esma-i hüsnaya delalet eder. İşte hayatının sureti bu gibi emirlerdir.

Şimdi hayatının sırr-ı hakikatı şudur ki: Tecelli-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir.

Şimdi hayatının sırr-ı hakikatı şudur ki: Tecelli-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir. Yani bütün âleme tecelli eden esmanın nokta-i mihrakıyesi hükmünde bir câmiiyetle Zât-ı Ehad-i Samed’e âyineliktir.

Yani bütün âleme tecelli eden esmanın nokta-i mihrakıyesi hükmünde bir câmiiyetle Zât-ı Ehad-i Samed’e âyineliktir.

 (Sözler Shf: 128 – 129 )

Hulusi Bey: Yani bir şeyden böyle süzülerek gelen ışıklar birleşince de nokta-i mihrakiye derler. Mesela büyük bir elektrik lambası ışığı böyle insanın gözüne batacak gibi parlak ışıklar ileriye doğru uzanır, onlar bir yerde birleşirler. İşte o birleştiği yer mihrak noktasıdır. Demek ki Esma-i İlahiyenin nurlarının birleştiği yer insandır. Bütün esmaya mazharmış yani insan. Ne zaman? Her zamanda, fakat bazen kendisini belli eder. Mesela açlık geldiği zaman eğer uyanık bir insan ise kimden ister?

-: Rezzak’tan ister.

Hulusi Bey: Rezzak’tan ister. Rızık veren Allah’tan ister. Acım diyecek. Açlığını söyleyecek. Ona hastalık gelirse Şafii ismini çağıracak. Darda kalırsa?

-: Ya Basıd.

Hulusi Bey: Ya?

-: Ya Basıd

-: Basıd

-: Ya Rahman.

Hulusi Bey: Hulasa isteyeceksin çağıracaksın amma, o isteğin haline muvafık olacak. Şimdi darda kaldın, müşkül vaziyette kaldın ne diyeceksin?

-: Ya kabidu.

Hulusi Bey: Ne?

-: Ya kabıdu.

-: Ya Muin denecek.

Hulusi Bey: Ne?

-: Ya Muin

Hulusi Bey: Muin!

-: Ya Kâfi, efendim.

Hulusi Bey: Ne?

-: Ya Kâfi.

Hulusi Bey: Ya Şafii?

-: Kafi.

Hulusi Bey: Kafi

-: Ya Kabıdu.

-: Basıd

-: Sıkıntı gelince Ya kabidu söyleyeceksin.

-: Ya kabidu

-: Ya kabid

-: Kabz ismi, Ya kabidu

Hulusi Bey: Darlık veren O evet. E o zaman Ya Basıd de. Sıkıntıda kaldın mı kabz hali var bişey göremiyor o zaman Ya Basıd diyeceksin. Evet.

-: Şimdi hayatının saadet içindeki kemali ise: Senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî’nin envârını hissedip sevmektir.

Hulusi Bey: Senin ?

 -: Şimdi hayatının saadet içindeki kemali ise: Senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî’nin envârını hissedip sevmektir.

Hulusi Bey: Senin hayatının âyinesinde. O hangisidir? Cebimizdeki ayna mı? Vücudumuz yahu, varlığımız. Bu varlık Cenab-ı Hakkın esmasına, sıfatına ayinelik yapıyor. Evet. O kemal-i saadeti neymiş?

-: Hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî’nin envârını hissedip onları sevmektir.

Hulusi Bey: Yani senin şu vücudunda seni var etti. Var eden var ya. Seni niçin var etmiş? Zaman zaman sende bazı tasarrufunu görüyorsun. İşte ayine. Ayinelik yapıyorsun. Hayatımızın ayinesi nedir?

-: Esma-i ilahiye.

Hulusi Bey: Şimdi hayatımız, ruh çıkarsa hayat var mıdır?

-: Hayır.

Hulusi Bey: O bir zatın şeysini okumuştum ama ben de unuttum sizde unuttunuz herhalde. “Beni niçin halk ettin diye?” soruyor.

-: Ahmed-i Tusi Hazretleri.

Hulusi Bey: Ne?

-: Ahmed-i Tusi Hazretleri.

-: Abdullah-ı Tusi Hazretleri.

Hulusi Bey: Ne?

-: Ahmed-i Tusi Hazretlerinin

Hulusi Bey: Dur bakalım oku.

-: Ayine-i ruhumda cemalimi görmek için.

Hulusi Bey: Dur bakalım, Hacı Efendi bulsun. Onlarda hocadır zahar, onları da yabana atma. Haydi, Musa Hoca!

-: Efendim arıyorum yazmıştım efendim. Ayine-i ruhumda cemalimi temaşa edeyim,

Hulusi Bey: Ayine-i ruhunda

-: Ayine-i ruhumda cemalimi temaşa edeyim,

Hulusi Bey: Ayine-i ruhuda cesedidir.

-: Evet. “Muhabbetimi de gönlüne ilka edeyim.”

Hulusi Bey: Muhabbeti o gönlüne o manevi şey. Demek ki maddi olarak. Maddi olarak bizim cismimizi yaratmış ki. Bize bir cisim vermiş görünüyoruz. Bu görünen şey ruhumuzun nesidir?   Ayinesidir. Şimdi söyle.

-: Ayine-i ruhumda cemalimi temaşa edeyim,

Hulusi Bey: Demek burada cemalinin tecellisi değil. Yani daimi tecellisi var üzerimizde o şeyden gâh kıvrandırır, gâh sevindirir canım. Gâh güldürür, gâh ağlatır. Güldüren de o ağlatanda o. E biz olmasaydık vücudumuz varlığımız ha, şu geçici varlığımız olmasaydı bunlar olur muydu? Demek ki işi gizli kapaklı yapmamış ki bizi vücuda getirmiş ki tasarrufu hem biz görelim hem de başkaları tarafından görülsün. Soruyorsun, filan adam ne oldu? Sizlere ömür vefat etti. Hangi isim tecelli etti? Mümit ismi tecelli etti, vefat etti. Demek bununla bize bir tembih de var. Yani insan demir’den, polat’tan değil. Ya? Etten kemikten ibarettir. Bir hayat denilen şey de her zaman sönmeye mahkûm bir kandil hükmündedir. Üfürdü mü söner. Gel dedi mi durur mu?

اِرْجِع۪ٓى اِلٰى رَبِّكِ

E duracak mı daha? Zaten koşarak gider. Bazısını da zordan götürürler. Çeke, çeke bağıra çağıra gider. Evet demek ki beni, seni yaratmaktan maksat neymiş? Ayine-i ruhumda cemalimi temaşa edeyim, bir de muhabbetimi

-: Gönlüne ilka edeyim.

Hulusi Bey: Gönlüne koyayım. Muhabbetimi! Yani Cenab-ı Hak sevilmeye layıktır. Nasıl sevilmeye layık? Her sevilenden ziyade, bütün sevilenlerden ziyade Cenab-ı Hak nedir? Sevilmeye layıktır. E sevgi iman gibi nerde muhafaza edilir, nerde bulunur? Kalbinde insanın. Sevginin alameti nedir? Mesela biz bir zat-ı seviyoruz. Oturduğumuz, kalktığımız, yürüdüğümüz zaman da hep ondan bahsediyoruz. Hâlbuki bize bütün bu faaliyet vücudumuzun faaliyetini temin eden kim? Bizi yaratandır. Bütün ihtiyaçlarımızı gideren, bütün iktidarsızlığımıza rağmen bize gayet kolaylıkla muhtaç olduğumuz şeyleri yetiştiren kimdir? O dur. Öyle ise onu çok zikretmeliyiz. Allah sevgisinin alameti neymiş? Dilden düşürmemek, vird-i zeban etmek. Sende tecelli edeni bil. Sende tecelli edeni bil. Tecelli edeni bildinse onu sev, rızasını tahsile çalış. Bildinse öyle laflan değil. Evet, her ne hal ise.

-: Zîşuur olarak ona şevk göstermektir.

Hulusi Bey: Zîşuur olarak ona şevk göstermektir. İştiyak, iştiha. Evet,

-: Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir.

Hulusi Bey: Oooo. Onun muhabbetiyle kendinden geçmek. Mest olmak. Eee.

-: Kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.

Hulusi Bey: Onun için.  مَنْ نَه گُنْجَمْ mi geldi?

-: Evet.

İşte bu sırdandır ki, seni a’lâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meal-i şerifi olan:

مَنْ نَه گُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَات و زَمِينْ ٭ اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بَقَلْبِ مُؤْمِنِينْ denilmiştir.

Hulusi Bey: Denilmiştir, yani? Ben semavat ve arza sığmam, fakat mü’minin kalbine sığarım. Nasıl sığarsın? Muhabbetimi oraya koyma. Hulasa, hakikaten oraya Allah muhabbeti girmedikten sonra bu iş sahtekârlık kabul etmez. Allah’ı seviyorum de, çünkü onun cevabı var Kur’anda. Her zaman konuşuyoruz. Her zaman o ayetten bahsederiz. Çünkü davamız odur. Fakat Cenab-ı Hak da bizi intibaha getirmek için peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’a ferman ediyor k: Beni sevdiklerini iddia edenlere, dava edenlere deki, eğer bu davaların da doğru iseler benim sevdiğime uysunlar.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

İşte bu. Mesele bitti. Zaten iş orda.

            Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim

            Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.

E, şimdi Hazreti Muhammed onun şeysi gibidir. Demek ki sevgimizin şeysi ona uymaktır. Ona uyarsak, bizi ona ittiba Cenab-ı Hakkın rızasına mazhar eyler. Onun bize merhamet etmesine vesile olur. Hazreti Muhammed (ASM) de onun izniyle bize şefaat eder inşâallah.

-: İşte ey nefsim! Hayatının böyle ulvî gayata müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazineleri câmi’ olduğu halde,

Hulusi Bey: Hiç layık mıdır?

-: Hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki: Hiç-ender-hiç olan muvakkat huzuzat-ı nefsaniyeye, geçici lezaiz-i dünyeviyeye sarfedip zayi’ edersin!

Hulusi Bey: Eğer zayi’ etmemek istersen

-: Eğer zayi’ etmemek istersen, geçen temsil ve hakikata remzeden

Hulusi Bey:

وَالشَّمْسِ وَضُحَيهَا ٭ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلَيهَا ٭ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلَّيهَا ٭ وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشَيهَا ٭ وَ السَّمَاءِ وَمَا بَنَيهَا ٭ وَ اْلاَرْضِ وَمَا طَحَيهَا ٭ وَ نَفْسٍ وَمَا سَوَّيهَا ٭ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَ تَقْوَيهَا ٭ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكَّيهَا ٭ وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسَّيهَا

Suresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et.

وَالشَّمْسِ وَضُحَيهَا yı birde buradan (Mevakib Tefsirinden) okuyacağız.

Dav ve harareti hakki için.  Yani, günün, güneşin en parlak zamanı ve harareti hakiki için. Hem harareti çok, hem ziyası nafiz. Ve şemse pirev olan kamer hakkı için. Ona ayak uyduruyor. Onun etrafında dolanıyor. Ve zulmeti def’ ile cila veren nehar hakkı için.  Yani karanlıktan sonra gelen gündüz hakkı için. Yemin ediyor, Cenab-ı Hak. Ve ufuk ya şemsin ziyasını setreden gece hakkı için. Ve sema ve onu bina eden hakkı için. Ve arz, onu döşeyen hakkı için. Ve nefs-i adem ve onu aza ve ahsasla tesviye eden hakkı için. Duygularla. O nefse fücür ve takvayı ilham etti. Haaa. O, yani o zat nefse fücüru da, takvayı da ilham etti. O kimse ki nefsini pak ve islah edib teate meşğul oldu, felah buldu. O kimse ki nefsini idlal ve ihlak edib, Evet. haib ve hasir oldu, Yani mahrum oldu. defin ve mahfoldu. Bu kadar zaten orasını almıştı.

وَ السَّمَاءِ وَمَا بَنَيهَا ٭ وَ اْلاَرْضِ وَمَا طَحَيهَا ٭ وَ نَفْسٍ وَمَا سَوَّيهَا ٭

O kadar. فَاَلْهَمَهَا o nefse fücur ve takvayı ilham ettik. Şimdi ilham eden O, işleyen kim? O nefsi, o nefsi birine kötü yola gitme, iyiliği iltizam et diyen kendisi. Haa. Fakat nefsi veren kendisi.

اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ

O da kendi fermanı.  Bak bize tamamıyla bir serbestliği vermiş. Nefse uyma diyor. Sonu eline geçmez, umduğun geçmez sonra ceza görürsün. Felah bulmak istersen ne yap? Felah bulmak isteyen ne yapacak?

-: Nefse uymayacak.

Hulusi Bey: Nefsini pak ve ıslah edip teata meşgul oldu. Nefsini pak edecek. Ne ile pak eder? O Rabbine itaat eder. Bu suretle ıslah olur. Fakat ilham eden kim? Yine kendisi. Ama kendi yalnız, kendi nefsinin tesiri altında bırakmamış, yine bize peygamber göndermiş. Mürebbi, mürşit göndermiş. Onunla bize hakkı hak olarak göstermiş, ittibaını istemiş. Batılı batıl olarak göstermiş ona yanaşmamamızı istemiş. Yani kolaylığı, çetinliği göstermekle beraber, bir de insan nev’inden birde bir mürebbi, bir mürşit bize göndermiş, böyle yapın. E kim eğer Allah’ın razı olacağı şeye tevessül eder yaparsa o kazandı. Kim Cenab-ı Hakkın rızasına muhalif hareket ederse, nefsin kötü isteğine uyarsa o da umduğuna nail olmaz mahrum olur, hem de ceza görür. Orasını bilmem nasıl işler. Güneşi o fevkalade ziyası ve harareti ona veren kim? Kameri şemsin etrafında döndüren kim? Size kameri takvimcilik ettiren kim? Eğer gündüzü o getirmeseydi kim getirebilirdi? O aydınlık gelmeseydi, karanlıkta kalsaydınız sizin haliniz nice olurdu? E karanlık o devam etseydi haliniz nice olurdu? Bu semayı bu acayip şeyleri, bu kubbeyi böyle elektrik lambalarıyla donatmasaydı bunu kim yapabilirdi? Bugünkü fen, fen, fen diye bağırıp çağıranlar. En küçük bir yıldızı yapıp semaya bir kandil diye taka bilirler mi?

-: Haşa.

Hulusi Bey: İlahi kudret, İlahi ilim, İlahi irade bunları yapıyor. Şu memleketin sahibi yapabilir bu sanatı. Başkasının haddi değildir ki en küçük bir şeyi yapabilsin. Beşere menfaatli, beşere menfaatli. Şimdi bizim de dilimizde var ha, kalkınacağız, kalkın ha, kalka kalka bilmem nereye kadar kalktık? Cenab-ı Hakkın iradesi olmazsa efendiler! Sineğin kanadı dahi oynamaz. Allah murad etmezse sinek kanadını oynatamaz. Dilimiz aşınır diye korkuyoruz. Allah’ın izniyle, Allah’ın iradesi olursa, inşâallah, demeye sanki bir günahmış gibi yanaşmak istemiyoruz. Biz beşeriz niyet ederiz fakat niyetimiz kuvvede kalır, fiile çıkmaz. O güzel arzumuzu meydana ancak kim çıkarabilir?  Allah çıkarabilir. Kötülükler etrafımızda yağmur gibi yağıyor. Bize sirayet ettirmeyen kim? Ettiren kim? Buyur.

-:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى شَمْسِ سَمَاءِ الرِّسَالَةِ وَ قَمَرِ بُرْجِ النُّبُوَّةِ وَ عَلَى آلِهِ وَ اَصْحَابِهِ نُجُومِ الْهِدَايَةِ وَ ارْحَمْنَا وَ ارْحَمِ الْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ آمِينَ آمِينَ آمِينَ

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 166) ONUNCU SÖZ/ZEYLİN BİRİNCİ PARÇASI DERS – 2 başlıklı makalemizde ONUNCU SÖZ/ZEYLİN BİRİNCİ PARÇASI DERS hakkında bilgiler verilmektedir.