
Hulusi Bey
YİRMİBEŞİNCİ SÖZ/BİRİNCİ ŞU’LE:/BİRİNCİ ŞUA:/İKİNCİ SURET:/ÜÇÜNCÜ NOKTA DERS – 2
-: Şu mütedâhil ve birbiri içindeki kısımları ve ikiyüz ihtimal içinde mütereddid yalnız gizli ve fikren bilinmeyecek bir tek yol ile umumu tansif etmek kabil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz. Tesadüf hiç karışamaz. İşte bir şifre-i İlahiye olan surelerin başlarındaki huruf, bunun gibi daha beş-altı lem’a-i i’caziyeyi gösterdikleriyle beraber; ilm-i esrar-ı huruf ülemasıyla evliyanın muhakkikleri şu mukattaattan çok esrar istihrac etmişler ve öyle hakaik bulmuşlar ki, onlarca şu mukattaat kendi başıyla gayet parlak bir mu’cizedir.
Onların esrarına ehil olmadığımız, hem umum göz görecek derecede
Hulusi Bey: Hem umuma
-: Hem umuma göz görecek derecede isbat edemediğimiz için o kapıyı açamayız. Yalnız “İşarat-ül İ’caz”da şunlara dair beyan olunan beş-altı lem’a-i i’caza havale etmekle iktifa ediyoruz. O kapıyı açamayız. Yalnız “İşarat-ül İ’caz”da şunlara dair beyan olunan beş-altı lem’a-i i’caza havale etmekle iktifa ediyoruz.
Şimdi, esalib-i Kur’aniyeye sure itibariyle, maksad itibariyle, âyât ve kelâm ve kelime itibariyle birer işaret edeceğiz. Meselâ:
Sure-i عَمَّ ye dikkat edilse öyle bir üslûb-u bedî’ ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennem’in ahvalini öyle bir tarzda gösteriyor ki; şu dünyadaki
Hulusi Bey: Sure-i عَمَّ yi mi diyor? Yahut sure-i Nebe’. Nebe’-i azim.
-: Şu dünyadaki ef’al-i İlahiyeyi, âsâr-ı Rabbaniyeyi o ahval-i uhreviyeye birer birer bakar isbat eder gibi kalbi ikna eder. Şu suredeki üslûbun izahı uzun olduğundan yalnız bir-iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:
Şu surenin başında Kıyamet gününü isbat için der: “Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk,
Hulusi Bey: وَالْجِبَالَ٭ وَالْجِبَالَ اَوْتَادًۖا٭
-: Hazineli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı rahatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maişet;
Hulusi Bey: Bekcilik, çalışma çabalama …
-: Güneş’i ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek bize ağır gelemez.” İşte bundan sonra kıyamette dağların dağılması, semavatın parçalanması, Cehennem’in hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir surette isbatlarına işaret eder. Manen der: “Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar.
Manen der: “Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar.” Demek surenin başındaki “dağ”, kıyametteki dağların haline bakar ve bağ ise, âhirde ve âhiretteki hadikaya ve bağa bakar.
Hulusi Bey: Hadikaya mı? Hadaikaya …
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازًۙا٭ حَدَٓائِقَ وَاَعْنَابًۙا٭ وَكَوَاعِبَ اَتْرَابًۙا٭ وَكَاْسًا دِهَاقًۜا٭
Evet.
-: İşte sair noktaları buna kıyas et, ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.
Meselâ:
Hulusi Bey:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ
إلى آخر الاٰية… ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
-: Öyle bir üslûb-u âlîde benî-beşerdeki
Hulusi Bey: Benî-beşer
-: Benî-beşerdeki şuunat-ı İlahiyeyi ve gece ve gündüzün deveranındaki tecelliyat-ı İlahiyeyi ve senenin mevsimlerinde olan tasarrufat-ı Rabbaniyeyi ve yeryüzünde hayat-memat, haşir ve neşr-i dünyeviyedeki icraat-ı Rabbaniyeyi öyle bir ulvî üslûb ile beyan eder ki, ehl-i dikkatin akıllarını teshir eder. Parlak ve ulvî geniş üslûbu, az dikkat ile göründüğü için şimdilik o hazineyi açmayacağız.
Meselâ:
Hulusi Bey:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭اِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ ٭ وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ ٭ وَاِذَا اْلاَرْضُ مُدَّتْ ٭ وَاَلْقَتْ مَا فِيهَا وَ تَخَلَّتْ ٭ وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ ٭٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
-: Gök ve zeminin Cenab-ı Hakk’ın emrine karşı derece-i inkıyad ve itaatlerini şöyle âlî bir üslûb ile beyan eder ki: Nasıl bir kumandan-ı a’zam, mücahede ve manevra ve ahz-ı asker şubeleri gibi mücahedeye lâzım işler için iki daireyi teşkil edip açmış. O mücahede, o muamele işi bittikten sonra o iki daireyi başka işlerde kullanmak ve tebdil ederek istimal etmek için o kumandan-ı a’zam o iki daireye müteveccih olur. O daireler, herbirisi hademeleri lisanıyla veya nutka gelip kendi lisanıyla der ki: “Ey kumandanım! Bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini, pırtı-mırtılarını temizleyip dışarı atayım, sonra teşrif ediniz. İşte atıp senin emrine hazır duruyoruz. Buyurun ne yaparsanız yapınız. Senin emrine münkadız. Senin yaptığın işler bütün hak, güzel, maslahattır.” Öyle de: Semavat ve Arz, böyle iki daire-i teklif ve tecrübe ve imtihan için açılmıştır. Müddet bittikten sonra Semavat ve Arz, daire-i teklife ait eşyayı emr-i İlahiyle bertaraf eder. Derler: “Ya Rabbena! Buyurun, ne için bizi istihdam edersen et. Hakkımız sana itaattir. Her yaptığın şey de haktır.” İşte, cümlelerindeki üslûbun haşmetine bak, dikkat et.
Hem meselâ:
Hulusi Bey:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭يَا اَرْضُ ابْلَعِى مَاءَ كِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭
-:İşte şu âyetin bahr-i belâgatından bir katreye işaret için bir üslûbunu bir temsil âyinesinde göstereceğiz. Nasıl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra ateş eden bir ordusuna “Ateş kes!” ve hücum eden diğer bir ordusuna “Dur!” der, emreder. O anda ateş kesilir, hücum durur. “İş bitti, istilâ ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kalelerinin başında dikildi. Esfel-üs safilîne giden o edebsiz zalimler cezalarını buldular.” der.
Aynen öyle de: Padişah-ı Bîmisal, kavm-i Nuh’un mahvı için Semavat ve Arz’a emir vermiş. Vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: Ey Arz! Suyunu yut. Ey sema! Dur, işin bitti. Su çekildi. Dağın başında memur-u İlahînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular. İşte şu üslûbun ulviyetine bak. “Zemin ve gök iki muti’ asker gibi emir dinler, itaat ederler” diyor. İşte şu üslûb işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor. Semavat ve Arz hiddete geliyorlar. Ve şu işaretle der ki: “Yer ve gök iki muti’ asker gibi emirlerine bakan bir zâta isyan edilmez, edilmemeli.” Dehşetli bir zecri ifade eder. İşte tufan gibi bir hâdise-i umumiyeyi bütün netaiciyle, hakaikıyla birkaç cümlede îcazlı, i’cazlı, cemalli, icmalli bir tarzda beyan eder. Şu denizin sair katrelerini şu katreye kıyas et.
Şimdi kelimelerin penceresiyle gösterdiği üslûba bak. Meselâ:
Hulusi Bey:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
deki كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ
Buyur.
-: Kelimesine bak, ne kadar latif bir üslûbu gösteriyor.
Şöyle ki: Kamer’in bir menzili var ki, Süreyya yıldızlarının dairesidir.
Hulusi Bey: Süreyya dediğimiz yedi kardaş ismi.
-: Kameri, hilâl vaktinde hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder.
Hulusi Bey: كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ Hurmanın eski dalı, eskimiş dalı. Kameri ona benzetiyor. Evet.
-: Şu teşbih ile semanın yeşil perdesi arkasında güya bir ağaç bulunuyor ki beyaz, sivri, nurani bir dalı, perdeyi yırtıp başını çıkarıp, Süreyya o dalın bir salkımı gibi ve sair yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak işitenin hayalî olan gözüne göstermekle; medar-ı maişetlerinin en mühimmi hurma ağacı olan sahra-nişinlerin
Hulusi Bey: Bu, Hafız Hasan Efendi ……….. ………… ……. كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ burası Kur’anın kelimeleri hakkında, cümleleri hakkındaki, evet böyle icazlı, i’cazlı. Netice sahabeler, icazden ziyade hafızların bilmesi lazım gelen ehemmiyetli mevzular. Evet.
-: Medar-ı maişetlerinin en mühimmi hurma ağacı olan sahra-nişinlerin nazarında ne kadar münasib, güzel, latif, ulvî bir üslûb-u ifade olduğunu zevkin varsa anlarsın.
Hulusi Bey: Zevkin varsa anlarsın.
-: Meselâ: Ondokuzuncu Söz’ün âhirinde isbat edildiği gibi, وَ الشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا deki تَجْرِى kelimesi şöyle bir üslûb-u âlîye pencere açar. Şöyle ki: تَجْرِى lafzıyla yani: “Güneş döner”
Hulusi Bey: Güneş döner.
-: “Güneş döner ” tabiriyle
Hulusi Bey: Şimdi tecri deyince akmak cenahından geliyor bizde öyle değil mi? Hâlbuki burda tecriye döner manasında. Güneş döner.
-: Yani: “Güneş döner” tabiriyle kış ve yaz, gece ve gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufat-ı kudret-i İlahiyeyi ihtar ile
Hulusi Bey: Güneş döner. Biz diyeceğiz ki; Güneşi bir döndüren var. وَ الشَّمْسُ تَجْرِى dediği dönüyor. Güneş burdan çıkıyor, oradan gidiyor. Güneşi oradan çıkaran kim? Oraya kadar yürütüp, batıda batıran kim? Güneş mi yaptı bunu? Güneş bize acıdı da muhtaç olduğumuz bizi besleyici maddeleri kimisini yerde, kimisini ağaçların dallarında pişirmeye mi geldi? Buna aklı basar mı? Bu ilahi bir memur, bu musahhar memur. Kim teshir etti onu? Neyi kim teshir etti? Bu mahlûkata merhamet buyurdu Cenab-ı Hak. Bu biçare mahlûka. Eğer böyle aydınlatıcı, ısıtıcı, pişirici musahhar memurlarını Cenab-ı Hak tanzim etmeseydi, ne surette getireceklerdi? Nasıl hayatlarını devam ettirebileceklerdi? İşte ilahi tasarrufata bak, bize ehemmiyet veriyor, merhamet ediyor amma, buna karşı bizden istediği de şükürdür. Şükrün manası ne? Elhamdulillah, ya Rabbi şükür demek tamam? Şükür. Öyle mi? Göstermemiz lazım. Şakir olduğumuzu bil fiil göstermemiz lazım, O Halık’ı tanımakla. O Halık’ın böyle çok zavallı bir mahlûku. Kendi iktidarımızla bir lokma ekmeği tedarik edip ağzımızdan içeri sokamayacak kadar zaif olduğumuzu düşünmek lazım. Evet, işte böyle bir Kadir, öyle bir Rahim bizi zaaf-ı aczimize merhameten en büyük bir memurunu bize emirber yapmış. Bizim hizmetimize tahsis etmiş. Buna karşı, O zat-ı tanımamız, bilmemiz, sevmemiz lazım geliyor. Bunun için de onun evamirine itaat, yasaklarından sakınmamız gerekiyor. Allah muvaffak buyursun.
-: Amin.
Hulusi Bey: Bura kadar geldikten sonra, bir kelime-i şahadet getirelim. Buyrun.
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
Mariz bir asırda neden mariz deniyor? Sözün nihayetindeki şey bu sualimizin cevabıdır. Mariz bir asrın reçetesi ittiba-ı Kur’andır.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 175) YİRMİBEŞİNCİ SÖZ/BİRİNCİ ŞU'LE:/BİRİNCİ ŞUA:/İKİNCİ SURET:/ÜÇÜNCÜ NOKTA DERS - 1 başlıklı makalemizde 25.söz ve yirmibeşinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.