179) ONALTINCI LEM’A / HATİMEDEKİ SUALLERE CEVAPLAR DERS – 1

179) ONALTINCI LEM’A / HATİMEDEKİ SUALLERE CEVAPLAR DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

ONALTINCI LEM’A / HATİMEDEKİ SUALLERE CEVAPLAR DERS – 1

25/01/1975 Cumartesi

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.

Buyur.

-: Fedale ibni Ubeyd (R.A.)’den Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Her ölenin amel defteri kapanır yalnız Allah rızası için, yurt sınırlarında nöbet bekleyenler müstesnadır. Bunların amel defteri kapanmaz. Kıyamete kadar amellerinin sevabı yazılır ve kabir fitnesinden emin olur.” Buyurmuştur.

Osman (R.A.)’den Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem

Hulusi Bey: Hacı burda oturamazsan içeriye geçersin.

-: “Hudutta Allah rızası için bir gün nöbet beklemek, diğer mevkilerde bin gün nöbetten daha hayırlıdır.” Buyurdu.

Hulusi Bey: Fırındakilerde nöbet beklemekte iyidir ha, eğer karnı açsa. Mutfakta. 

-: Ebu Hureyre (R.A.)’den

Hulusi Bey: Hacı Nuri ne diyor amma?

-: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir kimse Allah’a inanır, peygamberlerini tasdik eder ve ancak Allah yolunda cihad ederse Allah o kimseyi şehid olursa cennete koymak, gazi olursa ecir ve sevaba ve ganimete nail olarak evine döndürmeye kefildir.  Muhammed’in (A.S.V)’ın nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, müslümanlara zor gelmesinden korkmasaydım Allah yolunda kazaya giden askerlerden hiçbir zaman ayrılıp geri kalmazdım.

Hulusi Bey: Kim, kim diyor onu?

-: Peygamber aleyhisselatu vesellem

Hulusi Bey: Evet.

-: Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, müslümanlara zor gelmesinden korkmasaydım Allah yolunda kazaya giden askerlerden hiçbir zaman ayrılıp geri kalmazdım. Lakin Müslümanları techiz edip götüremediğim gibi onlarda kendiliklerinden yol esbab-ı tedarik edemiyorlar. Benden ayrı kalmak da onlara ağır geliyor. Ruhum, yed-i kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmemi, sonra tekrar dirilip gaza ederek tekrar öldürülmemi, sonra tekrar dirilip gaza uğrun da öldürülmemi arzu ederdim.” Buyurmuştur.

Ebu Hureyre (R.A.)’den Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah yolunda yaralanan herhangi bir kimse kıyamet gününde yarasından kanlar aktığı halde gelir. Rengi kan rengi gibidir, fakat kokusu misk kokusu gibidir.” Buyurmuştur.

Hulusi Bey: Yani çirkin bir koku değil. Gayet güzel kokar. Kanı akar, fakat güzel kokulu. Hacı Said Ağa yok mu?

-: Yok

-: Altındaki suale cevap.

Hulusi Bey: Ney?

-: Lihye-i Şerif’te

Hulusi Bey:

-:

HÂTİME

            Bugün Re’fet Bey’in bir mektubunu aldım. Lihye-i Şerife hakkındaki suali münasebetiyle diyorum ki:

Hulusi Bey: Ne diyor?

-: Lihye-i Şerife hakkındaki suali münasebetiyle diyorum ki: Hadîsçe sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Lihye-i Saadetinden düşen saçların taneleri mahduddur. Otuz kırk tane veya elli altmış tane gibi az bir mikdarda iken, binler yerde Lihye-i Saadetin saçları bulunması, beni bir zaman çok düşündürdü. O vakit hatırıma gelmiş ki: Lihye-i Saadet, yalnız Lihye-i Şerifin saçlarından ibaret değil, belki re’s-i mübarekinin traş oldukça hiçbir şeyini kaybetmeyen Sahabeler, o nurlu ve mübarek ve daimî yaşayacak saçları muhafaza etmişler. Onlar binlerdir. Şimdiki mevcuda müsavi gelebilirler.

Hulusi Bey: Evvela Lihye-i Şerif bir çoook camiler de var. Dünyada bu kadar Müslüman var. Bir mescid de bir tane olduğuna göre mesela bir memlekette yüz cami var, yüz camide de var. Bu hesapla çok olması lazım. İşte yalnız şuradan anlıyoruz ki o Lihye, Lihye-i Saadet denilen kıllar yalnız mübarek sakalından düşmüş olan, kesilmiş olan kıllar değil. Tıraş zamanında. Belki saçından da düşen kılları muhafaza etmiş sahabe-i kiram, hiçbir şeyi zayi etmemişler. O da pek çoktur, binlerdir, ihtiyaca kâfidir. Zayi etmemişler. Bizim saçımız değil ki süpürgeden süpürüp çöp tenekesine gitsin. Peygamber aleyhisselatu veselam’ın vücudundan ayrılmış o kılları sahabe-i kiram muhafaza etmişler.

Daha geride de yer var.

-: Yine o vakit hatırıma geldi ki: Acaba her câmide bulunan, sened-i sahih ile bu saç Hazret-i Risalet’in saçı olduğu sabit midir ki, ona karşı ziyaret makul olabilsin?

Yine o vakit hatırıma geldi ki: Acaba her câmide bulunan, sened-i sahih ile bu saç Hazret-i Risalet’in saçı olduğu sabit midir ki, ona karşı ziyaret makul olabilsin?

            Birden hatıra geldi ki: O saçların ziyareti, vesiledir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a karşı salavat getirmeye sebeb ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadet’ten olmazsa, madem zahir hale göre öyle telakki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salavata vesile oluyor; kat’î sened ile o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter.

Hulusi Bey: Şimdi bir tarihte bizim Kurşunlu camii var Harput’da. Kurşunlu caminin Lihye-i Saadeti, bir seyyah bir gece yatmış, ertesi gün de sırra kadem basmış. Giderken de dolabı açıyor Lihye-i Saadeti kaçırıyor. Sultan Hamid zamanı. Sultan Hamid zamanı, Afgan emiri Sultan Hamid’e yazıyor. Diyor ki sizde Harput denilen bir kasaba var mı? Orada Kurşunlu Camii var mı? Oradan böyle bir emanet çalınmış mıdır? Sultan Hamid zamanı iş buraya aksediyor. Burdan da diyorlar bundan ne kadar evvel buradaki Kurşunlu camiden böyle bir emanet bir seyyah tarafından çalınmıştır. Nihayet o zamanın muhaberesi geç tabi, vasıta yok. Nihayet burdan. Ben doğudan doğruya Hacı Tevfik Efendiden dinlemişim. Burdan Bağdat’a kadar karşılamaya gidiliyor. Afganistan’dan, İran’dan geçerek Bağdat’a kadar onlar getiriyor. Bağdat’tan da burdan giden heyet alıyor. Ta bütün yol boyunca oradan buraya Harput’a gelinceye kadar tekbirlerle, tehlillerle o emaneti Bağdat’tan teslim alıp Harput’a kadar getiriyorlar. Burada tarihini hatırlayamıyorum. O zaman Ayıntapli, Antep ağır ceza reisliğine geçti. Burda Nuri Bey isminde bir müdde-i umumi vardı. Nuri Bey isminde mudde-i umumi Harput’ta Sarahatun camisinde Lihye-i saadet’in açıldığı zaman o da gitmiş Hacı Tevfik Efendi merhum o da orda. Demiş ki: Efendi! Bu Lihye-i Saadet dediğiniz Hazreti Peygambere ait midir, değil midir? Bu hikâyeyi ona anlatmış, ondan sonra demiş bunlar kontrol edilmeden oraya konulmamıştır. Kontrolü da şöyle. Peygamber aleyhisselatu vesellamın kılı. Her cismin gölgesi vardır, bunun gölgesi yoktur, bir. İkincisi gece oldu mu ışık verir, nurdur çünkü. Işık verir iki. Üçüncüsü, ateş onu yakmaz. Ateş onu yakmaz. Onun için o Kurşunlu camiden giden emanette buraya geldikten sonra onu bu üç tecrübeden geçirmişiz. Gölgesi yokmuş, yakmışız yanmamış. Ateşte, kibritte yanmamış.  Gece olduğu zaman da karanlık etmişiz ışık verdiğini görmüşüz. Hulasa hakiki olduğuna şüphemiz kalmamıştır. Bu da o zatın sözüdür. Gece olduğu zaman ışık verir, gölgesi olmaz, yanmaz. Bunların hepsi laalettayin böyle emanet diye şeye koyulmaz. Bizim bu sevkiyat zamanında Tahtalı cami dediğimiz zamanda ben o zaman daire mülhaki idim. Sevkiyat gelmişti ordan Dersim’liler çaldılar. Dersimli sevkiyat ordan çaldı. Gitti o. Sonradan getirdiler güya fakat getirdiler ki kalın bir kıl. Kalın bir kıl. …. yani ip’e benziyor. Onu oraya sokmuş getirmişler, alınız. Şoför Veysi. Öldüyse Allah rahmet etsin.  Abdurrahman bey isminde Halep’li bir zat, o onu sıkıştırıyor çalanı o da Tünceli’li. Bu mu dedim emanetteki iş. Artık o kadar asabiyete gelmişim ki tabi bu vaziyette değildim. Kaç sene evvel ki mesele. 1934 senesi bahar. Şimdi kaç sene olmuş? Kırk, kırkbir sene. Nasıl öyle, koskoca bir adamdı. Nasıl aldımsa yere çarptım. Ondan sonra da kafasına çizmemlen kafasına vurdum herif kendinden geçti. Aman bin başım dedi ne yapıyorsun başınıza iş çıkaracaksın. Dedim kâfiri geberteyim. Kâfir. Neyse, öyle de bir hadise geçirdik. Ne faide gitti. Bence kanaatimi söylüyorum, şahsi kanaatime göre onlar onu götürdüler, belki hakaret belki istifade maksadıyla götürdüler. Fakat Tunceli’nin bu başına gelen bela da onun yüzünden olmuştur. Benim kanaatim. Gerçi netice yine lehlerine oldu. Fakat ne olursa olsun, darmadağın olmaları yurtlarının yuvalarının, harmanlarının söndürülmeleri muhakkaktır. Zayiat pek olmamıştır, pek az. Arada bir bizim bazı yerlerde de maalesef zulüm yapılmıştır. Vahşiyane bir zulüm yapılmıştır. Neyse orayı örtelim gitsin. Ucu başka yerlere kadar dokunur, ondan dolayı onlar belki daha ağır ceza görürlerdi fakat intikamı kendimiz almaya kalktığımız için yanlış ettik, bu surette rahmet-i ilahiye onlara tekrar teveccüh etti, memleketlerine döndürüldü başımızı da belaya soktular. Memleket için bir musibet olmuştur, musibet. Kurşunlu camide alem-i manada Hazreti Ali Efendimizi görmüşüm. Sarahatun’da da Gavs-ı Azam Hazretlerini görmüşüm Üstad’la beraber. Bu iki cami de kudsidir.

-: Hangi senede? Hangi sene hangi tarih?

-: Tarihini?

Hulusi Bey: Keramet-i Aleviye ne zaman yazıldıysa o zamana yakındır.

-: Öbürü Sarahatun mu? Öbür cami Sarahatun mu?

Hulusi Bey: Sarahatun. Bunu size ne lüzum var. Benim şahsi haletimdir. … Üstad Hazretleri.  Ta şeyden Hazreti Ali Efendimizin şeysi yazılmış, kendileri yazmışlar bana göndermiyorlar. Dursun demiş göndermeyin ona şimdilik. Ben bir hadiseyi yazdım, “ Onun ruhu hissetmiş ki bu eser yazılmıştır, istiyor. Manen istiyor gönderin” benim bir şeyden haberim yok. Onun üzerine geldi. Bunlar ben Kars’ta değil çünkü Sarıkamış’ta iken. Şu halde dozuz yüz kırkaltı sonu ile kırk sekizin başı arasında. Üstadın mektubunda öyle diyor. Üstadın emri veçhiyle bunu size göndermiyorduk, sizin bu şeyi yazmanız üzerine, bu manen hissetmiş ki bu eser yazılmıştır. Keramet-i Aleviye, onun için onu istiyor. O suretle tefsir etmiş, o uzun bizim mektubumuzu. Bana göndermişler.

Hacı terledin mi Hacı?

-: Eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadet’ten olmazsa, madem zahir hale göre öyle telakki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salavata vesile oluyor; kat’î sened ile o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter.

Hulusi Bey: Ha, bu Lihye-i Saadet değildir. Mesala buradakini, zaten göstermezler onu. Tahtalı camidekini göstermezler. Bir böyle bir hadise geçti ondan sonra geldi sahte olduğunu bizzat gördük o da orda duruyor. Onu göstermezler. Böyle bir delil olmazsa üst tarafına maksat niyettir. Ne oluyor maksat maksat? Peygamber aleyhisselatu vesselam üzerine salat-ı selam getiriliyor. Hem bize faidesi var hem Peygamber aleyhisselatu vesselam’a faidesi var. Evet, bizden çok salavat istemiş ki diyor bize sarfetsin.

-: Baştan alalım mı, kardeşler yeni geldi ortasına geldik, suali?

Hulusi Bey: İçimde de bir kuruntu var, erkek tilki hikâyesini biliyorsunuz değil mi? Erkek tilki gibi ve bu o ise, fakat burda erkek tilki işi yok. İyi bir niyetle camiye gittin, Lihye-i Saadet açılmıştır diyor. O niyetle herkes ziyaret ediyor, salavat-ı şerife getiriliyor. Faraza, o hakikaten Lihye-i Saadet değil ise yani gerek saçından gerek sakalından peygamber aleyhisselatu veselam’ın düşmüş herhangi bir kıl değil ise, şeye vesile oluyor ya, salavat-ı şerife getirmeye. Bize sevap kazandırıyor ya, o yeter. Daha fazla üzerine düşme. Binâenaleyh yalnız Lihye-i Saadet demek mübarek sakalından tıraşta veyahut tararken dökülen kıllardan ibaret değil. Saçı da var. Saçında dökülen kılların hesabı, hesaba gelecek şey değildir o.  Binâenaleyh onlar da Lihye-i Saadet gibi muhafaza edilmiştir. Sahabe-i kiram bir kılını zayi etmemiştir. Bir tek kılını, öyle üzerine titremiş muhafaza etmişler. Onun için şüphelenilmemeli. Kat’i olarak hayır bu böyle bir hadise geçti bu o değildir diyorlarsa ona bir diyeceğimiz yok. Yoksa Lihye-i Saadet diyorlarsa peygamber aleyhisselatu veselam’ın ya saçından ya sakalından bir kılcağızdır. Mademki O’nundur, O mübarektir kutsidir. Bak eski müftülerden müftü Faik Efendi, İzzetpaşa’da o şeyi vardır daha.

Cihan bir mûy’una beraber olmak kadrini tatdı

Ne devlettir ki faik ümmet olduk böyle bir zata

Cihan bir mûy’una bedel olmak,

Dünya o mübarek zatın bir tek kılına bedel olmaz. Kıl ondandır, o kılın ondan ayrılması, yine ondan ayrılmıştır o onu gösteriyor. Öyle ise o kılda, bi tarafa konsa cihan bi tarafa konsa değer itibariyle hangisi değerlidir? Peygamber aleyhisselatu vesselamın saçından veya sakalından düşmüş veya kesilmiş olan o kıl cihandan daha kıymetlidir diyor.

Ne devlettir ki Faik ümmet olduk böyle bir Şaha.

Hakikaten öyle. Ümmetim dese bize işimiz görülür Pehlivan. Ümmetim dese işimiz görülür inşâallah. Her halde kendimizi tanıttıralım, çok salavat getirelim. Hele teberrüken ise bir salavatta okuyalım.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ

اَمِينَ

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 178) YİRMİBEŞİNCİ SÖZ/BİRİNCİ ŞU'LE:/BİRİNCİ ŞUA:/İKİNCİ SURET:/ÜÇÜNCÜ NOKTA DERS - 4 başlıklı makalemizde 25.söz ve yirmibeşinci söz hakkında bilgiler verilmektedir.