191) ONALTINCI MEKTUB/BEŞİNCİ NOKTA, ZEYLİ VE ONYEDİNCİ MEKTUB DERS – 1

191) ONALTINCI MEKTUB/BEŞİNCİ NOKTA, ZEYLİ VE ONYEDİNCİ MEKTUB DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

ONALTINCI MEKTUB/BEŞİNCİ NOKTA, ZEYLİ VE ONYEDİNCİ MEKTUB DERS – 1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.  

SAHURUN FAZİLETİNE VE ŞAFAĞIN SÖKMESİNDEN KORKULMADIĞI TAKDİRDE SAHURUN TEHİRİNE DAİR HADİSLER

عَنْ أنسٍ (رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ) ، قالَ:قالَ رسولُ الله صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ : تَسَحَّرُوا، فإنَّ في السُّحُورِ بَرَكَةً

Enes radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:

 “Sahur yemeği yeyin; çünkü sahurda bereket vardır.” Buyurmuştur.

Zeyd bin Sabit radiyallahu anh’den:

“Biz Peygamber aleyhisselam ile sahur yemeği yedik, sonra sabah namazını kıldık.” dedi.

“Namaz ile sahur arasında ne kadar zaman geçti?” diye sordular,

“Ne uzun ve ne de kısa olan ayetlerden orta okuyuşla elli ayet okuyacak kadar” cevabını verdi.

İbni Ömer radiyallahu anhuma’dan: Peygamber aleyhisselam’ın iki müezzini vardı. Bilal ve İbni Ümm-i Mektum. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:

“Bilal gece ortasında ezan okuyor, binaenaleyh vakit müsaittir, İbni Ümmü Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz.” buyurdu.

Ravi İbn-i Ömer diyor ki:

“Bu ikisinin arasındaki vakit biri inip diğeri çıkıncaya kadar geçen vakitten ibarettir.”

Amr b. el-Âs radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz:

“Bizim oruclarımızla ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahura kalkmaktır.” buyurdu.

: Sehl b. Sa’d radiyallahu anh’den: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz:  “İnsanların iftarı tacil etmeleri (kendileri için) hayırlıdır.” buyurdu.

İftarı acele etmek.

Ebu Atıyye den:

 “Bir gün Mesruk ile birlikte Hz. Aişe’nin yanına girdik. Mesruk, Hz. Aişe’ye:

“Hazret-i Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ashabından iki adam var ki, iyilik yapmakta kusur etmiyorlar. Bunlardan birisi akşam namazı ve iftar vakitleri gelince tacil, diğeri de bunları tehir ediyor” dedi. Hz. Aişe:

 “Akşam namazını ve iftarı tacil eden kimdir?” diye sordu. Mesruk:

 “Abdullah ibn-i Mes’ud’dur” cevabını verdi.

Aişe validemiz:

 “Peygamber aleyhi’s-selam da böyle yapar, tacil ederdi” buyurdu.

 Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“Allahu Azze ve Celle buyurdu ki: “Kullarımdan bana en sevgili olanı, iftarı tacil edendir.” buyurdu.

-: Beşinci nokta.

Hulusi Bey: Beşinci nokta.

-:  BEŞİNCİ NOKTA: Beş küçük mes’eleye dairdir:

             Birincisi: Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarızsın?

Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü ne için

Hulusi Bey: Telebbüs mü, televvüs mü?

-: Burdaki yazılışı telebbüs

-: Ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarızsın?

             Ben de derim: Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Hâlbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten iskat etmiş gibi, haksız olarak beş sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnu’ bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi şehirlerde dost ve akrabasıyla beraber bıraktınız ve sonra vesika verdiğiniz halde, sebebsiz beni tecrid edip, bir-iki tane müstesna hiçbir hemşehri ile görüştürmediniz. Demek beni efrad-ı milletten ve raiyetten saymıyorsunuz. Nasıl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayı bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle şeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapısını kapadınız; ben de âhiret kapısını çaldım; rahmet-i İlahiye açtı. Âhiret kapısında bulunan bir adama, dünyanın karmakarışık usûl ve âdâtı ona nasıl teklif edilir? Ne vakit beni serbest bırakıp memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini isteyebilirsiniz.

             İkinci Mes’ele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok.

             Elcevab: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz!

Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz; belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim, fakat maaşını terkettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim; çünki benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade edildi, eski vesikalarımın hükmü bâkidir.

             Sâniyen: Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitab etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur’aniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız medar-ı maişetim için, yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi tab’ettirdim. Bunu da, bana karşı insafsız eski vali, o risaleyi tedkik edip, tenkid edecek bir cihet bulamadığı için ilişemedi.

             Üçüncü Mes’ele: Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şübheli baktıkları için, ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zahiren teberri ediyorlar,

Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şübheli baktıkları için, ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zahiren teberri ediyorlar, belki tenkid ediyorlar. Hâlbuki kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinablarını, o ehl-i dünyaya sadakata değil, belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa hamledip, o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar.

             Ben de derim: Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’ana hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız.

Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’ana hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünki inşâallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse, siz benden teberri ile kurtulamazsınız.. o hal ile, musibete ve tokata daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki, evhama düşüyorsunuz?

             Dördüncü Mes’ele: Şu nefiy zamanımda görüyorum ki: Hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım.

            Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünki sâbıkan isbat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim.

-: Fiatını unutmayalım. (Çay içerken besmele söylenmesi)

-: Madem böyledir, bana eziyet verip rakibane ilişen adam düşünsün ki; o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.

-: Üstad Hazretlerine tarafgir olduklarından değil de, Üstadın bir siyasi şeye taraftar oluşunu mu nazara alarak. “Bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar.”

Hulusi Bey: Tarafgirane,

-: Üstadın bi taraf tuttuğunu mu?

Hulusi Bey: Başkasının tarafında ona öyle bakıyorlar, sanki onlara bir hoş kişilik yapacaklar.  ….. ….. …. Rakib esma-i hüsnadandır o başka

-: Şu nefiy zamanımda görüyorum ki: Hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım.

            Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünki sâbıkan isbat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim.

Madem böyledir, bana eziyet verip rakibane ilişen adam düşünsün ki; o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.

             Beşinci Mes’ele: Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem  لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

            Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

            Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 190) KUR’AN HURUFATI’NIN EHEMMİYETİ HAKINDA başlıklı makalemizde KUR’AN HURUFATI hakkında bilgiler verilmektedir.