196) YİRMİNCİ MEKTUB VE YİRMİSEKİZİNCİ LEM’A (EVHÜM KAİLUN) DERS – 3

196) YİRMİNCİ MEKTUB VE YİRMİSEKİZİNCİ LEM’A (EVHÜM KAİLUN) DERS – 3

ADAD

Hulusi Bey

YİRMİNCİ MEKTUB VE YİRMİSEKİZİNCİ LEM’A (EVHÜM KAİLUN) DERS – 3

Said Özdemir Abi: Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.

Hulusi Bey: Burada birkaç şey buyurdunuz. Saadet var,

Said Özdemir Abi: Nimet var.

Hulusi Bey: Nimet var.

Said Özdemir Abi: Envar var.

Hulusi Bey: Envar var.

Said Özdemir Abi: Esrar var.

Hulusi Bey: Esrar var. Bunlara ya bilfiil veya bilkuvve mazhardır. Bilfiil ya o, o hale gelir, yaptığı işler rıza-i ilahiyeye o kadar uygun olur ki bu esrar kendisine açılır, feth olunur. Veyahut bilkuvve olur. Cenab-ı Hak onun bazı kuvvelerini, mesela görmek şeysinde hakikati gösterir. Duymak şeysinde en hakiki manayı ona duyurur. En lüzumlu manaları ona duyurur. Öteki âlemde Cennet ehli

لاَيَسْمَعُونَ ف۪يهَالَغْوًا وَلاَ كِذَّابًۚا

Sırrınca. Cennet ehli boş söz, yalan söz duyarlar mı? Orada o yok ki, o burada var. Cennet ehlini tarif ederken ne diyor?

لاَيَسْمَعُونَ ف۪يهَالَغْوًا وَلاَ كِذَّابًۚا

Onlar boş söz, yalan söz katiyen duymazlar.

لاَيَسْمَعُونَ ف۪يهَالَغْوًا وَلاَ كِذَّابًۚا٭جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَابًۙا

Said Özdemir Abi: Evet, عَطَٓاءً حِسَابًۙا Bilkuvve demek ki efendim kuvvelerin, insanda ki kuvvelerin o saadet-i, o envar-ı, o esrarı duyması oluyor.

Hulusi Bey: Evet.

Said Özdemir Abi:  İnsandaki kuvveler. Bir de insanda o Cenab-ı Hakkın saadeti, nimeti, envarı, esrarı tecelli ederse ruhunda, kalbinde o saadeti, o nimeti yaşıyor. Manası da olabilir, değil mi efendim?

Hulusi Bey: Burada buyurduğu nedir?

Said Özdemir Abi: Yani ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.

Hulusi Bey: Ya bilkuvve. Kimi insanda idrak kuvveti var. Görmek kuvveti var. Duymak kuvveti var. Fakat biraz burada şeyden çıkmak lazım. Yani beşeriyet levazımatından tecerrüd etmek lazım. Biraz melekiyete meyletmek lazım. Bu esrara nail olmak için her halde biraz yemekten, içmekten, dünya zevklerinden biraz çekilmek lazım. Yok, her şeyi tıka basa, yani artık yer kalmadı. Israr ediyorlar, efendim biraz daha biraz daha. Yemin de ediyor, diyor ki daha buraya kadar doldu bir şey kalmadı. Bu değil efendim bu değil.  “Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder.” Biz az bir şey ile çok esaslı, çok daimi şeyleri istiyoruz. Fakat hizmet cihetinde çok az yapalım fakat bize göre. O da şan-ı uluhiyetine liyakatli vechile olduğu surette bizi iğna etsin her şeyimizi bol ihsan etsin. Ondan da çok istiyoruz.  Fakat biraz da yüzümüz olmalı. İstemeye yüzümüz olmalı. Yani ne yaptık ki, ne istiyoruz. Üstadımız bize bazı yerlerde şiddetle tenbih ediyor. Yani bu hizmetin karşılığında dünyevi bir şey beklemek ahiret nimetlerini dünyada yemektir. İşte

وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ى ثَمَنًا قَل۪يلاًۜ

O da giriyor oraya. Ama biz çok efendim, gücümüzün yettiği kadar rıza-i ilahiyeyi kollamak için amal-i salihde Kur’an-ı mubine ittibada yaptık yaptık diyebiliyoruz mu? Fakat onu o surette görmek değil. Biz amelimizde, amelimizin bize faide vermeyeceğini, ancak ilahi rahmetin tecellisiyle biz istifade edeceğimizi nazarı dikkkate almalıyız. Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi vessellem, “Hiçbir kimse amelinin kuvveti ile Cennete giremez. Belki Cenab-ı Hakkın lütf-u fadlı ile cennete girer.” Etrafındaki ashab-ı kiram soruyorlar. Ya Resulullah! Sende mi öyle, sizde mi öylesiniz? Evet diyor bende öyleyim amma ondaki şey kat’i. “Ben de O’nun fadl-ı keremiyle Cennete gireceğim.” Tereddüt yok onda kat’i. Biz amelimize güvenirsek. Bütün büyükler diyor ki, ameline güvenme. Çünkü sana verdiği nimetlerden yalınız bir tek gözün nimet olarak sana neleri bahşettiğini düşün. O gözün nimetine mukabil bütün ibadetlerini getir. Terazinin bir kefesine koy. Gözün birinin faaliyetindeki nimeti de bir tarafına koy, karşı gelmez. Yani senin bütün ibadetlerin bunu mesela bir gözümün bana sağladığı nimete bedel şu amelimi buraya koydum desen, Cenab-ı Hak diyecek ki olmadı. Senin ibadetin bu gözdeki sana verdiğim nimete karşılık değildir. Niye sen okumadın mı Kur’anı?

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

Buyurmuyor mu? Kul kime hitab? Cenab-ı Peygamber aleyhisselatu vesselama, söyle beni seviyor iddiasında bulunanlara deki, eğer bu davanızda doğru iseniz. Allah’ın sevgilisine ittiba ediniz, Allah’ın sevdiğine uyunuz. E sen sünnet-i seniyeyi bi tamamiha, bi hakkike yerine getirdin mi, kim diyebilir? Gavs-ı Azam gibi bir zat belki diyebilir demiş. Ben bütün sünnetleri yerine getirdim amma kız çocuğum olmadığı için duha vaktindeki kayluleyi yapamadım onun evinde. Bir tek sünneti yapamadım. Cenab-ı Peygamber aleyhisselatu ve selam efendimiz, duha vaktinde yani gündüzün en hararetli zamanında kerimesinin, kızının evine gider orada biraz istirahat buyururlarmış. Derslerde okumuşturuz. Kailün, evhüm kailünün tefsiri. İşte ona kaylule denir. Kaf’lan. Kur’an harfinden kaf’la olan var. Feylule var. Gaylule var. Ğayn’dan. Fakat en makbulü, öğlen sıcağının en şiddetli zamanında o kayluleyi yapmak. uykunun en hayırlısı bu اَوْ هُمْ قَائِلُونَ  tefsirinde var. Risale-i Nur ondan da bahsediyor. Merak ediyorsanız, bulun yerini okuyun. اَوْ هُمْ قَائِلُونَ

Said Özdemir Abi:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اَوْ هُمْ قَائِلُونَ

         Re’fet, اَوْ هُمْ قَائِلُونَ âyet-i celilesindeki قَائِلُونَ kelimesinin manasını merak edip sorması münasebetiyle

Hulusi Bey: Re’fet m?

Said Özdemir Abi: Re’fet.

Hulusi Bey: Allah rahmet etsin.

Said Özdemir Abi: Allah rahmet etsin.

Hulusi Bey: Cenab-ı Hak Re’fet bey gibi hem yaşlı, hem Risale-i Nurun halis bir tilmizi, o ahirete irtihal eden birçok kardeşlerimiz var. Şu münasebetle başta Üstadımız, Risale-i Nurun böyle ileri gelen ve ahirete intikal etmiş bulunan bütün uzuvlarını gittikleri âlemlerden memnun etsin bizleri de onlara ilhak edinceye kadar, kavuşturuncaya kadar bizleri de onlar gibi güzel amellerle süslendirsin. Âmin.

Said Özdemir Abi: قَائِلُونَ kelimesinin manasını merak edip sorması münasebetiyle ve hapiste sabah namazından sonra sairler gibi yatmasından gelen rehavet dolayısıyla, elmas gibi kalemini atalete uğratmamak için yazılmıştır. Uyku üç nevidir:

                Birincisi: Gayluledir ki,

Hulusi Bey: Bu aynın noktalısı

Said Özdemir Abi: Evet, gayluledir.

Fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır. Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadîsçe sebebiyet verdiği için, hilaf-ı sünnettir. Çünki rızık için sa’yetmenin mukaddematını ihzar etmenin en münasib zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur. O günkü sa’ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.

Bu ğaylule değil mi Efendim?

Hulusi Bey: Ğayn, ayının noktalısı.

Said Özdemir Abi: Evet, ğaylule bu.

                 İkincisi: Feyluledir ki, ikindi namazından sonra mağribe kadardır.

Hulusi Bey: İkindi namazından sonra akşama kadardır.

Said Özdemir Abi: Akşama kadardır.

Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi; manevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.

                 Üçüncüsü: Kayluledir ki, bu uyku sünnet-i seniyedir. Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır.

Duha vakti güneşin?

Hulusi Bey: En parlak zaman.

Said Özdemir Abi: Evet.

Hulusi Bey: Dahve-i kübrâ

Said Özdemir Abi: İki mızrak boyu çıkması zamanı mı?

Hulusi Bey: Yo yo yo. Öğlen vakti var ya, istiva zamanı, ondan biraz evvel başlar, öğleninde vaktini içine alır.

Said Özdemir Abi: Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziret-ül Arab’da vakt-üz zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir ta’til-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan,

Hulusi Bey: Sıcak mevsimlerde ben o ordunun eski bir mensubu olarak biliyorum. Sıcak mevsimlerde, o zamanlarda yat borusu çaldırdığımızı biliyorum. Borazan, yat borusu çalar, herkes yatar. Zabitan koğuşları gezer herkes uykuda. Sıcak mevsim. Sıcak yerler.

Said Özdemir Abi: Evet.

Hararet zamanında bir ta’til-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i seniyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır.

Hulusi Bey: Hem ömrü

Said Özdemir Abi: Hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır. Çünki yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir.

Hulusi Bey: Yarım saat o zaman, öğleden biraz evvel uyku uyumak, bilhassa o sıcak mevsimde gecede iki saat uykusuz kalmaya tekabül eder.   

Said Özdemir Abi: Demek ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor.

Hulusi Bey: Yarım saat uyku, iki saat mesai. Buradaki yarım saat uykuyu ikiden düş, bir buçuk saat kalır. Evet.

Said Özdemir Abi:  Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.

Evet efendim bu da bitti.

-: Bir mevzu okumak istiyorlar kardaşlar.

Hulusi Bey: Buyur.

-: Said Abi okuyacak yine.

Said Özdemir Abi: Yok, bir kardeş okusun.

Hulusi Bey: Hangi mevzu?

-: Emirdağ Lahikasından değil mi?

-: Kastamonu

-: Kastamonu Lahikasından bir parça okumak istiyorlar. Kardeşimiz Ortadoğu’dan mezun oldu, felsefe bölümünden. İnşâallah şimdi muallim olacak.

Hulusi Bey: Ama bu felsefe. Bu felsefe su götürür. İnşâallah o çeşit felsefeden değildir.

-: Değil inşâallah.

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

Hulusi Bey: Yani imana, Kur’ana ilişmeyen felsefeyi de dostuz diyor.

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

Risale-i Nur Hakaiki imaniye ye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor. Başka eserlere ……

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 195) YİRMİNCİ MEKTUB DERS - 2 başlıklı makalemizde yirminci mektub hakkında bilgiler verilmektedir.