
Hulusi Bey
YİRMİNCİ MEKTUB DERS – 2
Hulusi Bey: Buyur.
Said Özdemir Abi: Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.
Hulusi Bey: Demek Cenab-ı Hakkı tanıdıktan sonra, onu sevmeye geliyor sıra. Ona muhabbet etmeye geliyor. O bir yerde de diyor ki: Kâinat kadar kalbimiz olsa, ona muhabbetiyle doldurmamız lazım geliyor.
Said Özdemir Abi: Doldurmak isteriz.
Hulusi Bey: Hâlbuki şu kadar bir kalbimiz var, kâinat kadar değil ama
اَلَّذ۪ٓى اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ
Cenab-ı Hak neyi yaratmışsa hepsini en güzel bir surette yaratmış. Bu her şeyi en güzel bir surette yarattığını kendi fermanıyla bildiren zat. Onların, onun eşyasının da en güzel bir surette yapıldığına nüfuz etmemiz lazım. Evvela o şey, hiçbir şeye, hiçbir vasıtaya, hiçbir sebebe isnad edilemez. Bunun bir halik’ı vardır, kendi kendine olamaz dedikten sonra acaba kimdir? Onun halık-ı, onun sani-i, onun malik-i herhalde kim olabilir? Allah’tır. Buyur. Müsaade ettiğiniz için söylüyorum.
Said Özdemir Abi: Estağfurullah, rica ederim.
Hulusi Bey: Müsaade etmezseniz bana, şimdi bu
Said Özdemir Abi: Bizim haddimiz değil müsaade muhterem ağabey. Kardeşler de arzu ediyorlar izah etmenizi.
Hulusi Bey: “Bî-edeb mahrûm bâşed ez-lutf-i Rab”
Said Özdemir Abi: Estağfurullah, estağfurullah
Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Bu ne demek, nasıl oluyor muhterem?
Hulusi Bey: O muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhani. Elbette bizim ruhumuz da var. Demek latifelerimiz var. O latifeler de bundan bir zevkini, bununda tadına bakmak istiyor, onlar da. İlerleyeceğiz. Hayat-ı ruhaniye var, evet söylüyor ama “Hayat-ı cismaniden çık, hayat-ı ruhaniye ye, hayat-ı kalbiye ye gir.” diyor. Hadi bakalım paşaları sıvada girelim. Hadi girelim demekten girilmiyor. Nasıl gireceğiz? Hayat-ı maddiyeden tecerrüd edip, hayat-ı maneviye ye yöneleceğiz, ondan sonra Cenab-ı Haktan daha da isteyeceğiz. “Hel min mezid” diyeceğiz ha bizde diyeceğiz. Artır, artır nimetini artır. Buyur, efendim buyur.
Said Özdemir Abi: lezzet-i ruhaniyedir.
Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır.
Hulusi Bey: Demek ki yalnız, “La İlahe illallah cennetin anahtarıdır.” Eskiden hatip efendiler, hutbeye çıktıkları zamanda, evet La İlahe illallah dedin cennetin anahtarını beline vurdun. Ama cennet nerede? Derlerdi bir zaman bu çeşit hutbeler okunuyordu. Hem yol uzak, hem yolda çok engeller var. Azık ister, hizmet ister ya oraya. Mesafe uzak, deniz derin. Ya önümüzde deniz de var. Fecce amik var. Bütün buralardan geçmek gitmek, hedefe vasıl olmak ancak tevfikat-ı subhaniyenin, inayet-i rabbaniyenin hakkımızdaki tecellisinin eksilmeden mütezaiden devam etmesi lazım geliyor. Bu bizdeki iştiyaka bakar, Cenab-ı Hakkın lütfu. O zaman olur. Bizler ona müştak olduğumuzu halimizle gösterirsek Hazreti Musa kelimullahın (A.S)
رَبِّ اَرِن۪ٓى اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ
dediği gibi. Seni görmek istiyorum dedi. Kelamullahtan öyle bir lezzet-i maneviye aldı ki: cemalini göster göreyim dedi.
رَبِّ اَرِن۪ٓى اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ
قَالَ لَنْ تَرٰين۪ى وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪ىۚ
“Sen beni görmeye tahammül edemezsin” Yanlışı düzeltmesen vebal sana aittir, bak açık söylüyorum sana. Biz istiyoruz ki cemalini görelim. Burada müyesser olunur mu? Burası hizmet yeridir, Üstad böyle diyor sana. Ey Risale-i Nur şakirdi kardeşim! Üstadın emrine kulak ver. Burada muhali temenni etmekle vakit geçirme. Burası hizmet yeridir, ücret yeri değildir. Burada hizmet edilecek, orada ücret var. Orası ücret yeridir. Ubudiyetiniz için, hizmetimiz için bize yeni yeni bir şeyler vermesini istemeye hakkımız var mı? Yoksa liyakatimizin fevkinde bize ebedi hayatımızı mesudane geçirecek şeyler ve onlara gidecek yollar apaçık gösterilmiş mi? Gösterilmiş! Biz bunlara şükretmek vazifesiyle muazzafız. Şükredeceğiz ki Cenab-ı Hak da o şükrünü itmam buyursun. Bizi ebedi hayatta hem cemalini, hem temam kemalini bize göstermek nasip etsin. Herhalde burada hizmet ve intizar ile telezzüz etmek lazım geliyor. “El-intizar, eşeddü minen-nar” meselesi başka, intizar ile telezzüz etmek başka. Birisi mesela bir ameleyi çalıştırıyor, akşama sana yüz kuruş vereceğim diyor. Yüz kuruşun kıymetli olduğu zamanı düşünün. Şu son senelerin gavr-ı fahişini değil. O zaman çok kıymetiydi. Yüz kuruşun, beş yüz kuruşun, bin kuruşun kıymeti yok. Şimdi onlar liralar kuruş olarak zihinlere geliyor. Fakat o her ne ise. Geçimine o hizmetine mukabil gündelik olarak işi paydos ettiği zaman verilecek nafakasına medar olacak şeyi gelişini bekler, o ondan telezzüz eder. Bu akşam mesela bana biraz bugüne muvafık söyleyeyim, iki yüz elli lira, yani evrakı nakliye. Kâğıt para verecek. Eee, iki günlük ihtiyacımı temin ederim bundan. Sevinir bekler. Cenab-ı Hakk’ın bize vadettiği şey sizi, bahsinde bulunduğumuz tevhid de o da var. “Ey insan bilirmisin nereye sevk olunuyorsun? Bin sene mesudane hayayatı bir saat cennet hayatına tekabül etmeyen bir hayata sevk olunuyorsun. O cennet hayatınında bin senesi bir saat rü’yet-i cemalına mukabil gelmeyen bir zat’ın huzuruna gidiyorsun, huzuruna sevk olunuyorsun.” Bunlar va’dolunmuş. Va’dettiğini yapar mı acaba? Var mı şüphe?
Said Özdemir Abi: Şüphe yok, yapar efendim.
Hulusi Bey: Her halde vadi var. Biz onu va’dinde ittiham, yani va’dini yerine getirmez diye ittihamı haksızlık yapmayacağız. Cenab-ı Hak dilerse, dilerse yani müşteriler bu işe liyakatlerini gösterirlerse, imtihanda notlarını ala derece de alırlarsa elbette O da cemal-i ba kemalini göstermekte tereddüt etmez. Şimdi bize Cenab-ı Hakkın burada cemali müyesser olmayacak. Fakat bize çok lazım olan inayet ve rahmetinin devamıdır. Bunun çaresi nedir diye sorarsanız. Biz ona acizane cevap veriyoruz ki: bu Risale-i Nur Şakirdi olmakla mümkindir. Kalıyor onun şartını, hassasını üzerimizde tamamlamak lazım. Eğer bunu tamamlarsak bu muhakkak vuku bulacaktır. Çünki bizden evvel tercübe edenler o inayet ve rahmetin devamını görmüşler, tasdik etmişler. “Hakkımızda inayet ve rahmet-i ilahiye devam ediyor.” buyurmuşlar. Biz de beli, evet, “sadakte ve bil hakkı natakte” demişiz. Yani şimdikilerde bunu böylece kabul etmeli ki: İnayet ve rahmet-i ilahiye üzerimizde devam ediyor. Biz eğer onun inayet ve rahmet-i olmazsa bir araya gelemez, bugünkü geniş fütuhatı, geniş mazhariyeti bulamazdık. Bakın bu, göğsümüz kabarıyor. Cenab-ı Hakka nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz. Mesela şu Emek mıntıkası diyoruz hocamız. Diyor ki burası nurun, yani feverân ettiği kaynaştığı bir yer olmuştur. Ankara’da demek Emek’ten yukarıya doğru, Çankaya’ya doğru nur ….. ….. …….
Hulusi Bey: Mümeyyizdir. İmtihanlarda mümeyyiz vardı eskiden, bunlarda kollu baş. Muallimleri iltimas etmesin diye. Bunlar şimdi bizi temyiz ediyorlar, tefrik ediyorlar. Herkesin hakkı layıkıyla verilsin diyorlar. Hakikaten şu mıntıkadan mademki bahsedildi, Emek’te bu kadar geniş bir fütuhat var. Nurun dairesi genişlemiş bir hal var. Bu inayet ve rahmet-i ilahiyenin tecellisinin açıkça misalidir. Neden acaba burada bu inayet ve rahmet-i ilahiyenin tecellisi burada oluyor da diğer taraflarda olmuyor. Buradakiler ne yaptılar? Herhalde Allah’ın rızasını çok ehemmiyet verdiler. Onu iyice kolladılar, yerinde kullandılar ki Cenab-ı Hak da inayet ve rahmetini bunların üzerine verdi ve buradan nur başladı etrafa sirayet etmeye. Gerçi Barla bu işin menba’ıdır amma, Fakat Emek’ten de geldi Emek’te de burayı da başladı tenvir etmeye.
Said Özdemir Abi: Elhamdulillah.
Hulusi Bey: İnşâallah Ankara’yı da tam tenvir eder.
Said Özdemir Abi: İnşaallah.
Hulusi Bey: İnşâallah civar bilad-ı İslamiyeyi de tenvir eder. İnşâallah Müslüman geçinen civar ülkeleri, İslam diyarlarını da tam tenvir eder. Onları da kötü bir rejim olan komünistlik rejimine göğüs açan, sinelerini oraya veren ümitlerini oraya bağlayanları şaşırtmaz, sapıklıktan kurtarır, selamete eriştirir, Allaha halis kul olmayı onlara da nasib eder. Hem memleketleri kurtulur, hem kendileri ebedi saadete nail olur, inşâallah. Temenni ederiz. Mademki gaybi dualar inşâallah makbul olur, biz nerde olursa olsun ehl-i imanın rıza-i ilahiyeyi esas tutarak ameller ile temayüz etmelerini can-ı gönülden arzu ediyoruz. Hem
اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ
Fermanına göre Cenab-ı Hak kelime-i tayyibe ile ameli salihleri madem ref ediyor burada bırakmıyor. Öyle ise Cenab-ı Hak cümlemize Kur’ana temessük ve amel-i salihin başında gelen feraizi ve o feraizin içerisinde namaz gibi en mühim bir ibadetimizi bize huzur-u kalp ile yapmak, o namazın hakkıyla yapılmasını cümlemize müyesser eylesin. Bu şekilde Rabbımızın inayet ve rahmetine bi hakkın bizleri de müstehak olanlar arasına idhal buyursun. Amin.
Said Özdemir Abi: Evet bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven,
Hulusi Bey: Şimdi bakın burada, yine arada kusura bakmayın ben giriyorum. Bu zat Üstadımız mıdır bu sözleri söyleyen? O zata itimadımız var mı?
Said Özdemir Abi: Var efendim!
Hulusi Bey: Sözlerin sıhhatinde şüphemiz var mı?
Said Özdemir Abi: Yok Efendim!
Hulusi Bey: Yok. Mademki sıhhatinde şüphemiz yok. Öyle ise en doğru sözü Kur’an hesabına en bir vasfı “sadikul vadil emin” olan Hazreti Peygamber aleyhisselatu vesselamın tam liyakatli şu asırda bir şakirdi vaziyetinde kendinisini görüp, onun için Ya Üstad doğru söyledin, doğru söyledin.
Said Özdemir Abi: Sadakte.
Hulusi Bey: “Sadakte, sadakte ve bilhakkı natakte” Bu sözler, bizi tatmin etmeli. Başka delile başka burhana ihtiyaç bırakmaz inşâallah. Çünkü ona inanıyoruz. Hem ona neden inanıyoruz? Çünkü o bizim ebedi saadetimiz için halis bir niyetle her türlü meşakkate tahammül ederek, o neticenin bize tahakkuk etmesini canı gönülden arzu etmiş, dua buyurmuş. Âlemin ıslahı meselesi diye. Onda da buyuruyor ki: “Bende âlemin ıslahını arzu ediyorum, dua ediyorum amma irade edemiyorum.” Kim irade eder? Allah.
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Ol dilemesiyle olur. Kolay olur. O bizim müdahale edeceğimiz iş değil. Ama dua var. Arzu etmek var, dua etmek var. Bizde Üstadımızın sözünü takliden ediyoruz. Bizde âlemin ıslahını arzu edelim. Dua edelim amma, irade kimden gelir, kim yapar?
Said Özdemir Abi: Allahtan gelir.
Hulusi Bey:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Ona mahsustur. O ol dedi mi, o anda olur. Bütün müşkülat bertaraf olur. Yeter ki O bi kere ol desin. Ona artık mani kalmaz. Her şey mümkün ona.
Said Özdemir Abi: Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 194) YİRMİNCİ MEKTUB DERS - 1 başlıklı makalemizde yirminci mektub hakkında bilgiler verilmektedir.