Hulusi Bey
10.SÖZ ZEYLİN İKİNCİ PARÇASI DERS 1
Hulusi Bey:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَٓائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَٓائِهَا وَ نُورِ اْلاَبْصَارِ وَ ضِيَٓائِهَا وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ
Amin.
-:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
KABİR ZİYARETİNİN ERKEKLER İÇİN MÜSTEHAB OLDUĞUNA VE ZİYARETÇİLERİN NE DİYECEĞİNE DAİR HADİSLER
Büreyde (R.A)’den: Rasulullah (S.A.V.) “Kabirleri ziyaretten sizi men’ etmiştim ama artık ziyaret edebilirsiniz” buyurmuştur. Diğer bir rivayette “Bir kimse kabirleri ziyaret etmek isterse ziyaret etsin. Zira kabri ziyaret etmek ahireti hatırlatır.”
Hz Aişe (R.A)’dan; Aişe (R.A)’nın sırası olduğu her gece Resul-i Ekrem Efendimiz gecenin sonuna doğru Medine-i Münevvere’nin makberesi olan bakia çıkar ve “ Ey mü’min kavimlerin yurdu. Size selam olsun. Yarın için geleceği vaad olunan müeccel şey size geldi. İnşaallah bizde arkanızdan geleceğiz. İlahi Bakîu’l Garkaddakileri yarlığa” dedi.
Hulusi Bey: وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَاللّٰهُ بِكُمْ لاَحِقُونَ denir.
İşte onun hülasası ha. وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَاللّٰهُ بِكُمْ لاَحِقُونَ İnşaallah bizde size iltihak edeceğiz.
-: Büreyde (R.A)’den; Ashab kabristana çıktıkları zaman peygamber efendimiz onların şöyle demelerini ta’lim ederdi: “Ey kabirde yatan mü’minler, Müslümanlar size selam olsun, inşaallah bizde sizin peşinizden geleceğiz. Bizim için de sizin için de Allahtan mağfiret dileriz.”
İbni Abbas (R.A)’dan; Resul-i Ekrem (S.A.V.) Medine’de bir kabrisatana uğradı. Onlara dönerek: “Ey ehl-i kubur size selam olsun. Allah sizi ve bizi yarlığasın. Siz bizim selefimizsiniz biz de sizin izinizdeyiz” buyurmuştur.
Hulusi Bey: İzinizdeyiz buyurmuştur.
-: Hem mahiyeti peygamberelere iman rüknüne bakıp remzen isbat eder.
(10.söz/ Zeylin ikinci parçası)
Hulusi Bey: Neyse.
-: Hem hayatın sırr-ı mahiyeti, “Peygamberlere iman” rüknüne bakıp remzen isbat eder. Evet, madem kâinat, hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-u Kayyum-u Ezelî’nin bir cilve-i a’zamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san’at-ı ecmelidir. Madem hayat-ı sermediye, resullerin gönderilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir.
Hulusi Bey: Peygamberlerin gönderilmesiyle yani. Evet
-: Ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir. Evet.
Hulusi Bey: Yani ölülere değil, peygamberler hayatlılara yaşayanlara gönderilmiştir. Peygamberler de kitaplar da dolayısıyla o yaşayanlara bazı kanunname-i ilahi olarak indirilmiştir.
-: Evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmaz ise, o hayat-ı ezeliye bilinmez. Nasılki bir adamın söylemesiyle diri ve hayatdar olduğu anlaşılır. Öyle de, bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitap eden bir zâtın kelimatını, hitabatını gösterecek peygamberler ve nâzil olan kitaplardır.
Hulusi Bey: E burada eğer hayatlılar olmazsa hayat-ı ezeliye bilinmez diyor. Hayatlılardan maksat, Allah’ın gayrı ne kadar yaratılmışlar varsa, eğer onlar olmasaydı hayat-ı ezeliye bilinmezdi. Demek hayatı O kendisine lazım ayrılmaz bir sıfat olan Allah’ın bilinmesi, bu hayata getirilenlerin Hayy-ı Kayyum, ezeli, ebedi olan Zat’ın vücuduna delalet eder. Öyle bir Allah olmazsa bu hayatlılar, canım hayat dediğin ne yalnız insanlar mı? İnsanlar olsun, hayvanlar olsun, nebatat olsun, hepsi berri, bahri bütün hayvanlar. Eğer onlar yaratılmış, madem ki yaratılıyorlar öyle ise onu daimi bir surette bu hayat fabrikasını işleten bir Hâkim-i Zülcelal var. Hayy-ı Kayyum-u Ezeli var. Eğer O olmazsa bu hayatlıların olmaması lazım gelir. Meseleyi böyle anlamak lazım. Hayat, yani kitaplar inmesi, rusullerin gelmesi, peygamberlerin gelmesi kim içindir? Hayatlılar için. E hayatlılar için kim gönderdi bunları? Peygamberleri gönderen de kim? Efendim kitapları indiren de kim? Hayat-ı Ezeliyyesiyle hayatlı olan hayatı ebedi ve sermedi olan bir Zat’ın, ezeli ve ebedi olan bir Zat’ın hayatı var ki bu hayatlılar peyderpey vücuda geliyorlar, görünüyorlar. Elbette bunlara da
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭
وَمَاكُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً
(İsra:15)
sırrınca eğer resul göndermek olmasa, yani şeyde Cenab-ı Hak öyle buyuruyor “Biz resul göndermediğimiz kavme azap etmeyiz”. Demek ki bir kavim var. O kavimler ölü müdür diri midir? Diridir. Diri ama hayat-ı ezeliye ile mi diriler? Hayır. Hayat-ı ezeliye sahibinin yaratmasıyla diri oluyorlar. Demek ki bir Hayy-ı Kayyum var, ezeli ve ebedi bir Allah var ki bu hayatlılar Onun emriyle, iradesiyle hayata nail oluyorlar. Elbette o hayatlılara da okuduğum ayet mucibince
وَمَاكُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً
(İsra:15)
Yani Cenab-ı Hak ferman ediyor ki “Biz meb’us göndermediğimiz, hikmet-i hilkatlerini kendilerine bildirmediğimiz, elçiler göndermediğimiz kavime azap etmeyiz”. Madem ki elçileri gönderdik, ahkâm-ı ilahiyemizi de onlara bildirecek bir Zat lazım. İşte o surette onlarla bizim razı olacağımız, razı olmayacağımız şeyleri ellerindeki kitaplarla o kavimlerine tebliğ ettiler. Bu hayat-ı ezeliyye ile Hayy olan Allah’ımızın kitabını size tebliğ ediyorum, içindeki ayetleri. Bunlara uyanlar ebedi saadete erecekler, uymayanlar ise ebedi şekavete müstehak olacaklar. Şimdi ihtiyar sizindir. İster bu şeyi kabul edersiniz, bu ahkâm-ı ilahiyeyi, size tebliğ olunan emr-i ferman-ı ilahiyi kabul edersiniz veyahut isyan edersiniz. Ha şimdi bilmedik diyemezler. İşte bundan sonra uyanlar selamete erdiler, uymayanlar yevm-i nedamet var yevm-i nedamet. Yevm-i kıyamettir yevm-i nedamet. Birde Türkçemizde meşhur bir söz var “Son peşimanlık faide vermez”
Ne zaman? وَاِنْ مِنْكُمْ اِلاَّ وَارِدُهَۚا
(Meryem:71)
Ne zaman ki haşre, hesaba, kitaba çekildi; oradan sırat yoluyla
فَر۪يقٌ فِى الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِى السَّع۪يرِ
(Şüra:7)
oldu. Cennete gidenler cennete, cehenneme müstehak olanlar cehenneme sevk olundular. O zaman herkes “ Aaah”, peşiman. O zamanki peşimanlık faide vermez. Hiç kimse vaziyetinden memnun olmayacak. Mesela kendisi âli mertebeyi kazanmış, diyecek ki: “Keşke daha âli mertebeyi kazanmak için dünyada çektiğim çile daha tahammülsüz olmalıydı da bugün daha çok yüksek mertebelere, Cenab-ı Hakk’ın büyük büyük nimetlerine nâil olaydım” diyecek.
وَاِنْ مِنْكُمْ اِلاَّ وَارِدُهَۚا
(Meryem:71)
buraya işaret eder. Cenab-ı Hak cümlemizi, ehl-i imanı orada pişman olacaklardan etmesin. Buradayken o peşimanlık hatırımıza gelsin de buradayken çektiğimiz ufak bir pire ısırmasından muztarip olduğumuza razı olalım ki, Cenab-ı Hakk’ın rahmetine nail olalım. Madem söz sözü açıyor; musibetler, elemler kendi kendine mi gelir yoksa gönderilir mi? Nimetleri gönderen de var, musibetleri ezaları gönderen de var. Kim bu?
-: Allah
Hulusi Bey: E neye gönderiyor? Biz zaif, aciz insanlarız. Ya burası sırt üstü yatalım keyfimize bakalım yeri değil. E burası nedir ya? Burası dar-ı imtihandır, dar-ı iptiladır, dar-ı hizmettir, dar-ı ücret ve mükâfat değildir. Haaa demek iş burda. Ama biz istiyoruz ki konforlu hayat olsun. Hiç başımız dişimiz de ağrımasın, ah oh demeyelim hiç. Ne fayda diyeceksin. Fakat imanlı bir zat, başına gelen küçük bir şeyden şekvaya kalkmamak lazım gelir. Düşünecek ki bana gelen şu musibet, şu acı, biri var ki beni imtihan ediyor. Biri var ki “Bakayım o kulum nasıl, benim verdiğim musibete karşı sabredecek mi, etmeyecek mi?” diye beni denemektedir. Benim halimi her vakitte hazır ve nazır olan o Allah beni gözlüyor biliyor.
Onun için ta ezelde اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ (A’raf / 172) hitabına beli dediğimizi düşünelim.
قَالُوا بَلٰى (A’raf / 172) dedik ha, öyle ise O Rabbımızın tasarrufuna razı olalım. Biz O’nun hem mülküyüz –tevhid dersine bak- hem mülküyüz, hem memluküyüz, hem mülkünde bulunuyoruz. O’nun hem memlükü, hem mülkü, hem mülkünde de istihdam ediyor bizi. Onun için bize gelen herşey; nimet de olsa rahmet de olsa, lezzet de olsa elem de olsa, ilahî bir taksim ile onlar gönderiliyor. Musibetler memurin-i ilahiyedirler, ilahî memurlardır. Derslerimiz böyle bize bunu öğretmiş. Bunlar esas maddelerdir. Bilmemiz lazım. Madem ki memurlardır, bu Sultan-ı ezel ve ebedin memurlarına karşı imanlı bir zat nasıl bakacak? “ Neye geldiniz, niye geldiniz, ne var ki geldiniz” değil de diyecek ki: “Madem ki benim Halıkımın izniyle emriyle geldiniz, alerre’si vel ayn, hoşgeldiniz sefa geldiniz”. Tahammül edemeyecek bir vaziyet oldu mu o zaman ne yapacağız? Tahammül edemiyoruz.
-: Allah’a şikâyet.
Hulusi Bey: O zaman Allah’a.
اَشْكُوا بَثّ۪ى وَحُزْن۪ٓى اِلَى اللّٰهِ
(Yusuf:86)
Kime şikâyet olunur?
-: Allah’a
Hulusi Bey: Hah, onu bize imtihana gönderip bizi imtihan edenden evet ona karşı diyeceğiz ki: “Ya Rabbi biliyorsun ki ben senin aciz kulunum. Ufak bir eleme tahammül edemem. Sen bu tahammül edemeyeceğim musibeti bana niye verdin? -Burdan bir derste çıkıyor- Ya Rabbi burası dar-ı imtihandır. Senin hikmet-i ezeliyen iktizası musibetleri de sen gönderiyorsun. Bize tahammül edemeyeceğimiz musibeti elemi gönderme. Bizi şekvadan kurtar. Şikâyete girmeden şükür dairesinde kalalım. Ee hikmetin iktiza eder bize bir musibet elem verirsen sabrını da beraber ver ki
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
(Bakara: 153)
sırrı bizde tezahür ede”. Böyle dua etmek lazım. Yoksa nasıldır, şimdi şikâyet nasıl olur? Mesela bir adam sıhhatta iken ertesi gün hasta duydun ziyaretine gittin, iadesine gittin. Efendi geçmiş olsun, neyin var? “Ahhh off bilmem ki ne ettim bu başıma geldi? Üç gecedir hiç yatamadım. Yanıma ağrı giri bilmem noliii olii oli olii” E babam ne oldu üç günlük. Üç gün biraz uykun kaçmış diye üçyüz gün değil üç bin gün sana kemal-i afiyeti veren Halıkına karşı şükrünü yaptın mı? Onu nimet olarak kabul ettin mi? “Ne bilem ki?”. Öyle mi diyeceğiz? Ne diyeceğiz pehlivan?
-: Şükredeceğiz
Hulusi Bey: Ha şükredeceğiz ya.
-: Verdiğine sabır edeceğiz.
Hulusi Bey: Allah bizi şakirlerden etsin. Şekvacılardan etmesin. Musibet verirse çekemeyeceğimiz musibeti vermesin ki şekva edelim. Biz zaifiz, aciziz, öyle çetin imtihana tabi tutulacak vaziyette kuvvette değiliz. Biz aczimi, zaafımızı, fakrımızı bilip O Kadi-ul Hacat’a müracaatımızda Ya Rabbi! Sen çünki
لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَۜا
(Bakara:286)
sırrınca bize takat getiremeyeceğimiz şeyleri vermezsin. Emirlerin, fermanların hep bizim takatimiz gücümüz yetecek mertebededir. Zaif olduğumuzu bildiğin için, şükrü bırakıp şekvaya girecek bir yaratılışta olduğumuzu sen Halık-ı Rahimimiz, Rahmanımız olduğundan dolayı bilirsin, bizi şekvaya girecek vaziyette imtihana tabi tutma. Ha! Haydi bakalım, biraz yürüyün, biraz ben de nefes alayım.
-: Elbette kâinattaki hayat, kat’î bir surette Hayy-ı Ezelî’nin vücub-u vücuduna kat’î şehadet ettiği gibi, o hayat-ı ezeliyenin şuaatı, celevatı, münasebatı olan “İrsal-i Rusül ve İnzal-i Kütüp” rükünlerine bakar, remzen isbat eder.
Hulusi Bey: Muhterem kardeşlerim, eğer tek çay içmekle felan meşgul olacaksanız onun için, büyük bir ehemmiyeti taşıyan dersler okunuyor. Bu yevmi gazeteler değil ki yalanla baştan başa doldurulsun.
-: Haşa, haşa
Hulusi Bey: Mahz-ı rahmet olarak Cenab-ı Hakkın bize lutf ettiği bir ders okuyoruz. Onun için kat’iyyen çıt yok. Çay da içebilirsiniz, fakat birinci derecede buradaki sözleri dinlemeye, zaten buraya gelmekten maksat çay içmek değil. Burası çayhane midir, lafhane midir? Madem ki ders okumaya ders dinlemeye geldik, öyle ise bütün himmetimizi biraz zorluk çeksek bile burdan birkaç kelime istifade edip, onu dercan etmekliğimiz lazım. Bu bizden bölünmez parçalar, hayat-ı ebediyemiz için lazım bir sermaye tedarik etmektir. Ehemmiyet verelim rica ederim. Yani bunu söylüyorum ki yer dardır, sıkışıktır. Bir taraftan da başladı emanetler gelmeye, nasıl söylemeyelim, tahammülümüz yok.
-: ve bilhâssa risalet-i Muhammediye ve vahy-i Kur’anî, hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan,
Hulusi Bey: Şimdi hayat enbiyanın gelmesine, onlara kitapların indirilmesine baktığı ciheti okuyoruz. Hayatın enbiyaya ve onlara nazil olan kitaplara bakan cihetini okuyoruz. Şimdi bu noktadan şu okuduğumuz kısımlar buna dairdir, dikkat edeceğiz. Onu manaları kuvvetleştiriyor, onu bize ders veriyor. Yani hayat-ı ezeliye sahibi olan Allah’ımız, neden acaba peygamberleri gönderdi? Çünki biz hayatlıları bahusus bu hayatlar içinde nev-i beşeri, nev-i insanı halk etti. İnsanları da
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓى اٰدَمَ
(İsra’: 70)
sırrınca mükerrem olarak halk etti. Diğer hayvanlardan hayatlılardan büyük farkı var. Allah’a muhatap olacak vaziyette halk etmiş. Halk eden kendisi. Bize öyle bir ibadet, namaz gibi bir fariza yüklemiş ki onunla günde beş defa bu kesret dağdağasından kurtulup, O Vahid-i Ehad olan Allah’mızın huzuruna çıkıp onunla mükâleme etmek müyesser oluyor. Ne zannediyoruz, namaz demek ne demektir? Namazın hikmetinden bahsederken namazın hakikatı ne diyordu? Namazın hakikatı bir neferin mahz-ı lutf olarak bir padişahın, büyük bir hükümdarın huzuruna çıkması gibi ehemmiyetli. Burda padişah madişah dediğimiz onlar da aciz kullar. Karnı ağrısa yerden yere çalar kendisini. Öyle değil mi? Padişah, burdaki maksat bununla anlayalım ki padişahlar padişahı ezel ve ebedin sultanı, Erhamürrahimin olan Allah, evet ne yapıyor? Bizi kesrete müptela etmiş. Ne gibi kesret yahu? Hele giyim, yemek, içmek, soğuk, sıcak bütün bunlar bizim çekemeyeceğimiz şeylerken bize yükleniyor. Herkes kış gelmeden kış tedarikini görüyor. Nedir bu, bunu bize iptilayı veren kim bize? Kışın daha hiç kulağı görülmemiş, bize kış tedarikini icbar ediyor. Aman odun tedarik et, kömür tedarik et, gaz yağı tedarik et. Ne olur ne olmaz. Bide bide zam zum var ya, ha o zam zumda olursa onun için biraz başka şeylerden kıs, kışa karşı hazırlan. Efendiler işte kesrete müptelayız, çok şeye. Yiyecek, giyecek herşey. Çocuklarımızın tahsili ayrı bir âlem. Hele bugünkü bu fitne asrında, belki akla gelir ki ne fitnesi yahu, daha fitne fesadı bekle ki gelecek. Baba içindeyiz içinde. Günlük vukuatı eğer merakın varsa radyodan takip et. Gör bak ki şu memlekette bir huzur, sükûn denilen şey var mı? Hem efendilerin efendisi olan efendilerini seçip de, o milletin neyse bilmem nesine gönderdikleri adamların bile tepiştiklerini duyuyorsunuz. Peki, bunlar insan mıdır hayvan mıdır yahu? Biz insan mı seçtik bunları, hayvan mı seçtik? Madem öyle büyük bir ahır doldur oraya tepişsin dursunlar. Yani biz o meseleyi mahsus söylüyorum, anlayalım ki biz fitne zamanında mıyız yoksa rahat huzur zamanında mıyız? Nereye baksan rahat yok. Bakan da oldu, kakan da oldu yine rahatı yok. Huzur, sükûn var mı? Şimdi hepsini böyle gözden geçir. Bakacaksın ki sükûnlu, huzurlu bir zümre var. Kim o?
-: Risale-i Nur talebeleri.
Hulusi Bey: Allah’a ve mü’minenbihe iman eden hakiki mü’minler. İman-ı tahkiki dersi alan, işte onların bir numunesi olan şu küçük cemaatimiz, bunlar müsterihtirler. Biliyorlar ki hiçbir şey bir sinek irade-i ilahiyye olmazsa kanadını kıpırdatabilir mi?
-: Kıprıdatamaz
Hulusi Bey: Bunu mü’minler bilir. Öyle ise bu zalımları ehl-i imana musallat eden kim?
-: Allah
Hulusi Bey: Kendisi biliyor. Bizi deniyor, bizi deniyor. Madem ki fesad-ı ümmet zamanına yetiştirdi, bize bu zamanda o mahbub-u huda Resul-ü müçteba, habib-i Kibriya Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) ne diyor? Ne diyor?
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ -evkemakal-
Ümmetimin fesadı zamanında kim benim sünnetime temessük ederse, sünnetime ittiba ederse, sünnetime uyarsa ne olur?
-: Yüz şehid sevabı verilir.
Hulusi Bey: Yüz şehidin sevabını kazanabilir. Yüz. Bir şehidin sevabının ne demek olduğunu düşünelim. Yüz şehidin sevabını kazanmak için, bize bu derslerin verildiği dershanelere ehemmiyet verelim efendiler. Bize Cenab-ı Hak şurada şu konuşmayı nasip eden de O değil mi? Serbestçe bu hakikatleri o mübarek Üstadımız’ın susan dilini yüzlerce dil olarak bugün şu ümmete duyuran birer ferd değil miyiz? Cenab-ı Hak müyesser ediyor, yoksa kimin kimin haddi var ki kendi kesesinden bişey konuşsun da, bu ümmetten küçük bir cemaate nafiz bir surette hitab edebilsin? Emin olun ki kudreti veren, şu lisanı tahrike kudreti veren de Allah.
-: Amenna
Hulusi Bey: Hiçbir şeye müdahalemiz yoktur. Bizi konuşturan, sizi sabır verip dinlettiren kimdir?
-: Allah
Hulusi Bey: Madem ki iş böyledir, bu bir hakikattır. Öyle ise bilelim ki Allah’ın rahmetide bizim üzerimizedir. Rahmetin devamı neye bağlıdır? Şükre bağlıdır. Rahmetin, nimetin devamı şükre bağlıdır. Ya Rabbi! Biz bu kadar şeye, lütfa müstehak olmadığımız halde, sen kendi fadl-ı kereminle bize bu lütfu esirgemeden veriyorsun, bize bu nimete bu rahmete karşı da şükretmeyi nasib et ya Rabbi.
-: Âmin
Hulusi Bey: Buyur.
-: Kâinattaki hayat, kat’î bir surette Hayy-ı Ezelî’nin vücub-u vücuduna kat’î şehadet ettiği gibi, o hayat-ı ezeliyenin şuaatı, celevatı, münasebatı olan “İrsal-i Rusül ve İnzal-i Kütüb” rükünlerine bakar, remzen isbat eder.
Hulusi Bey: İrsal-i rusül, inzal-i kütüb. İrsal-i rusül resulların gönderilmesi, kitapların indirilmesi neye bakıyor? Hayata bakıyor. Rusül dediğimiz hayatlı mıdır değil midir?
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 19) 23. SÖZ 1. MEBHAS DERS-2 başlıklı makalemizde yirmiüçüncüsöz hakkında bilgiler verilmektedir.