201) YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ VE  YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-3

201) YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ VE YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-3

ADAD

Hulusi Bey

YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ VE  YİRMİSEKİZİNCİ SÖZ DERS-3

 -: Diğer kısım ise gayet müdhiş mağrur insanlardır ki; mezhebsizliklerini, müçtehidîn-i izama müsavat davası altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini, sahabeye karşı müsavat davası altında icra etmek istiyorlar. Çünki evvelen: O ehl-i dalalet sefahete girmiş, sefahette tiryaki olmuş; sefahete mani’ olan tekâlif-i Şer’iyeyi yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki: “Şu mesail, içtihadiyedirler. O mesailde, mezhebler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insanlardır, hata edebilirler. Öyle ise biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tâbi’ olmaya ne mecburiyetimiz var?”

Hulusi Bey: İşte buna misal olarak, bi tarihte İstanbul gazetelerinin birinde söyle bir fikir yürütüyor birisi. Diyor ki, mesela Eminönü’ne geldin, Yeni Cami minarelerinde ezan-i Muhammedi okunuyor. Şimdi ayağında da çizme var. Bu çizmeleri çıkarmakla niye meşgul olasın. Onlarla git içeri. Yani o kendisinin tavlası zannediyor orayı.  Orada git ibadetini ayakta yap. Yahut iskemle koysunlar, o ayak basılan yere secde etmenin manası ne? Mikrop var değil mi? Ayak basılan yerde mikrop yok mu?.

-: Secdeye giden alın dezenfekte edilmiş, onları öldürür efendim.

Hulusi Bey: Fesubhanallah, fesubhanallah.

-: Efendi o it oğlu it kendinini cizmesinden

Hulusi Bey: Ağzını bozma.

-: Çizmesinde mikrop yok da secdede mi mikrop var. Mübarek secde edilen yerde mi mikrop oluyor. Zavallı herif kafasını yere koymuş konuşuyor.

Hulusi Bey: Şimdi, it’se kendisi it. Fakat Hıtmir orada duyuyor senin hakkında derhal bir dava açar.

-: Açar, açar ona bile layık değil.

Hulusi Bey: Bak, Mevlana Camii ne diyor?

“Yâ Resûlallah! Çi bâşed çün seg-i Ashab-ı Kehf?

Dahil-i cennet şevem der zümre-i ashab-ı tû,

O reved der cennet, men der cehennem key revast?

O seg-i Ashab-ı Kehf, men seg-i ashab-ı tû…”

Mevlana Camii gibi bir zat. İslam’ın ileri gelenlerinden olan o zat, sahabe hakkında bu kadar ihtiramkar bir dil kullanırsa, senin biraz hakkın yok değil ha. Epeyi hakkın var. Fakat Kıtmir’in şeyi burda var. Kıtmir gücenir, gel onları o mertebeye çıkarma.

-: “Belhüm Adal”

-: Zaten o zümreden değiller.

Hulusi Bey: O mertebeye çıkarma, “Belhüm Adal” şeysiyle, bir tekme vur gitsin. Canı Cehenneme, ha. ….

-: O ehl-i dalalet sefahete girmiş, sefahette tiryaki olmuş; sefahete mani’ olan tekâlif-i Şer’iyeyi yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki: “Şu mesail, içtihadiyedirler.

Hulusi Bey: Bende içtihad edebilirim.

-: O mesailde, mezhebler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insanlardır,

Hulusi Bey: Yaaa.

-: Hata edebilirler.

Hulusi Bey: Halt etmektir.

-: Öyle ise biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tâbi’ olmaya ne mecburiyetimiz var?”

İşte bu bedbahtlar, bu desise-i şeytaniye ile başlarını mezahibin zincirinden çıkarıyorlar. Bunların şu davaları ne kadar çürük, ne kadar esassız olduğu Yirmiyedinci Söz’de kat’î bir surette gösterildiğinden ona havale ederiz.

            Sâniyen: O kısım ehl-i dalalet baktılar ki, müçtehidînlerde iş bitmiyor. Onların omuzlarındaki yalnız nazariyat-ı diniyedir. Hâlbuki bu kısım ehl-i dalalet, zaruriyat-ı diniyeyi terk ve tağyir etmek istiyorlar. “Onlardan daha iyiyiz” deseler, mes’eleleri tamam olmuyor. Çünki müçtehidîn, nazariyata ve kat’î olmayan teferruata karışabilirler. Hâlbuki bu mezhebsiz ehl-i dalalet, zaruriyat-ı diniyede dahi fikirlerini karıştırmak ve kabil-i tebdil olmayan mesaili tebdil etmek ve kat’î erkân-ı İslâmiyeye karşı gelmek istediklerinden; elbette zaruriyat-ı diniyenin hameleleri ve direkleri olan sahabelere ilişecekler. Heyhat! Değil bunlar gibi insan suretindeki hayvanlar,

Hulusi Bey: Gördün mü, senin söylediğinden çok yüksek ha. Bu tabirler işte tam hak ettikleri şeyler bunlardır ha.

-: Heyhat! Değil bunlar gibi insan suretindeki hayvanlar, belki hakikî insanlar ve hakikî insanların en kâmilleri olan evliyanın büyükleri; sahabenin küçüklerine karşı müsavat davasını kazanamadıkları, gayet kat’î bir surette Yirmiyedinci Söz’de isbat edilmiştir.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى رَسُولِكَ الَّذِى قَالَ لاَتَسُبُّوا اَصْحَابِى لَوْ اَنْفَقَ اَحَدُكُمْ مِثْلَ اُحُدٍ ذَهَبًا مَا بَلَغَ نِصْفَ مُدٍّ مِنْ اَصْحَابِى صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

Hulusi Bey: Manası? Sizin bir avuç sevabınız, onların bir avuç sevabı sizin dağlar kadar

-: Altın tasaddukunuzdan daha kıymetlidir. Onun yarısına vasıl olamaz.

Hulusi Bey: Bitti mi?

-: Bitti.

Hulusi Bey: Evet, sıra nereye geldiyse oradan okursun.

-: Cennet bahsi Efendim.

Hulusi Bey: Cennete götür, Hacıyı götür ki gitsin biraz istirahat etsin.  O Cennetin bülbülleri öter Allah deyu, deyu. Yaaa. Oturmuş huri kızları öter Allah, söyler Allah deyu deyu. Eeeee, sen Cennetten bahset. Hacının dün geceden uykusu yok. Bu gece o şeyden biraz da ayran içti mi, doğru Cennete.

-:

Yirmisekizinci Söz

            Şu söz, Cennet’e dairdir. Şu Söz’ün iki makamı var. Birinci Makam, Cennet’in bazı letaifine işaret eder. Fakat Onuncu Söz’de on iki hakikat-ı katıa ile gayet kat’î bir surette ve bu Söz’ün İkinci Makamında Onuncu Söz’ün hülâsası ve esası, müteselsil gayet metin arabî bir bürhan-ı kat’î ile gayet parlak bir tarzda vücudu isbat olunan Cennet’in isbat-ı vücudundan bahis değil, belki şu makamda yalnız sual ve cevaba ve tenkide medar olan birkaç ahval-i Cennet’ten bahseder. Eğer tevfik-i İlahî refik olsa sonra azîm bir söz, o muazzam hakikata dair yazılacaktır, inşâallah.

Hulusi Bey: Şimdi, yirmisekizinci sözün ikinci makamı, bir gün Barla gölünün kenarına inmiştim, birden geldi, birden geldi öyle yazıldı. Haşrin Arapça ifadesidir. Haşir hakikatinin haşre iman dersinin Arapça söylenişidir. Her ders, her söz, lem’a, lem’a nükte nükte, nokta nokta öyle parça parça geldiği halde o yirmisekizinci sözün Arabi kısmı birden geldi ve yazıldı demişti kendisi. Birden geldi ve yazıldı Arapça olarak. O da yeri de o. Barla’da göl kenarına inmiş, orda birden gelmiş öylede yazılmış. Nasıl oluyor bu iş, nasıl geliyor. Peki.

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَ اُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَ لَهُمْ فِيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭

Cennet-i bâkiyeye dair bazı suallere kısa cevablardır.

            Cennet’e dair,

Hulusi Bey: Şimdi Cennet-i Bakiye deyince belki hatırlarına Medine-i Münevvere de ki Cennet-i Bakia gelir ki Medine-i Münevvere’nin mezarlığıdır. O değil. Cennet-i Bakiyeden murad. Yani baki olan Cennet. Baki olan Cennet. Oraya girenler de ebedi orda kalacaklar. İşte o Cennet. Evet.

-:  Cennet’e dair, Cennet’ten daha güzel, hurilerinden daha latif, selsebilinden daha tatlı olan beyanat-ı âyât-ı Kur’aniye kimseye söz bırakmamıştır ki, fazla bir şey söylensin. Fakat o parlak, ezelî ve ebedî, yüksek ve güzel âyetleri fehme takrib için bazı basamakları, hem o cennet-i Kur’aniyeden nümune için bazı çiçeklerin nümunesi nev’inden bazı nükteleri söyleyeceğiz. Beş rumuzlu sual ve cevabla işaret edeceğiz. Evet, Cennet bütün lezaiz-i maneviyeye medar olduğu gibi, bütün lezaiz-i cismaniyeye de medardır.

Cennet

Hulusi Bey: Medar sebeptir. Sebep deki anlaşılsın.

-: Cennet bütün lezaiz-i maneviyeye medar olduğu gibi,

Hulusi Bey: Sebep olduğu gibi,

-: Manevi lezzetlere sebep olduğu gibi, bütün cismani lezzetlere de sebeptir.

 Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve Cennet’le ne alâkası var? Madem ruhun âlî lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismaniye için, bir haşr-i cismanî neden îcabediyor?

Hulusi Bey: İyi sormuşlar değil mi Hacı?

-: …..

-: Bir daha okuyorum.

Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve Cennet’le ne alâkası var? Madem ruhun âlî lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismaniye için,

Hulusi Bey: Haşr-i cismanîye

-: Bir haşr-i cismanî neden îcabediyor?

             Elcevab: Çünki nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır; fakat masnuat-ı İlahiyenin bütün enva’ına menşe’ ve medar olduğundan bütün anasır-ı sairenin manen fevkine çıktığı gibi..

Nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır; fakat masnuat-ı İlahiyenin bütün enva’ına menşe’

Hulusi Bey: Onun çıkmasına

-: Masnuat-ı İlahiyenin bütün enva’ına menşe’ ve medar olduğundan bütün anasır-ı sairenin manen fevkine çıktığı gibi..

Hulusi Bey: Manen fevkine. Onun için meşhur söz var. “Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âlî.” Toprak gibi ol ki merteben yüce ola. Hacı Ağa. Hâki ol hâki. Onun için hâk, yerine göre hem üstüne basılır. Hem de bütün nimetleri Cenab-ı Hak ondan halk ediyor. Bütün masnuatını oradan icat ediyor. Onun için diğer anasıra. Yani suya, havaya, ziyaya daha tefevvuk edecek bir vaziyet, o kesif toprakta görünüyor. Öyle ise mademki hâkiyiz. Hılkatimizin şeysi topraktan alınmış. Öyle ise biz halimizi de hâkilikte arayalım. Tevazu, tevazu gönül alçaklığı göstermek.

مَنْ تَواضَعَ رَفَعَهُ اللَّهُ ، مَنْ تَكَبَّرَ وَضَعَهُ اللَّهُ

Evet. Kim ki gönül alçaklığı yaparsa, Cenab-ı Hak onu yüceltir. Kim tekebbür ederse, burnunu yukarı dikerse, tepeden bakarsa Cenab-ı Hak onu

-: Tepesine biner.

Hulusi Bey: Onu bastırır. Hele runne, hele runne, hele runne runne runne. Nereye gidiyorsun?

-: Nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır; fakat masnuat-ı İlahiyenin bütün enva’ına menşe’ ve medar olduğundan bütün anasır-ı sairenin manen fevkine çıktığı gibi..

Hulusi Bey: Manen fevkine çıkmış.

-: Hem kesafetli olan nefs-i insaniye; sırr-ı câmiiyet itibariyle, tezekki etmek şartıyla bütün letaif-i insaniyenin fevkıne çıktığı gibi..

Hulusi Bey: Aha, nefis eğer tezekki ederse, nefis temizlenirse, uslandırılırsa, mekrinden emin olacak bir vaziyete getirilirse o zaman diğer letaif-i insaniyenin üstüne çıkar. E hani ya. Sen nasıl bugünler de biraz üzerine binmişsin galiba.

-: Zor efendi çok zor.

Hulusi Bey: Hı.

-: Nefse binmek zor. İmkânı yok.

Hulusi Bey: Binemedin mi hala, Hacı Nuri yardım etmedi mi sana?

-: Hacı Nuri kendini kurtarmış.

Hulusi Bey: Hacı Nuri gidiyor şimdi, Allah selamet versin. Fakat Hacı Sabrı’sız Hacı Nuri nede.

-: Bir şeye benzemez.

Hulusi Bey: Bir şeye benzemez ya. Bende senin gibi diyorum. Neyse gitsin gelsin o. O bize ilham kaynağı oluyor bazen. Hani, bizim malum yani fasıl fasıl. Komedi faslında ona bakıyoruz ilhamı ondan alıyoruz. Buyur. 

-:  Öyle de, cismaniyet; en câmi’, en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı esma-i İlahiyedir.

Hulusi Bey: Allah, Allah. Cismaniyet

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 200) YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ DERS-2 başlıklı makalemizde YİRMİYEDİNCİ SÖZÜN ZEYLİ hakkında bilgiler verilmektedir.