204) HÜVE NÜKTESİ DERS – 2

204) HÜVE NÜKTESİ DERS – 2

ADAD

Hulusi Bey

HÜVE NÜKTESİ DERS – 2

Hulusi Bey: Hadi!

-: Aynen öyle de: Emr ve iradenin bir arşı olan havanın, rüzgârın her bir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan هُوَ lafzındaki havada; küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcud telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin veyahut o هُوَ deki havanın belki unsur-u havanın her bir parçasının her bir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar manevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini

Hulusi Bey: Mesela söylüyor söylüyor da arada bir pot kırıyor. Affedersiniz, onu da düzeltiyor yine. Affedersiniz de söylüyor.  Feyâ Sübhanallah! Feyâ Sübhanallah! Evet.

-: Manevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin. Çünki bilfiil o vaziyet kısmen görünüyor ve havanın bütün eczasında o kabiliyet var. İşte ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunların mesleklerinde değil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinalar ve müşkilâtlar aşikâre görünüyor. Eğer Sâni’-i Zülcelal’e verilse, hava bütün zerratıyla onun emirber neferi olur. Birtek zerrenin muntazam birtek vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlıkının izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlıka intisab ve istinad ile ve Sâni’inin cilve-i kudreti ile bir anda şimşek sür’atinde ve هُوَ telaffuzu ve havanın temevvücü sühuletinde yapılır. Yani, kalem-i kudretin hadsiz ve hârika ve muntazam yazılarına bir sahife olur ve zerreleri, o kalemin uçları ve zerrelerin vazifeleri dahi, kalem-i kaderin noktaları bulunur.

-: Yeniden bir daha okurmusun.

-:  Eğer Sâni’-i Zülcelal’e verilse, hava bütün zerratıyla onun emirber neferi olur.

Hulusi Bey: Şimdi, burada hepimizin malumu olan bir noktaya işaret edeceğim. Radyo dediğimiz şey, iki türlü cihazdır. Birisi alır, birisi verir. Alıcı cihaz, verici cihaz. Alıcı eğer havada konuşulan şeylerin bir izi, bir tozu olmazsa neyi alacak? O cihazların başında tecrübe etsek. Değil öyle biz elimizdeki, evimizdeki radyolara bakalım. Şöyle uzun, kısa, orta dalgalar üzerinde elimizi yürütürsek bakıyoruz ki bazı acayip, acayip sesler geliyor. Bu nereden geliyor? Bu cihazın vazifesi hava dâhilin de ki sesleri almak. Anlamadığımız sesleri de alıyor, anladığımız sesleri de alıyor. Almaktan da bitmiyor ki kim bilir ki ne zaman söylenmiş bir söz o hava dâhilinde ne zaman ki mahsus cihazı o işte kullandık, o zaman onda kalmış olan o sedayı oradan alıyor. Şimdi Cenab-ı Hak, zerratını da Hafiz ismine mazhar etmiş. Onlar muhafaza ediyorlar. Hem hava, küreyi kuşatan havada öyle bir hassa yapmış ki, hassas bir madene şöyle dokunulsa onun tıınn sesi, burdaki gibi hiç kuvvetinden kaybetmeyerek, taaa en uzak, o arzı kuşatan havanın en uzak zerresine kadar o ses oraya intikal ediyor. Bu iş beşerin işi olamaz. Bu iş elbette bu mülkün sahibi her suretle harekâtın, sekenatın, konuşmanın, efendim. Bütün cihazlarla zabtını irae ediyor.

………………………….

Ağzım diyorum, dilim diyorum. Fakat bunların hepsi emanet. Asıl mal sahibi kim? Mal sahibi Allah. Dilediği zaman bunları konuşturabilir mi? konuşturacağına işaret ediyor işte. Ey kulak! Söyle bakayım. Seni o dünya denilen yerde, şu muvakkat sahibin nasıl kullandı, nerelerde, nerelerde seni kullandı? Söylemeyecek mi? Sual sorar da soran da Allah olursa (C.C) evet bunun suali cevapsız kalır mı? Elbette cevapsız kalmayacak, onları soracak. İşte ayetin manası budur Sure-i İsra’da

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً

Onlardan soracak bak bak. Sahibinden sormuyor da, muvakkat sahibinden onlardan soruyor. Ey kulak, ey dil, ey göz, ey kalp! Seni muvakkat sahibin nasıl kullandı? Nerede kullandı? Bu ne kadar ehemmiyetli bir meseledir canım. Yani üzerinde ne kadar dursak. Döne döne bu, Allah’ın bu ayetini okusak. Manasına bir parça kafamızı vursak. Artık duvara mı vuralım, demire mi vuralım bilmiyorum. Bunları böyle okuyup anladıktan sonra, dinledikten sonra hala bizim sahibimizin, malikimizin azametini, kudretini, O’nun her şeyi bildiğini, muhafaza ettiğini, sorguya çekmeye iktidarı olduğunu düşünürsek, o âlemde hiç kimsenin hiç kimseye zerrece faidesi dokunmayacağı. Ancak izni ilahi olursa o başka. Öyle bir yerde bu sorgular yapılırsa bizde o kulağın, o dilin, o gözün sahibi bulunursak. Yani böyle, muvakkat sahibi. Bunları kötüye kullandığımızı, bu cihazlarımız orada açıkça Hâlık-ı Külli Şeye karşı, “Ya Rabbi senin bu kulun, beni şurada, şurada kullandı.” derse, bizim oradaki halimiz ne olur? Ya Rabbi sen bizi esirge, bekle. Âmin. Burada burada imtihan âlemi, ibtila âlemi burada. Eğer biz bunu düşünüp de kendimizi o muhakeme-i umumiyeye, mahkeme-i kübray-ı adalete evet, çekildiğimizi, hesap edelim ki orda hiçbir avukat yok, hiçbir avukat yok. Hâkim Allah, münadi Cebrail aleyhisselam. Eeee, sorguya çekilmişiz. Böyle azalarımız dile gelmiş söylüyor.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ya. Eller söyleyecek, ayaklar şahadet edecek. İnsan, o bedbaht insan, o zaman diyecek ki, sizde benimle beraber Cehenneme gideceksiniz niye söylüyorsunuz böyle yahu, söylemeyiniz. Elimizde mi, elimizde mi? Hâkim-i Zülcelal var. Ya. Bugünden o mahkeme-i kübrayı düşünelim. Başka vaiz istemez efendiler. Başka vaiz, nasihat. Nasihat, masihat nedir yani. Nasihat, evet düşünsek demir olsa, polat olsa bu nasihatten müteessir olmak lazım. Şimdi oku oku, söyle söyle “Kellim kellim layenfa’” Ne olacak? Ne zaman uyanacağız efendiler, ne zaman uyanacağız? Başımıza toprak saçıldığı zaman mı?

مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهاَ نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى

O zaman mı uyanacağız? O uyanıklığın bir faidesi olmaz. Bizi tekrar ne kadar yalvarsak, yakarsak tekrar bu imtihan ve ibtila âlemine getirmezler. Orda kat-i hüküm verilir. Muhakkak hak ettiğimiz muameleyi görürüz. Cenab-ı Hak bizi yalnız bir nokta ehemmiyeti var. Bunun üzerinde duruyorum. Efendiler, ihlas risalesi bize çok ferahlık verecek bir vaziyettedir. Hakiki kardaşlık hissiyle ihlas dairesinde şu imani ve Kur’ani eserlerin hizmetinde bulunursak o zaman burda birbirimize karşı sımsıkı sarılmamızın mükâfatını bu hizmet-i imaniyenin hakiki mükâfatını o zaman görürüz. Birbirimize inşâallah Allah’ın havl-ı kuvvetiyle şefaat de ederiz.  Eğer o his burada bize hâsıl olursa. E o da elimizde canım. Onu yazan on beş günde bir laakal on beş günde bir okuyun diyor. E okuyun amma, okuyun ama aldırmayın işte okuyun geçsin. Bu mudur? Okuyun içinde denilene dikkat edin anlayın. O anladığınız veçh ile de hareket edin. Kendinizi ona göre hazırlayın. Bunların hepsi matlub ve maksud değil midir? Eee! Bunlar böyle ise istediğin kadar nasihat et. Hakkıyla yerine getirirsek bir tek nasihat de bizi helaketten kurtarmaya kâfi gelir. İşte Risale-i Nurun bu dairesine girenler ihlas risalesini okumalı, anlamaya çalışmalı. Orada kaç türlü kuvvetler var ki bizim onlara katiyen ihtiyacımız var. Bunları orada bulabiliriz. Onun için ihlas risalesine çok ehemmiyet verelim. Emredilmiştir on beş günde bir laakal. Laakal en az demektir. On beş günde bir okuyun diyor. Okuyun öyle ise hem okuyun hem anlayın. Hem anladığınız gibi davranış içinde bulunun. Önünüzde bir imtihan günü bitmiş, hesaba çekilmek günü de gelecektir. Zaten Cenab-ı Hak burada da ceza veriyor. Hatalarımıza karşı müsamahası yoktur. Burada da uyandırmak için bize karşı bazı müşkülatlar çıkıyor. Bazı başımızı ağrıtan, düşündüren uykumuzu kaçıran dünyevi hadiselerle baş başa kalıyoruz. Ne yapalım diyoruz. Ne yapalım daha ne edeyim Risale-i Nuru da okuyoruz canım. Sabah, öğle, akşam, tatil günleri yine hala bu iptilaların sonu. Demek ki eksiğimiz var efendiler, eksiğimiz var. Eksiğimiz, mütefekkirane okumuyoruz, okuduğumuzu, anladığımızı kendi nefsimizde tatbik etmiyoruz. Hizmete eksik giriyoruz. Tabir caizse, bir ameleyiz çalışacağız. “ Ed-dünya mezraatül ahire ” Şu dünya hayatımızı bir mezraa yapacağız. Burada ektiklerimiz meyve verecek, sümbüle verecek. Burada Kur’an okumak, ahkâmını tatbik etmek, ahkâmı üzerine hareket etmek şeysi burada bu mezraa-i ahiret cihetidir. Bunun hasılasını nerde alacağız?  Bizim gideceğimiz meydanda. O haşir meydanına hep marifetlerimiz, torba torba, çuval çuval, harman harman gelecek. Ya suratımızı buruşturacağız veyahut elhamdülillah, elhamdülillah. Bu netice buradan bellidir ha. Bize orda elhamdülillah ki Cenab-ı Hak hiç bir amel-i hayrı zayi etmemiş, muhafaza etmiş. Bu inkilab-ı azimde dünyanın yıkılması, âlemin büsbütün değişmesi, güneşin mumunun sönmesi, arzın, dağların atılmış pamuk gibi havada uçmaları. Semanın parça parça olup dökülmeleri, nücumun ışıklarının sönmesi ve her birisi bir istikamete, birbirine çarpa çarpa.

اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظ۪يمٌ

Bu hakikat zuhur edecek. Bunlar böyle olacak âlem büsbütün değişecek, hiç bir şey nizamında kalmayacak. Yeniden, Cenab-ı Hak yeni bir âlem, yeni bir nizam, ebedi bir hayat sürdürecek. Burada gelip muvakkat hizmet edenlere, ya ebedi saadet, ya ebedi şekavet, Allah korusun. Evet, yaftasını yapıştırıp, o yaftalara göre onların hakkında kat-i hüküm verilecek. Hikâye değil, bunlar birer hakikat olacak. İşte tefriksiz başta ben olmak üzere diyorum ki Cenab-ı Hak cümlemizi şu konuşulan ve asla hilaf olmayan şu hakikatlere karşı bizi uykuda bulundurmasın. Uyanmak nasip etsin. Âmin. O dehşetli günde, eyvah dedirteceğine burada gözyaşı döktürerek temizlenip, oraya ak yüzle çıkmak nasib-i müyesser eylesin. Âmin. Hadi Bakalım. 

 -:  Eğer Sâni’-i Zülcelal’e verilse,

Hulusi Bey: Ne verilse? O zerrattaki şeyler değil mi?

-: Evet.

Bilfiil o vaziyet kısmen görünüyor ve havanın bütün eczasında o kabiliyet var. İşte ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunların mesleklerinde değil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinalar ve müşkilâtlar aşikâre görünüyor.

Hulusi Bey: Hoca efendi sen misin orada? Oraya da ses geliyor mu?

-: Geliyor efendim.

-: Eğer Sâni’-i Zülcelal’e verilse, hava bütün zerratıyla onun emirber neferi olur. Birtek zerrenin muntazam birtek vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlıkının izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlıka intisab ve istinad ile ve Sâni’inin cilve-i kudreti ile bir anda şimşek sür’atinde ve هُوَ telaffuzu ve havanın temevvücü sühuletinde

Hulusi Bey: Hâlıka intisab, Hâlıka istinad. Hâlıka intisab, Allah namına onlar işliyorlar. Zerratı işlettiren var. Yani onlar diyorlar ki bizi çalıştıran, bu harika vazifeyi bize gösteren sensin Ya Rabbi. Yoksa biz camid bir şeyiz. Vücudumuzun bir kıymeti yok. Bir yer işgal edecek halimiz yok. Bize bu kadar harika bir vücutlu vaziyeti vermek, elbette bu senin şanındandır. Bizim sahibimiz malikimiz bizi idare eden, hakkımızda bu surette vazife-i irade eden ancak sensin. Bütün zerratın adedince sana intisabımızdan dolayı hadsiz hamd-u şükürler olsun. Ya Rabbel alemmin, Ya Erhamerrahimin.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 203) HÜVE NÜKTESİ DERS - 1 başlıklı makalemizde HÜVE NÜKTESİ hakkında bilgiler verilmektedir.