-: Ehadiyet: Allahın vasıtasız, esbabsız doğrudan doğruya hususi bir surette
Hulusi Bey: Hususi bir teveccüh ile
-: Hususi bir
Hulusi Bey: Teveccüh ile
-: İle
Hulusi Bey: Tasarrufatıdır, tasarrufudur. Şimdi şunu da bir hulasa olarak buraya almışım. Kâinatın Halık’ı. Bunlar böyle yazsın. Kâinatın Halık’ı, her ne kadar vasıtaları ve sebepleri icraatına (perde yapmışsa da) perde yapmış, böylelikle Rububiyyetini göstermiş. Fakat kullarının kalplerine koyduğu hususi bir telefonla da esbabı arkada bırakıp doğrudan doğruya kendisine teveccüh etmeleri için ubudiyet-i hassa ile mükellef etmiş te;
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ
deyiniz! diyerek, onların yüzlerini kâinattan kendine çeviriyor. Onların yüzlerini kâinattan kendine çeviriyor. Ahsen-ül Halıkîn, Erhamurrahimin, Allahu Ekber manaları şu manaya da bakar. Ahsenü’l-Halıkîn, yani birçok halıklar var da Ahsenü’l-Halıkîn da başka mı? Mahlûkatın çokluğundan, hepsi de
اَلَّذ۪ٓى اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ
Ahsenü’l-Halıkîn, Cenab-ı Hakkın her yarattığı ahsendir, ahsen, çok güzedir. Erhamürrahimin. Yani ne kadar (halık) yanlış olarak halık tevehhüm edilenler varsa, fakat onlar halık olamazlar. Halık birdir. O’da neyi halk etmişse, hepsini en ahsen bir surette, en güzel bir surette halk etmiştir. Sonra ne kadar merhamet eseri görürseniz, mahlûkunda ki merhamet, Halık’lerinde ki merhametin bir cilvesidir, onda görünüyor, Erhamürrahimin ondan sonra Allahu Ekber. E başka Allah mı var ki? (Allahu Ekber) yok işte. Hepsi bu manalara da bakıyor. Demek ki Allahu Ekber dediğimiz zamanda, Allah’ın gayrısından elimizi çekeceğiz. O’na döneceğiz O’na. Kullarının yüzünü kendisine çevirmek için masivadan ayırıp hakiki Halık’lerine çevirmek için öyle bir lutfediyor. Kesrete müptela ediyor, kesrette boğmuyor. Kalplerine koyduğu telefonlan benimle böyle konuşun diyor. Fatiha-i Şerife içerisindeki
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ
ile konuşmanın yolunu gösteriyor, tarif ediyor. Bu surette bizi kesrette boğulmaktan kurtarıp, kendi huzuruna layık ediyor. İşte şurada ki hikmet ne ise, kesrete müptela olmaktan bizi kurtarmakta ki:
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ
‘e götürmekteki hikmet ne ise, yine O’nun kelamında geçen, Ahsen-ül Halıkın, Erhamurrahimin, Allahu Ekber gibi kelamlar, kelimeler hep bu maksatla kemal-ı merhametinden kulları o kesretten kurtarıp kendisine döndürmek için birer çağrı hükmündedir, birer davet hükmündedir. Tamam, efendim, bitti benim ki. Derse devam.
Nihat Efendi hazırlan. Nihat Efendi hazırlan. Öyle yüzüme bakıyor.
-: Nihat Efendinin yerine abisi
Hulusi Bey: Abisi diyor “Sende bir şey söyle, madem buraya geldin herhalde bir niyetin var.” Yok, yok şimdiye kadar niye gelmiyordun ya.
-: Niyeti, gelmiş dinlemeye efendim.
Hulusi Bey: Yardım ediyor ha. Hacı amca yardım ediyor. Rahmetullahi aleyh.
-: Rahmeten vâsia
Hulusi Bey: Rahmeten vâsia. Eee.
-: Baştan bir daha alalım.
Hulusi Bey: Baştan bi daha mı? Başımız döner ha. Benim başım sağlam değildir. Hadi yahu.
-: Baştan alayım üstünden
Hulusi Bey: Nerden?
-: Altıncı lem’ayı baştan bi daha
Hulusi Bey: Bilmem. Encümen ne buyurur, diyor ki tekrar okuyayım?
-: Et tekraru hasen.
Hulusi Bey: Et tekraru hasen. Böyle kuvvetli bir molla olduktan sonra.
-: Velev kâne yüz seksen.
Hulusi Bey: O da diyor ben müftünün oğluyum, unuttun mu? Peki. Şimdi bu kadar güzel sözlerin arasına hakikaten benim konuşmaklığım abesle iştigaldir ha.
-: Haşa
Hulusi Bey: Emin ol.
-: Bin defa haşa.
Hulusi Bey: Fakat işte, biz böyle şeylerden anlıyoruz da, o manevi sözlerden pek böyle hayret içerisinde kalıyoruz. Hayretimizden ne diyeceğimizi bilemez bir vaziyet var. Arada işin ciddiyetini latifeye çevirmek, biraz neşelendirmek, belki biraz ümit kapısı açmak, bu vesileyle. Buyur bakalım. Niye puf ettin? Hadi.
-: Altıncı Lem’a: Hâlık-ı Zülcelal’in nasılki mahlûkatının her bir ferdinin başında ve masnuatının herbir cüz’ünün cebhesinde,
Hulusi Bey: Her bir
-: Cüz’ünün cebhesinde, ehadiyetinin sikkesini koymuştur.
Hulusi Bey: Ehadiyet’i anladık, neydi Ehadiyet? Hususi suret. Her bir cüz’ünde onun cephesinde ne yazılı? Hususi bir surette onda tasarrufu var. Hususi bir surette. Yani diyor ki; şu zerreyi ben idare ediyorum. Canım, Sen Azimüşşan, Allah’sın. Bu zerre nedir ki? Diyor; hiç müdahaleye şey yoktur. Zerre kadar benim gayrimin buna müdahalesi olamaz. Her zerre üzerinde böyle bir lisan-i manevi ile bizi gafletten uyarıyor. O zerreye eğer sorulsa, sen kimin masnuusun, kimin nam-ı hesabına çalışıyorsun, ne diyecek? Ben cüz olduğum şu büyük cisim, cismi yaratan kimse onu ne için yaratmışsa ben de onun bir cüz’üyüm. Beni de yaratan O’dur. Onu hangi hizmete sevk ediyorsa ben de O’nun hizmetindeyim, O’nun emrindeyim. Ondan başka ilah tanımıyorum, duyduk duymadık demeyesiniz. Zerreye Rab olabilir mi Allah’tan gayrısı?
-: Olamaz.
Hulusi Bey: Ya büyüklerine? Ona hiç olamaz. Zaten bütün müşriklerin vekili, otuzikinci sözde sarahatle bize gösterdi ki, Cenab-ı Hakka şerik olarak, o şeriklerin vekili bir tek zerre sen küçücük bir şeysin diyor. Bak ne kadar da mülayim söylüyor. Ben sana Rab olabilirim yahut sende tasarruf edebilirim diye kandırmaya çalışıyor. Onun da cevabı aşağı yukarı şu merkezde. Ben ve benim emsalim zerreleri ve biz cüz olduğumuz büyük cisimleri halk etmek, onların ihtiyaçlarını görmek, onları korktuklarından esirgemek, umduklarına nail etmek. Eğer böyle bir marifetin varsa bana rububiyet dava et. Yoksa biz hizmetimize gidiyoruz, vazifemiz var, bizi istihdam eden var. Sen gevezelik edip durma diyerek, onu ne yapar? Tard eder, müdahaleyi men eder. Zerre kadar müdahaleye müsaade etmiyor.
“Ey birâder tû hemân endîşeî Mâ bakî tû üstuhân u rîşeî”
-: Nasılki mahlûkatının her bir ferdinin başında
Hulusi Bey: Evet.
-: Ve masnuatının herbir cüz’ünün cebhesinde, ehadiyetinin sikkesini koymuştur.
Hulusi Bey: Mahlûkatının her birisinin başında. Evet.
-: Herbir cüz’ünün cebhesinde
Hulusi Bey: Herbir cüz’ünün de cebhesinde
-: Ehadiyetinin sikkesini koymuştur. (Nasılki geçmiş lem’alarda
Hulusi Bey: Şimdi her birisinin başında, ne anlıyorsun? Sikkeyi koymuş. Ne sikkesi?
-: Ehadiyet.
Hulusi Bey: Ehadiyet sikkesi. Ne aklınıza geliyor?
-: Hafıza var başında mesela.
Hulusi Bey: Hele oraya gitme başında diyor. Herkeste hafıza olmaz, bir tanesinde de bozulmuş olur.
-: Alameti
Hulusi Bey: Bir sikke var bir sikke. Tefrik sikkesi mi? Alamet-i farika.
-: Yüzünde var.
Hulusi Bey: Başında. Evet, sonra.
-: Masnuatının herbir cüz’ünün cebhesinde
Hulusi Bey: Masnuat ne diyor bak, hepsi onun sanatı. Sanatının her bir cüz’ün de, yani o sanatı parçalara ayırsak en küçük bir cüz’ü olan zerresine dese ki “Sen kimin masnusun?” Diyecek ki “Ben cüz olduğum şu masnuun, masnuu kim yapmış ise onun masnuuyum. Ondan başkasının olamam. ”Bir tek insanın başındaki alamet-i farika derse ki;“ bendeki bu alamet-i farikayı kim koymuşsa, bütün emsalimdeki alamet-i farikayı koyan da O’dur.” Tefrik ediliyor. Zeyd, Amir’den bu surette ayrılıyor. Evet.
-: (Nasılki geçmiş lem’alarda bir kısmını gördün.) Öyle de; her bir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, her bir küll üstünde
Hulusi Bey: Her bir
-: Küll üstünde
Hulusi Bey: Küll
-: Müteaddid hâtem-i vâhidiyet, tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur.
Hulusi Bey: Bir daha söyle. Taaa
-: Her bir nev’in üstünde
Hulusi Bey: Her bir nevin üstünde
-: Çok sikke-i ehadiyet,
Hulusi Bey: Yani, onların nev-i itibariyle birinin üstünde inceleme yapsak onun küçük azalarına, küçük parçalarına sorsak sen kimin mahlûkusun, sen kimin masnuusun, seni bu cisme zerre yapan kimdir desek, ne diyecek? Ehad, Ehad. Ehad, Ehad. Her nevide bu. Peki.
-: Her bir küll üstünde
Hulusi Bey: Her bir küll üstünde. Bir cismi terkip eden cüzlerin üzerinde. Evet.
-: Müteaddid hâtem-i vâhidiyet,
Hulusi Bey: Hâtem-i vâhidiyet, her bir küll üstünde, o cüzlerin şeysinde vahidiyet, parça, parça var.
-: Tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 205) HÜVE NÜKTESİ DERS - 3 başlıklı makalemizde HÜVE NÜKTESİ hakkında bilgiler verilmektedir.