212) BİRİNCİ LEM’A DERS-2

212) BİRİNCİ LEM’A DERS-2

ADAD

Hulusi Bey

BİRİNCİ LEM’A DERS-2

-: Akrabayı taallukatın yaşayışı İslami olmazsa. Akrabayı taallukatın yaşayışı İslami olmazsa onlarla temasta ki manen zarar edersek, onlarla temas caiz olur mu acaba?

Hulusi Bey: Şimdi, ben şeyde okumuşum, Cenab-ı Hak ferman ediyor, müfessirin de ayeti tefsir ediyorlar. Bir kimsenin anası, babası daire-i imana girmemişler, daire-i imana girmemişler. Evlat olarak bunlara karşı vazife var mı, yok mu?

-: Var.

Hulusi Bey: Yürüyecek halde değil, oğlum diyor beni sırtla bugün pazardır beni kiliseye götür, götürecek. Kiliseye kadar götürecek, çıktığı zaman sırtlayıp getirecek. İyilik, iyilik mi getirir, kötülük mü getirir?

-: İyilik getirir.

Hulusi Bey: Ya. Sen iyilik yap. Meşhur sözlerimizden olmuş. İyilik yap denize at, balık bilmezse Halık bilir. Yine peygamber aleyhisselatu vesselam üzerine dönelim. Cenab-ı Peygamber münafıkları tanıyormu du, tanımıyormu du? İçlerinde bulunuyor muydu, beraber mescid-i saadete gelip böyle karşısında boyunlarını büküp duruyorlar mıydı? Duruyorlardı. Fakat münafıklıktan da geri kalmıyorlardı. Bir gün sen münafıksın dedi mi birine?  Demedi. Niçin demedi? Ahlak-ı Muhammediye. Ve ahlak-ı Muhammediye aleyhisselatu vesselamı imtisal edenleri görürler, bakarlar da, insaf ederler. Bu din hak olmazsa, bu güzel ahlak onlarda bulunmaz deyip bu nifaktan, küfürden daha eşed olan münafıklıktan dönerler, İslamiyet’in nuruna iltica ederler diye, Cenab-ı Hak da o on iki ayette münafıklar hakkında beyanda bulunduktan, bulunmak mecburiyetinde değil ya. Keremi, rahmeti öyle iktiza ediyor, onlar hakkında o kadar ayet var. Kâfirler hakkında iki ayet bulunur.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ٭ خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟

İki ayet.

٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭

Ondan sonrası ta sahife sonuna kadar, ayetler hep münafıklar için.  Cenab-ı peygamber de bunları söylemedi. Siz münafıksınız isminiz, cisminiz diye bir gün huzurundan kovmadı. Yine böyle vaziyetimizi düzeltelim. Ne yapmak lazım? İyilik yapa yapa, düşmanda olsa düşmanlıktan. Allah hidayet etmek şart. Allah ede. Hulasa teması büsbütün kesme. Git görün, fakat baktın ki yine senin damarına dokunacak bir vaziyet var, hoşça kalın de, Sonra düşün, sevgili peygamberim bana diyor, akraba ve taallukatından kesilme onlar kesilmişlerse bile. Ben bu emre imtisalen gidiyorum, de. İçinden de ha. Onlara, ben size gelmem amma ne edeyim peygamber. Bu işte tam marifet odur ha. Yani diyeceksin ki peygamber böyle demiş, diye size geliyorum bunu buna söylemek, peygambere düşman ettirir onu daha ziyade. Sana da bu kere buğz ederler. Sen Allah rızası için içinden de peygamberin bir sünnetini, bir emrini yerine getiriyorum diye düşün öyle git. Üst tarafı, ne derlerse desinler. Merhum, o güzel bir fıkrasıdır o Alvarlı Muhammed Lütfü Efendinin, “Can cananın olsun da ne derlerse desinler. Canan canın olsun da ne derlerse desinler” Mesele burda. Biz Allah ile olalım. Niyetimiz ihlas olsun, niyetimiz güzel olsun. Biz demeyelim ki, biz böyle gide gele bu adamı ıslah ederiz değil. Hadi kimdir? Merhum Üstadımız buyuruyor. Ben de diyor dünyanın ıslahını arzu ediyorum, dua ediyorum amma irade edemiyorum. İrade edemiyorum. İrade kimde? İlim, kudret kimdeyse irade de onda. Bilen Allah. Her şeye gücü yeten Allah. İrade eden de O’dur. Neyler irade eylerse.  Yasin-i şerifin sonuna doğru olan ayete bak.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Cenab-ı Hak bir şeyin olmasını murad ederse, ol der ona. Ol demesiyle veya müfessirinin kavline göre ol demesini murad etmesiyle o şey vücuda gelir. Bu hem var olmaya, hem yok olmaya ikisine de şart. Yani Cenab-ı Hak, bir yerin altını üstüne getirecekse bir infilaka da lüzum yok. Onun altındaki bir madeni ateşe verdirir. Tam o yerin altında ki madeni.  Biraz da onların hoşuna gitsin. Onlar diyorlar ki biz dinledik biz tetkik ettik, bir madenin patlamasındandır ha. Madeni patlattıran o beyinsiz kafasındaki evham değil. İrade-i İlahiyye ile o maden orada patladı. Bu nerede hangi maden patlayacak hangi zamanda patlayacak bunu o beyinsiz kafasıyla mı buldu? Her şeye gücü yeten, bütün tasarrufat onun yed-i kudretinde olan Allah, dilediği yerde dilediği şeyi yapar. Hiç kimse onun yapacağı şeyi, yapmak istediği şeyi ne durdurabilir, ne dur dediği yerde yürütebilir. Ah diyor. Doktor ne ede canım, görmüyor musun ki on tane mütehassıs uçaktan getiriyorlar ölünün başına. Boynunu büküyor. Tıp artık acizdir, diyor. Kendi aciz değil de tıp. Fennin getireceği, müjde bu kadar olur. Fenne mi itibar edeceğiz, yoksa Allah’a mı itimat edeceğiz? Kime inanıyorsak. Evet hasta eden de O’dur, şifa verecekte O’dur. Bizi çeşitli müşkülat ile çeşitli müşkülat ile yerden yere serende O’dur. Bizi o müşkülat içerisinden, bin müşkülat içerisinden kurtarıp, oooh elhamdülillah dedirtecek de yine o Allah. Ondan başka kim bizim üzerimizde mutasarrıfdır ki her şeyi buna göre kıyas etmişler. Biz kul olarak bize düşen işi, itirazsız yapacağız. Başımıza gelen şeylerden şekva değil, birikmiş nimetlere karşı borçlandığımız şükür borcunu edaya çalışacağız. Şimdi bir adam, misal olarak söylüyorum. Hal-i sıhhatinde bıraktığı namazlar var. Hastalık geldi, sıhhat gitti. Yatakta yatıyor. Per-best aza, cevarih sağlam ayakta durup rükûu, sücudu tadil-i erkanı yerine getireceği zamanda namazı terk etmiş. Şimdi … ya bundan dolayı yaptığı günaha tövbekar olup, onları da o hasta döşeğinde ima ile olsun kılmaya çalışacak. Bunun gibi, nimet …………..

Bir gemi vaziyetine getirecek biri lazım. Denizin dalgalarını sükûnete, onu boğmayacak hale getirecek biri lazım. Gecenin karanlığını kaldıracak, yerine bir ışık bir nur gösterecek biri lazım. Bunun için de havayı açacak ve Ay’ı yahut Güneş’i gösterecek birine müracaat etmek lazım. Bunların hepsi de Allah’tır. Allah da birdir. Öyle ise,

لآَ اِلٰهَ اِلآَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

Ve o vaziyette böyle münacat etti. İşte, balığın karnı bir denizaltı gemisi. Deniz güzel bir ovaymış sanki sakin güzel hoş. Evet, karanlıkları kaldırdı, lambayı başının üzerine yaktı. Kendisini de sahile çıkardı, kabak ağacının altında lütf-u Rabbanîyi müşahede etti. İşte Allah böyle Allah. Bütün bu karanlıkları giderdi daha büyük bir lütuf gösterdi.

لآَ اِلٰهَ اِلآَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

-: O nur-u tevhid ile hutun karnını bir taht-el bahr gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağ-vari emvac dehşeti içinde;

Hulusi Bey: Emvac-ı dehşeti, emvac-ı.

-: Zelzeleli dağ-vari emvac

Hulusi Bey: Emvac-ı dehşeti

-: Emvac-ı dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, Kamer’i bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdid ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 211) BİRİNCİ LEM’A DERS-1 başlıklı makalemizde BİRİNCİ LEM’A hakkında bilgiler verilmektedir.