216) ONUNCU SÖZ DÖRDÜNCÜ SURET DERS – 2

216) ONUNCU SÖZ DÖRDÜNCÜ SURET DERS – 2

ADAD

Hulusi Bey

 ONUNCU SÖZ DÖRDÜNCÜ SURET DERS – 2

Hulusi Bey: Musibet geldiği zaman da, musibet geldiği zaman da sabretmek. Onun için dersimizde ne diyor? Sen diyor, üç sabır ile mükellefsin. Nasıldır o? Birisi taat’de sabır, ikincisi masiyetten sabır, üçüncüsü musibete karşı sabır. Bunlarla mükellefiz, bu da vazifedir. Yani sorumluyuz. Eğer taat’de sabırlı olmazsak, usanç getirirsek, ihmal edersek. İnsan her hali bir olmuyor. İşte başına gelen bilir. Eğilip doğrulmak imkânı gayet muntazamken eğer okuduğumuz hadiste ne yaptı?  Peygamber efendimiz, namaz çok kıl, secdeyi çok yap dedi. Bu namazını kıl demektir. Namaz kıl amma, baştan savma değil. Vaktinde kıl. Adabına, erkânına riayet ederek kıl. Bir gün gelir ki, ihtiyarlık beriden çeker, hastalık seni zebun bir vaziyete getirir. O zaman istediğin gibi doğrulamazsın, istediğin gibi eğilemezsin. Velhasıl, fırsat elden gittikten sonra gelmesi zor. Evet, her sıhhatli olanlara ders verilir. Günün birisinde kendisine hastalık gelir, o zaman bakacak ki, adamcağız kavranamıyor. Vazife-i ubudiyetini yapamıyor, eksik kalıyor. Kendisine gelmedi, fakat kendi evinde, ailesi efradından, büyüklerinden bazıları hasta oldu. Onlara karşı da bu tavsiyede bulunmak lazım, yardımcı olmak lazım ve onlardan ibret almak lazım. Şimdi bunu başka derslerimizde de söylemiştik ki, akaid kitaplarında mesela, hastanın namazı diye bir bahis var. Salat-ı mariz, Arapçası. Hastanın namaz kılması. Şimdi bu sağlamlara söyleniyor. Fakat bir gün gelirde hastalık başına gelirse yahut evindekilerden biri hasta olursa onlara karşı o öğrendiğini yaptırmak içindir. Onun için eskiler hastayı iadeye gittikleri zamanda. Yani iade-i sıhhat temennisine gittikleri zamanda. Hemen namazını kıldın mı? Sorarlar. Kalkamıyorum, doğrulamıyorum, secde edemiyorum diyor. E bu mazeretler namazı bırakmayı icap ettirir mi? Yine o şeriat kitaplarımız İslam dinine mahsus kitaplarda, eğer ayakta durmaya muktedir olamazsan oturarak. Oturmaya muktedir olamazsan sağ yanın üzerine yatarak. Evet, kıyamdan, oturmaktan aciz olursan ima ile. İma ile namaz. Cenab-ı Hak bütün kolaylıkları İslam dininde toplamıştır ki. Şimdi şu bir kaidedir. “Eddinü yüsrün, La harace fid din.” İslam dini kolaylık dinidir, onda güçlük yok. Her ne kadar yaşarsak yaşayalım, ebedi kalacak değiliz. Namaz gibi, peygamber efendimizin gözümün nuru namaz dediği bir ibadetimiz var. Bunu hasta iken dikkat edip yapmalı, gençlikteyken yapmalı. Bunu çok şeylerde anlatmaya çalışmışımdır ki. Mesela memleketin müdafaası için, iç ve dış düşmanlara karşı korunmak için hükümetler ne yapar? Silahaltına eli tutanları, gücü yetenleri toplar. Hiçbir ordu duydunuz mu ki, seksenlikleri toplasın, yirmi yaşındakiler gibi onlara talim ettirsin. Ata bindirsin, motorlu vasıtaya bindirsin. Şu bu yapabilirler mi?  Bu onun için güçlük olur. Onlar için o yaşa gelenler için zor olur. Onun için her devlet, memleketin müdafaası için silahaltına almayı ihtiyarlardan mı başlıyor, gençlerden mi? Gençlerden. Her memleketin haline göre kaç yaşından kaç yaşına kadar, hangi devre askerliği yapacaksa onu tayin eder. Ona göre silahaltına alır, talim eder bırakır. O terhis ettiklerini de zaman zaman yine toplar. Bildiklerini unuttular mı unutmadılar mı diye yoklar. Şimdi bizim bahsimiz, İslam dininin peygamberimizin nazarında gözbebeği diye, gözümün nuru diye tanıdığı namaza karşı durumumuz nasıl olacak? Sinn-i teklife girmeden bile İslam çocukları, Müslüman yavruları İslami terbiyeye alıştırdı. Gâh çayını içsin, kulakları derste bulunsun.

-: Bu sergilere bak! Ve şu ilânlara dikkat et! Ve bu dellâllara kulak ver ki, mu’ciznüma bir padişahın antika san’atlarını teşkil ve teşhir ediyorlar. Kemalâtını gösteriyorlar. Misilsiz cemal-i manevîsini beyan ediyorlar. Hüsn-ü mahfîsinin letaifinden bahsediyorlar. Demek onun pek mühim, hayret verici kemalât ve cemal-i manevîsi vardır. Gizli, kusursuz kemal ise; takdir edici, istihsan edici, mâşâallah deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir ister. Mahfî, nazirsiz cemal ise; görünmek ve görmek ister.

 Yani, kendi cemalini iki vecihle görmek: Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müşahede etmek. Diğeri, müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi

   Hulusi Bey: Şimdi şu bakımdan. Şu ifadeye göre, insanlar Cenab-ı Hakkın nesi? Ayinesi. Cenab-ı Hak onda, o insanlarda esmasının tecellisini gösteriyor. Bazen sıhhat, afiyet verir, bazen hastalık verir. Bazen meşakkate duçar eder, Bazen rahat ve huzuru nasip eder. Hulasa bir halde bulunmaz. Bu halden hale değiştiren kim? Ehh, çiğ süt içtin de ondan karnın ağırdı değil mi öyle diyeceksin. Onlar birer sebep. Fakat beni hasta eden de, bende şafii isminin tecellisini görmek istiyor. Sen ki insansın, Müslümansın, müdriksin. Seni hasta etmekle, senden Ya Şafii şifa ver. Dergâhına geldim hasta oldum. Eskisi gibi beni afiyette bulundur diye temenni edeceksin, işte sen onun ayinesisin, biz onun ayinesiyiz. İyi peki, bazısına da bencillik verir, zenginlik verir. Bu zenginlik daimi midir? Evvela hakiki zengin, hakiki gına kimedir, kime mahsustur? Allaha. Gına-i hakiki. Çünkü Cenab-ı Hak Kur’anın da öyle buyuruyor.

وَاللّٰهُ الْغَنِىُّ وَاَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُۚ

Siz ihtiyaç içindesiniz. Ben hiçbir şeye ihtiyacım yoktur. İhtiyaç bir noksanlıktır. Her şeyi halk eden için ihtiyaç tasavvur olunabilir mi? Elbette olmaz.

-: Fiyatını verelim, Bismillahirrahmanirrahim diyelim.

Hulusi Bey: Yani Bismillah diyelim, yavaş yavaş mütefekkirane niam-i ilahiyi düşünelim, ondan sonra aklımız da yine derste bulunsun. Arada sende icabına bak. Hani senin şeyin (çayın)… … …

-: Bugün içmiyecem.

Hulusi Bey: Bugün içmeyeceksin. Bugün içmeyeceksen ben bundan bir yudum alayım ondan iç ondan sonra ver birine. Şimdi bu gün muhterem bir misafirimle konuştuğum gibi.  Cenab-ı Hak, Hadi ismini hakkımızda gösterdiği bizi buraya toplamakla da gösterdi. Hidayet etmiş. Yani bizim namazlarda

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ

Temennimizi sırat-ı müştekime gidecek yola bizi irsal etmiş, hidayet etmiş. Yoksa kimse yerinden deprenmez. Böyle yere sıkıntılı yere. Az bir zamanda terletecek bir vaziyette olan yere ihtiyarıyla gelmez. Fakat bir getiren var. Bir saik var. Saik-i hakiki kimdir?

-: Allah.

Hulusi Bey: Onu öyle bilmek lazım. Onun için bize hidayet ettiği gibi rahmette etmiş mi, inayet etmiş mi?

-: Elhamdulillah.

Hulusi Bey: Bize, bizi rahmetinden uzak tutmayıp rahmetine almış. Elbette rahmetine layık görmüş. Biz bu fırsattan istifade ederek, O’nunla münasebetimizi kuvvetleştireceğiz. Bir arada bulunuyoruz. Bir arada bulunuyoruz. Hepimiz, bir anadan, bir babadan olmuşuz biz, Cenab-ı Hak öyle buyuruyor.

اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ

Bu Cenab-ı Hakkın fermanıdır. Bizi Havva ile Adem’den’ halk etti, sonra gele gelee insan nesli çoğaldı. Fakat bunların içerisinden az bir cemaatte Nur arıyor, Nur arıyor, hidayet arıyor. Emeksiz, meşakkatsiz bizi nura götüren, nurlu meclislere sevk eden ve bizzat ben sizin Hadi’nizim dedirten bir Halık-ı Rahimimiz var. Elhamdulillah. İşte biz böyle bir mazhariyete nail oluktan sonra, hakkımızda inayette vardır, rahmette vardır, lütuf ta vardır, kerem de vardır, hidayet te vardır. Vazifemiz nedir ya? Zahmetsiz bu işe karşı, bu lütuflara, bu keremlere karşı şükretmek. Şükür Ya Rabbi şükür demek kâfi midir? Değildir. İşte bu vaziyette bulunmanın şükrünü bilfiil yapmak. Bilfiil yapmak. Şimdi biz Müslümanız deyince, Müslümanlar mükellef midir, değil midir?

-: Mükellef.

Hulusi Bey: Yani ilahi bir teklif altında mıdır? Öyle ise ey Müslüman kardeş! Sen de mükellef olduğunu bil. Bir vazifen var, onu düşün halıkın katında o vazifeyi eksiksiz iştihalı bir surette yapmaya çalış. Müslümanlık deyince, Müslümanın mükellefiyeti vardır dedik. Yani Allaha karşı borcumuz var. Bunlar muhtelif kısımlara ayrılır. İbadetler kaça ayrılır? Üç’e. İbadetler üç’e ayrılır. Bir kısmı bedenidir. Ne gibi? Namaz ve oruç. Bir kısmı

-: Hem mali hem bedeni.

Hulusi Bey: Bir kısmı hem mali hem bedenidir. O da, hac hac, zekât? hem mali hem bedeni. Hac, hacda hem mali hem beden var. Zekâtta? Mal var. İşte ubudiyetin yerine getirilmesi için bu mükellefiyetin nasıl yapılacağını kimlere karşı eda edileceğini de bilmek mecburiyeti var. Bunlardan bahsedilen kitaplara akaid denilir, ilmihal denilir. Her Müslüman erkek ve kadına ilmihalini öğrenmek, farz-ı ayndir. Her Müslüman kadın ve erkek ilmihalini öğrenmek. Bunların hiçbirinde muafiyet de yoktur? Namazsız hele hiç Müslüman tasavvur edilemez. Namazın bir manası da, iman edenden görünür. İmansızdan namaz görünür mü? Öyle ise namaz kılan emin kimsedir. Namaz kılmayan, hain kimsedir. Hain mi olmak isteriz, emniyet edilir insan mı olmak isteriz? Hain olmamak, emin olmak herhalde istenecek. İnsaniyeti sukut etmemiş, düşmemiş, insanlık ferdlerinden silinmemiş, herhalde bunu düşünecek ve isteyecek. Ne yapması lazım? Kendisini Müslümanlardan saydırmanın çaresine bakmalı. Her ferd, her vakit, her mevsim de hacca gidemez. Herkes zekât vermeye iktidarı olamaz. Herhalde vücudu sıhhatli olmayan, oruç tutamaz. Oruç tutmaktan muafiyet yok amma, yani maniler zuhur edebilir. Fakat namaz için hiçbir mani yoktur. Hiçbir mani yok. Onun için namazın bu ehemmiyeti müdrik olmak, bir de etrafına yaymak birinci vazifedir. Bunda ihmal etmemek lazımdır. Sözü yetişenlere, insafı olanlara, namazın ehemmiyetini, namazın Allah ile kul arasında az belli açık apayan bir irtibat vasıtası olduğunu düşünmesi lazım. Beni saysınlar, Müslüman saysınlar. Buyur.

-: Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî işhad ister.

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 215) ONUNCU SÖZ DÖRDÜNCÜ SURET DERS - 1 başlıklı makalemizde 10.söz 4.suret hakkında bilgiler verilmektedir.