ONUNCU SÖZ DÖRDÜNCÜ SURET DERS – 3
Hulusi Bey: Buyur.
-: Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî işhad ister.
Hulusi Bey: Şimdi görmek. Cenab-ı Hak, nerede bulunursak bulunun, her halimizi görür mü, bilir mi? Demek ki görmek ister, görmek ister ki görür. Amma görünmek de ister. Görünmek için de eserlerini gösterecek. Ölüyü diriltecek. Ölüleri diriltiyor mu? Ya ne zannettin ya. İşte kış mevsimi olan yerlerde arzı öldürüyor, yeri öldürüyor. Bahar mevsiminde de yeri diriltiyor. Her sene bunu tekrar ettiğine göre, demek ki Allah’ın varlığına inandığımız gibi Allah’ın var edeceğine de öldükten sonra ebedi bir varlığa yetiştirmek için bizi yine dirilteceğine inanmamız lazım gelir. Onun içinde hesaba çekileceğimizi hesap etmek lazım. Ama amma mesele haa. Ne hesabım var şükür. Her hesabımı yapmışım. Defteri kapadım, haftalık hesabımı yaptım geldim. Acaba alışmamış olursak, bir günlük sıhhat, afiyet hesabını, o nefes alıp vermekteki kolaylığın şükrü yerine getirebildik mi, getiremedik mi? Görmediniz mi, görmedik mi? Öyleleri var ki nefes darlığı çekiyor. Omuzları böyle kalkaaar başının hizasına kadar çıkar tekrar çöker. Şimdi, onu gördükten sonra senin rahatla nefes alıp vermen o sıkıntılı adama karşı seni şükre sevk etmek lazım. Ya Rabbi elhamdülillah yaşamam için nefes almak, vermek, havayı yutmak ve havayı içime aldığım havayı yine boşaltmak gibi kolaylığa beni mazhar etmiş. Getir bakalım. Nasıl elhamdülillah demeyeceksin. Onu yapan kim, seni yaratan kimse, seni muntazam bu cihazlarını, nefes alma cihazını kolaylıkla onu sana musahhar eden de O’dur. Yalnız bu kadarını düşünsen, muntazam bir günde. Bir günde muntazaman nefes alıp vermene karşı şükretsen. Her nefes için bir değil belki hiç olmazsa iki tane şükür lazım. İki tane şükür lazım. Ya Rabbi şükür, yeter mi demekle? Bizi en çok terakkimize vesile olacak, manevi terakkiye yarayacak şeyimiz mütefekkir olmamızdır. Her şeyi inceden inceye düşünmek. Düşünülecek vaziyet var mı? Var ya. Nasıl düşüneceksiniz. Gördüğün şeyden ibret alacaksın. Öğrendiğin şeyden duyduğun hadiseden ibret alacaksın. Ne diyor derslerimizde, Üstad misaller getiriyor. Senin bir gözün yoksa iki gözü de işe yaramayanı düşün haline şükret. Senin bir kolunda bir arıza varsa, iki kolu da işe yaramayan vaziyetteki insanı düşün, haline şükret. Senin bir ayağın işe yaramıyorsa iki ayağı, senin hazım cihazın bozuk, teneffüs cihazın bozuk bilmem ne. Öbür tarafta diğer bir kardaşımın bu cihazları sağlam. Rahatça teneffüs ediyor, rahatla yediğini hazmediyor. Tekrar yeniden bir yemek iştihası oluyor. Acabaaa yediğimiz şeyleri hazmettirmeseydi biz, bize bir daha yemek, yemek iştihası olur muydu? Yediğimiz yemek az çok hazmedemiyoruz hazımsızlığa uğradık mı, şu hazımsızlık hali devam ederken mümkünü müydü ki bir kaşık çorba bir şey yedirmek. İsteğim yok. Götür, götür, götür. Velhasıl gördüğümüzden, duyduğumuzdan böyleleri var, böyle şeyler de var. Bunların o haline karşı benim şükr-ü hatarım, elbette benim halıkıma karşı, beni şükre icbar ediyoruz, zorluyoruz. Halık’ına dön, O’nun sana verdiği nimetlere karşı şükret. Hakiki kul olduğunu göster. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem
سُبْحَانَكَ مَا عَبَدْنَاكَ حَقَّ عِبَادَتِكَ يَا مَعْبُودُ
Diyor. Sen öyle ibadete layık bir ma’budsun ki, sana olan ibadetimizi nasıl yapacağız, nasıl yerine getireceğiz?
سُبْحَانَكَ مَا شَكَرْنَاكَ حَقَّ شُكْرِكَ يَا مَشْكُورُ
Sen öyle şükre layık bir meşkürsün ki senin hakkı şükrünü nasıl eda edebiliriz? Peygamber Efendimiz, O peygamber azimüş-şan. O zat böyle diyor, biz kim oluyoruz? Biz şükrün … …. Ne kadar şükür borcumuz var? Bu münasebetle şükür bahsi geldiği için üzerinde fazla durmamak üzere o meseleyi yine hatırlatacağız. İbrahim Edhem Hazretleri, ya Şakîk-i Belhî’nin malumunuz olan hikâyesi. İbrahim Ethem evliyaullahın ileri gelenlerinden. O zat, “Biz bulduğumuz zaman şükrederiz, bulmadığımız zaman sabrederiz.” Demiş. Şakîk-i Belhî ikisi de Belhi. O zat da demiş ki, “Bizim Belh’in köpekleri de böyle” Fe Subhanallah. “Bizim Belhin köpekleri de böyledir. Onlar da buldukları zaman şükrederler, bulmadıkları zaman sabrederler.” Şeye diyor “ya siz ne buyurursunuz?” diyor. Biz dedi: “Bulmadığımız zaman şükrederiz, bulduğumuz zaman isar ederiz.” Bulmadığımız zaman şükrederiz. Bu anda elimize bir şey geçmemiş şükür, neye şükür? Efendiler müterakim şeyimiz var ha, kazaya kalmış şükürlerimiz var. Evet, kemal-i iman istiyorsak, nefsimize din kardeşlerimizi tercih edeceğiz. Ve hatırlayacağız. Nimet geçmeyen, bulamayan, ihtiyaç içerisinde olan başkasından da istemeye utanan. Böyle bir kimse var mı, etrafımızda yakınımızda? Onu başkalarına. İşte iman bize, bu hissi yani nefsimizin ihtiyacına takdim edeceğimiz diğer bir din kardeşimizi daha evvel getirmek lazım. Bu zordur fakat bir sözdür söylüyoruz. Belki, benim ağzımdan duyulan söz Allah’ın inayetiyle sana tesir eder. Mesele hallolur. Yani, sözü kim söyledi, ne için söyledi, kime söyledi gibi bir şeyleri araştırmaya lüzum var mı? Bir söz bir mana ifade ediliyor istifade ediliyorsa.
….. ….. …. ….
Hulusi Bey: Bi boru çalındı. Eyyy dershanede bu akşam bilmediğiniz şeyleri söyleyecek gökten birisi zembille inmiş. Duyduk duymadık demeyin. Böyle bir ilan var mı, Hacı Sabri yaptı mı böyle bir ilan? Şimdi burdayız ne gökten zembille inen var, ne de böyle bir ilan var. Biz bize konuşuyoruz. Biz bir sofrada oturuyoruz, bunlar nimet midir, şunlar? Şu içindeki yazılar, bize bir nimeti, bir mün’im-i gösteriyor mu?
-: Evet, evet.
Hulusi Bey: Mün’im-i Hakikiyi gösteriyor. Bir sofranın muhtaç-ı gıda mahlûkuyuz. Gıdaya ihtiyaç var, gıda yalnız buradan mı girer? Bazı gıda da burdan girer, bazısı göze gelir. İşte sizin bu mübarek cemaatın kulaklarıyla dinlerler, istifade ederler. İnşâallah, bizlere de mübarek duaları kâfi olur, şafi olur. Allah hepimizden razı olsun. Âmin. Hadi bakalım buyur.
-: Hem o daimî cemal, müştak seyirci ve istihsan edicilerin devam-ı vücudlarını ister. Çünki daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz.
Hulusi Bey: Yani, şimdi biz Müslümanız, mü’miniz elhamdulillah. Mükâfatın en son derecesi nedir? Rabbimize mülaki olmak, onun Cemal-i bakemal-i ilahisini görmeye muvaffak olmak. Likalillah. Şimdi üç şey var mükâfatlardan, birisi Cennet, ikincisi rıza, üçüncüsü Lika. Şimdi Cenab-ı Hakkın da bu kullarını görmeye daimi görmeye ihtiyacı yok, iştihası var. Beni görmedikleri halde beni görmüş gibi birleyen ve mükellefiyetlerini daima beni görür vaziyette yapanlar, ben de onların vücutlarından iftihar diyorum. Yani bu mukaddes bir iftihar. Ne yapacak … …. çok. Her şeyi mubah addettik. Serseriyata serseriyane dolaşmaktan da kurtulmak, Halık varmış, Allah varmış. O’na karşı bir ibadet mükellefiyeti varmış bunu hatırına getirmeyen zümre çok. Fakat bizler hamd ederiz ki bizi yalnız onun lütfu ile onun bu kese-i nimetine kondurmuş. Bir kısmımız konuşuruz, bir kısmımız dinleriz. Hepimizin gayesi rıza-i ilahi. Var mı başka bir temennimiz? Ya buradan çıkarken elimize bir kâğıt verecek Sümerbank’a git sana bir takım elbise versin. İpek mi verecekler? Böyle bir vaatten mı geldiniz? Böyle bir şey yok, böyle verecekte de yok. Biz Cenab-ı Hakkın lütfunu umarak, gınasına inanarak onun huzur-u manevisine geldik. Burada rıza istiyoruz, Lika istiyoruz, beka istiyoruz, ebedi saadet istiyoruz. İşte dersinde bulunduğumuz derslerde o ayet-i kerime ki
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَۜا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِ الْمَوْتٰىۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ
Evet, bu ayet-i kerimenin tefsirini okuyoruz.
-: Çünkü daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder. Çünkü insan, bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır. Hâlbuki şu misafirhanelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor. O kemal ve o cemalin bir ışığını belki zayıf bir gölgesini, bir anda bakıp doymadan gidiyor.
Demek bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor…
Demek bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor…
Hulusi Bey: Yani ahiretin bir adı da orda seyrangâh-ı daimî. Kimlere mahsus, kimlere vacib? Burada bu gördüğü geçici manzaraların, manzaralardan ebedi manzaralara iştihası açılıp, Rabbinden onu temenni etmek, rızasına muvafık amale gayret etmek hissini taşıyanlar ve amelini yapanlar için var.
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّ۪ينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cenab-ı Hak ve Feyyazı Mutlak Hazretleri yaptığımız şu sohbet-i imaniyeden hâsıl olan sevap hürmetine ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, dertlilerine acil devalar, borçlularına borç eleminden kurtulmalar. Yolcularına selametler. Cümlemize dareynde saadetler ve selametler nasib-i müyesser eyleye. Suri ve manevi müşkillerimizi hall-u âsân eyleye. Din-i ve dünyevi mesaibi üzerimizden ref eyleye. Vademiz hitamına kadar bizi nur dairesi içerisinde, Kur’an dairesi içerisinde sebata muvaffak eyleye. Vaktaki vademiz geldi, o zamanda o kelimeyi münciye yi mübareke ki buyurun:
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
diyerekten hatm-i enfâsa muvaffak eyleye. Amin. Akşam dersimiz var. Bunu burada bu surette Fatiha diyoruz.
PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 216) ONUNCU SÖZ DÖRDÜNCÜ SURET DERS - 2 başlıklı makalemizde 10.söz 4.suret hakkında bilgiler verilmektedir.