22) 10.SÖZ  ZEYLİN İKİNCİ PARÇASI DERS 3

22) 10.SÖZ ZEYLİN İKİNCİ PARÇASI DERS 3

ADAD

Hulusi Bey

10.SÖZ  ZEYLİN İKİNCİ PARÇASI DERS 3

-: Ve vahy-i Kur’an dahi, -hayatdar hakaikının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Hulusi Bey: Vahy-i Kur’an dahi

-: hayatdar hakaikının şehadetiyle

Hulusi Bey: Vahy-i Kur’an. Kur’an zaten vahiy yoluyla gelmemiş mi?

-: hayatdar hakaikının şehadetiyle hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Hulusi Bey: Hem hayatlılara hitap eden bir kitabın ayatıdır, hem de kendisi de daima hayat nurunu neşrediyor. Çünkü ölü gibi olan insanlar marazları olan ittiba-ı Kur’anı bu sayede kolaylıkla kendilerinde görüyorlar, bu ihtiyacı hissediyorlar, şu ders-i Kur’anî dediğimiz iman-ı tahkiki dersine gönül veriyorlar. Gönülleri bağlamak bir işe zordur efendiler. Sureti bağlamak mümkün fakat gönül bağlılığı çetindir o. Suretâ içinde bulunur, onun içerisine desinler girer, yani bir nevi riya gibi birşey olur. Cenab-ı Hak bizi riyadan muhafaza etsin.

-: Âmin

Hulusi Bey: Efendiler şu mübarek dersin talebesi hükmünde olan şu dinleyiciler, lillahilhamd riyadan masundur inşallah, ihlas dairesindedir. Eğer ihlas hâkim olmazsa bunların birini dahi böyle bir yere çeke çeke de getirmek mümkün olmaz. Benim kanaatım budur. Şimdi Hacı Ahmet Ağa orada büzülmüş dururken Hacı Ahmet Ağa geniş yerde oturmaya alışmış, burada şimdi bu vaziyette oturması herhalde burda bir manevi zevki var ki oturuyor. Hacı Ağa diyor ki yarı şekva yarı şey

: Elhamdülillah şekvamız yok.

Hulusi Bey: Bu cemaat karşısında bu mübarek derste ben nasıl uyurum diyor, uykumu kaçırdın. Allah hayrını vere şerrini üzerimizden uzak ede.

-: Allah kendisini başımızdan eksik etmesin,

-: Fiyatını verelim.

-: Ve vahy-i Kur’an dahi, -hayatdar hakaikının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır. Evet, evet, evet!.. Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek. Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.​​​​

-: Onu tekrar et baştan.

-: Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse

Hulusi Bey: Bir dakika orada. Risalet-i Muhammediyenin nuru çıksa. Risalet-i Muhammediyenin hikmeti nedir? Peygamber (A.S.M.) ben ne için ba’s olundum diyor? Ahlak-ı haseneyi itmam için ba’s olundum. Ahlak-ı haseneyi tamamlamak için ba’s olundum. Yani benim peygamberliğim ahlakı tamamlamak içindir. Şimdi düşünün din demek ahlak demek, ahlak demek din demek. Vaziyetimizi siz düşünün. Bugün ahlak ne vaziyettedir? Ahlak-ı Muhammediye’yi esas tutmak şeysi ne derecede şu ümmet arasında tatbikattadır, tatbik ediliyor? Evet, fazla üzmek ve me’yus olmak için değil, sırf burada hakikatı konuşmak için diyoruz ki; ahlak-ı Muhammediye’yi temessük etmek vaziyeti bizden maalesef çok uzaklaşmış. Ne tarafa bakarsak görüyoruz ki, biz bir iskelet haline gelmişiz. Yani bizim yaşamamız için nurumuz, ruhumuz, şuurumuz bütün bu letaifimiz iflas etmiş vaziyetteyken Cenab-ı Hak bize nura, şuura, ruha kavuşturdu. Ba’s-u ba’del mevt sırrına mazhar etti. Dirildik, dirildik. Gözümüz açıldı yaşıyoruz, yaşadığımızı biliyoruz. Şu dakikalarımız inşaallah ebedi hayatımızda meyvesini verecek. Bu dünyada da muaccel meyvesini idrak ettiriyor ve etmeye devam edecek inşaallah. Rahmet-i İlahiye hakkımızda cereyan ediyor. Yoksa hakikaten fesad-ı ümmet, durup dururken fesad-ı ümmet olur mu? İşte ümmet fesada gitmiş amma herşey zıddıyla meydana çıkar. Bu fesad-ı ümmet zamanında bize bir nevi asr-ı saadeti yaşattıran yine Kur’an. Fakat Kur’an kıbleye karşı atlas kap içerisinde duvara asılmakla olmaz. İşte Cenab-ı Hak eser-i merhamet olarak bir kulunu, indinde makbul bir kulunu bizim imanınızı tahkiki yapmak için şu fesad-ı ümmet zamanında onu istihdam etti. Bize şu meyveleri tattırdı, anladık ki biz de ebedi hayat için yaşıyoruz ve şu dünya hayatının dağdağasına karşı, bu fesad içerisinde “Oh elhamdülillah” diyecek bir vaziyeti bize nasip etti. İşte şu mübarek eserleri evet Hazreti Üstad diyor ki “Benim şahsıma değil fakat Risale-i Nur’a ne denilse yeridir, haktır”

Şeyde sırr-ı inayet bahsinde dediği gibi, sırr-ı inayet bahsinde diyor ki  “Şeref bana değil i’caz-ı Kur’ana ait olduğundan bilaperva derim ki ekseriyetle öyledir. Deniyor ki senin yazdığın sözlerde öyle bir kuvvet, bir te’sir bulunur ki ariflerin sözlerinde nadir bulunuyor”. Buna benzer böyle kendisine şeref verecek bir vaziyette olan şeyleri “Şeref bana ait değildir, i’caz-ı Kur’ana aittir”. İşte kardeşlerim Kur’an’ın mucize olduğunu bilmeyen yok. Kur’an mucizedir çünkü 1400 senedir.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يرً

 (İsra: 88)

Ayat-ı ile ins-ü cinni muarazaya davet ettiği halde şimdiye kadar ona o kuvvette, o belağatte, o fesehatte, o selasette bir misil bir ayet dahi getirememişlerdir. Cinn-ü ins muhatap olduğu halde o Kur’an’ın en küçük bir suresinin naziresini getirememiş, hatta Kur’an o kadar ferağatkar davranmış ki, iftiralarla olsun yalnız belağat noktasından Kur’an’ın belağat ve fesahatına münasip bir söz getirin, onu da getirememişler. İşte böyle bir dersi dinliyoruz. Böyle bir dersin müderrisliğini yapan zat izn-i İlahi ile istihdam edildi. Şeref, i’caz-ı Kur’an’adır diyor. O i’caz-ı Kur’an ki sırr-ı i’caz-ı Kur’anî’dir. Bu asra bakan bir sırrı var. O sır meydana çıktı. O sır bu eserlerle meydana çıktı. Anladık ki biz hasta imişiz, biz hasta imişiz; asır da hasta imiş, millet de hasta, fertler de hasta. İlacını bize verdi, anladık ki bizim çok şeyler öğrendik ama hepsi boş, ahiretimize de dünyamıza da yararı yok. Bunları anladık. İmanı tahkiki yapacak dersleri yine o kudsi kitabımız olan Kur’an-ı Mübin’de var olduğunu bildik. Onların ayetlerini bir nevi tefsiri mahiyetinde olan şu mübarek dersleri Allah bize nasip etti. Ya Rabbi hamd-ü şükürler olsun. Hiç liyakatimiz yokken bize bu nimetini bu lütfunu esirgemedin. Bunu hayatta bulunduğumuz müddetçe bizden ayırma, bizim hizmetimizi meşkûr et, zenbimizi mağfur et, amelimizi makbul et, ticaretimizi تِجَارَةً لَنْ تَبُورَۙ  sırrına mazhar et.  Ya rabbi.

-: Âmin

Hulusi Bey: Âmin

-: Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek.

-: Ölecek.

-: Eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek. Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak. Hem hayat, “iman-ı bilkader” rüknüne bakıyor.​​​​

Hulusi Bey: Ne kadar sürüyor, çok sürecek herhalde.

-: Burada bitiyor.

Hulusi Bey: Nereden buradan mı başlayacağız?

-: Burdan başlıyor.

Hulusi Bey: Biraz çabuk davran. Biraz çabuk okutacağım, fazla izaha girmeyeceğim. Dikkat ederseniz inşaallah bizim müdahalemize hacet kalmadan anlaşılır. Cenab-ı Hak size sabır ve te’sirini halk etsin.

-: Âmin

Hulusi Bey: Evet siz de buyrun bakalım yorulmadan inşaallah okursunuz.

-: Hem hayat, “iman-ı bilkader” rüknüne bakıyor.

Hulusi Bey: Yani imanın 6 rüknünden biri de nedir?

-: Kadere inanmak, kadere iman

Hulusi Bey: Hayır ve şer herşeyin kader-i ilahi ile olduğunu, yani Allah’ın takdiriyle olduğuna inanmaktır. İşte hayat o imanın mühim rüknüne de bakıyor. Nerden bakıyor?

-: Ve remzen isbat eder. Çünkü madem hayat, âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor.

Hulusi Bey: Âlem-i şehadetin ziyasıdır. Nedir âlem-i şehadet? Gözümüzle görünen âlem. Onun ziyasıdır, onu meydana çıkaran nedir? Hayattır. Onlar ölü olsa görünürler mi? Âlem-i şehadet denilen şey, gözümüzün gördüğü şey; eğer onlar ölü olsa, ölüleri görebiliyor muyuz? Hayatı olmayanları görebilir miyiz? Daha dünyaya gelmemiş, hayat alametleri kendisinde görünmeyen, belki ervah âleminde henüz cesed libasını giymeyenleri görmek imkanı var mı?

-: Hayır, yok.

Hulusi Bey: Tanımak imkanı var mı? Onu adıyla ottur, köktür, hayvandır, insandır diye tefrik etmenin imkanı var mı? Görülen şeyler hakkında olur. Evet,

-: Ve istilâ ediyor ve vücudun neticesi ve gayesidir.

Hulusi Bey: Yani varlığın. Allah var mı?

-: Amenna

Hulusi Bey: Zatî sıfat olarak başta gelir vücud.  Allah vardır. O varlığın neticesi hayattan geliyor. Evet.

-: Ve Hâlık-ı Kâinat’ın en câmi’ âyinesidir ve faaliyet-i Rabbaniye’nin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir. Temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mazi müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın hayat-ı maneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve malûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evamir-i tekviniyeyi imtisale müheyya bir vaziyette bulunmalarını, sırr-ı hayat iktiza ediyor. Nasılki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehasında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi; aynen ağaç gibi bir nevi hayata mazhardırlar. Belki ağacın kavanin-i hayatiyesinden daha ince kavanin-i hayatı taşıyorlar.

Hulusi Bey: Devam, devam.

-: Hem nasıl ki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler; bu bahar gittikten sonra gelecek baharlarda bırakacağı çekirdekler, kökler; bu bahar gibi, cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavanin-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de: Şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var.

Hulusi Bey: Yani geçmişi de var, geleceği de var. Geçmişi meyvesini bırakmış, meyvesi gitmiş fakat tohumunu miras bırakmış. O tohum bu baharda ona benzer meyveleri verecek. Fidanları, fidancıkları, fideleri o tohumlar vasıtasıyla devam ettiriyor. Bir elma çekirdeği, bir tek elmanın bir tek çekirdeği, geçen güzde kalmış. Nerede kalmış? Onun mezarı neresi?

-: Toprak

Hulusi Bey: Toprak. Toprakta defnedilmişse, bu baharın o toprakta onu bitirip nihayet bir fidan vaziyetine, meyve verecek vaziyete kadar 1-2 sene geçtikten sonra o hale getirmesi gösteriyor ki, Cenab-ı Hakk’ın bir hayat programı var. Yani bir kader programı var. Bir çekirdek ölüyor, zahirde hell-u hamur oluyor, toprakla karışıyor ama orada yine öyle bir meyveyi hem o ağacın müntehasında, sonunda en ince dalının üstünde içinde o ölen çekirdeklere benzeyen çekirdekleri de saklayan güzel elma meyvelerini bize takdim ediyor. Zahirde bu işleri yapan kim? İlahî bir kanun var, ilahî bir tasarruf sahibi var, ilahî rahmet var, ilahî nimet var. Böyle rahmet ve nimet tesadüfe, şeye tabiata, esbaba havale edilir mi? Böyle bir Hakîm’den böyle abes şey zuhur eder mi? Asla, asla, asla. Elbette O Hakîm-i Zülcelal meyveyi nasıl halk ediyorsa, o meyvenin ağacını da bitirecek, o meyvenin içinde midesini de halk eder, çekirdeğini de halk eder. Ondan sonra tekrar onun neslini devam için o çekirdekleri toprağa gönderir. Kader programında yazılı olanları, efendim bir elmanın içerisinde mesela sekiz on tane çekirdeği var. O fidanda elli tane, yirmi tane meyve olsa bir tek çekirdeğe mukabil kaç mislini verdi Cenab-ı Hak? Yalnız biraz dişini sık sabret, hikmetini gör.

Şimdi bizi böyle manevi intibaha getirecek böyle sinemalar olsa, bakın dinle, imani sinemalar olsa yani tefekkür-ü imanîyi sinema tarzında gösterecek film yapılabilse, e bu tarafa nazarımız yok ki. Biz hay huy, dan dun. Bir tek çekirdeğin toprak içerisinde neler geçirdiği, ne istihaleler geçirdiği; ondan sonra nasıl fidan verdiği, nasıl meyveli bir ağaç vaziyetini böyle takip edebilecek, yani tefekkür-ü imanî meselesini bir film suretinde görmek imkanı olsa o zaman “Fesubhanallahul Kadir” diyeceğiz. Fesubhanallahul Hakîm, fesubhanallahul Alim, ya.. Vehuve bi külli şey’in alim.

هُوَ اْلاَوَّلُ وَاْلاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَل۪يمٌ

 (Hadid: 3)

Evveli, ahiri, zahiri, batını evet herşeyi bilen bir Zat’ın yapmasıyla oluyor, yaratmasıyla oluyor. Kader programı neyse, o kader programı hiç şaşırmadan yerli yerine geliyor. Herşey isabetli. Bütün zerrat, mevcudat, herşey o Fail-i Muhtar’ın, Mutasarrıf-ı Kadir’in ilmiyle hikmetiyle yerlerine getiriliyor. Gayet usta ve mahir bir sanatkâr celle celaluhu, amme nevalühü. Buyur.

-: Aynen öyle de: Şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var. Geçmiş ve gelecek tavırlardan ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlahiyede muhtelif tavırlar ile müteaddid vücudları, bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder ve vücud-u haricî gibi, vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin manevî bir cilvesine mazhardır ki; mukadderat-ı hayatiye o manidar ve canlı elvah-ı kaderiyeden alınır.

Hulusi Bey: Ama şu mübarek sözler ilim yoluyla imkanı yok. Bir tertiple, bu kadar güzel tertiple ruhları teshir eden, akılları hayrete düşüren bu mübarek sözler bir araya getirilemez. Eğer ilahî bir inayeti bir an için burdan çeksek, bu işlerin imkansızlığına hükmedeceğiz. Demek ki efendiler o sözü unutmayalım, Risale-i Nur şakirdlerine inayet ve rahmet-i ilahiye nezaret ederler. Yoksa bu türlü konuşmalar, bu güzel, aksamadan düzgün konuşmalar beşerin işi olamaz, herşeye gücü yetmeyenin marifeti olamaz. Buyur.

-: Evet, âlem-i gaybın bir nev’i olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervah ile dolu olması, elbette mazi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev’i de ve ikinci kısmı dahi cilve-i hayata mazhariyeti ister ve istilzam eder. Hem bir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmel ve manidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı maneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, hayat-ı ezeliye güneşinin ziyası olan, bu meşhud cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u haricîye münhasır olamaz. Belki herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır ve kâinat bütün âlemleriyle o cilve ile hayatdar ve ziyadardır. Yoksa nazar-ı dalaletin gördüğü gibi, muvakkat ve zahirî bir hayat altında herbir âlem büyük ve müdhiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı.

​İşte kadere ve kazaya iman rüknünün dahi geniş bir vechi de, sırr-ı hayatla anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani nasılki âlem-i şehadet ve mevcud hazır eşya intizamlarıyla ve neticeleriyle hayatdarlıkları görünüyor. Öyle de âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi manen hayatdar bir vücud-u manevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki; Levh-i Kaza ve Kader vasıtasıyla o manevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder.

Hulusi Bey:

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَٓا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ

وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak ve Rabb-ul Felak Hazretleri sohbetinde bulunduğumuz şu mübarek ders-i Kur’anî’den iman-ı tahkiki dersinden hâsıl olan sevap hürmetine ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, dertlilerine acil devalar, borçlularına vesair müşkilata maruz olanlarına bu elemlerden kolaylıkla kurtulmalar nasib-u müyesser eyleye. Cümle ehl-i imanın ahir-u akıbetlerini hayreyleye. Ahirete intikal etmiş ne kadar iman ehli varsa, cümlesini orada ferah ve sürura mazhar edecek şu imanî dersten bir lem’acık olsun onların ruhlarına tecelli eyleye. Onları o geride dünyada bıraktığımız kardaşlarımızdan bizim ruhumuzu mesrur edecekler var, onlardan bize vesile-i rahmet olarak şu âlemimizi tenvir edecek nur geliyor, sürur geliyor diyecek bir hale getirsin, Erhamürrahimin’den niyaz ediyoruz. Bizleri bu hayatımızda şu fani hayatta, bu hayatımızın sonuna kadar şu mübarek hizmette daim ve sabit kılsın. Ahir-u akıbetimizi hayreylesin. Suri ve manevi müşkilatımızı hall-u âsân eylesin. Mübarek Üstadımızında ruhunu şu meclisi melaik-i enisden haberdar eylesin. Ruh-ul Seyyidil Mürselin Fahr-i kâinat Hz. Muhammed (A.S.M.)’ın da ruhunu haberdar eylesin. Onun muazzez ruhuna her demde yüzbin selat ihda ediyoruz. Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Rasulallah, Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Habiballah, Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline Vel Ahirin.  Lillahil-Fatiha measselavat

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

 

Bir önceki yazımız olan 21) 10.SÖZ ZEYLİN İKİNCİ PARÇASI DERS 2 başlıklı makalemizde 10.SÖZZEYLİNİKİNCİPARÇASI hakkında bilgiler verilmektedir.