231) OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ)  DERS – 1

231) OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ) DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ)

DERS – 1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Yine sened-i mutlak ile rivayet olunmuştur ki, Enes ibni Malik (r.a.)’a kunut hakkında sual irad edildi.

Kunut, yani vitr namazında kunut var ya bizde.

Enes (r.a.) Vaktiyle kunut vardı.” Cevabını verdi. Tekrar soruldu ki kunut rükûdan evvel mi idi, yoksa sonra mı idi? Enes (r.a.) “Evvel idi” cevabını verdi. Bunun üzerine kendisine ya filan bana haber verdi ki son rükûdan sonra idi belirtti. Buna ne dersin diye sual olundu. Bunun üzerine “Yanlış var. Resulallah (s.a.v.) rükûdan sonra yalnız bir ay kunut buyurdu. Takriben 70 kişiye varan ve kendilerine kurra namı verilen birtakım kimseleri müşrikinden bir kavmin nezdine göndermişlerdi ki o kurra adeden ötekilerin durumunda oldukları için onların eliyle helak olmuş idiler. O müşrikler ile Resulallah (s.a.v.) beyninde mün’ahit bir ahit de vardı zannediyorum. Kunut bundan dolayı Resulallah (s.a.v) bir ay o müşrikler aleyhine dua buyurdu” buyurarak kunut etti. Yine Enes (r.a.)’den olan diğer bir rivayete nazaran “Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Ra’l ile Zikvan kabileleri aleyhine bir ay dua buyurarak kunut etti” demiştir.

Aleyhine dua, yani beddua etti. İndindeki şeylere bakalım, haşiyelere.

Metinde Buhari’nin siyak-i rivayeti ihtisar için biraz tağyir edilmiş olduğundan Buhari’deki “sual ettim” lafzı meçhul gıyası ile sual edildi suretine ifrağ edilmiştir. Keza aynı sebepten dolayı Buhari’deki “dedim” lafzı “ona denildi” şekline sokulmuştur. Yine diğer “kultu” lafzı “kîle”ye tağyir edilmiştir. Buhari’nin metninde “ahberani anke” senden rivayeten bana haber verdi de Buhari metnindeki sarahate …….

Muhakkak Hz. Peygamber (a.s.m)’in ashabı vasıtası ile oraya senetle oraya götürüyorlar, onu o surette kabul ediyorlar. Onların artık hikmetini bilmiyoruz fakat mutlaka rahmettir. İhtilafta rahmet var ama bu ihtilafta. Öbür siyasi ihtilafta onda kıyametler kopar. Siyasi ihtilaf kat’iyyen bu işe kıyas edilmez. Uhuvvet meselesinde 22. Mektup’tur, uhuvvet meselesindeki

اِخْتِلاَفُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ وَسِعَةٌ

Evet, şeysini siyasette de bölünmeye şey ediyorlar fakat siyasetteki bölünme birbirlerine hasım olma demektir. Beriki bölünme ümmetin bu koz kabuğuna konulmaması, herkes bir imamın arkasından gitsin, fakat gayeleri bir, kıbleleri bir, Allah’ları bir, Peygamber’leri bir, kitapları bir, inançların hepsi bir. Burada bir tarafa şeytan gelse ona rahmet okur, karşı tarafa melek gibi bir adam gitse ona lanet okur vaziyetinde bir ihtilafa düşülüyor. Nasıl olur ki

اِخْتِلاَفُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ

Rahmetin şeysinden istifade edilsin ki bu elbette değil. Ben 22. Mektub’un yazıldığı devri biliyorum. Mübarek Üstad, zaten hep gelecek vukuatı ilhamen sezdiği için biz de Demokrat Parti’nin kurulması zamanına rastlar.

-: 1946

Hulusi Bey: Ha. 22. Mektup’un uhuvvet şeysinin o zamana rastlaması aciptir. Çünkü bu netice itibariyle ihtilaf ama zarar da var. Zarar; zaten ihtilafa düşmüş ümmet, zaten irşatlar durmuş, tefeyyüz edecek hangi bir delik varsa orası şeytani işlerle tıkanmış. Öyle bir zamanda bu taraftan geldiler fakat gelen taraf mesela Demokrat Parti kuruldu ama Demokrat Parti bu millete ancak bu milletin kabiliyetinden çıkan bir partiydi. Hepimiz biliyoruz ki mesela o zaman merhum Adnan Menderes bir şeyler yapmak istiyordu yani milletin gözüne girmek için bir şeyler yapmak istiyordu. Fedakârdı, kahramandı, cesurdu, yapmak istiyordu fakat 63 kişiden başka 600 küsur mebusun içerisinde 63 kişi kendisine taraftardı. E millet seçti götürdü. Fikir ayrılığı değil. Her birisi kendi meşrebine uygun bir şeyde; teferruatta, esaslarda değil, hiçbirisi mesela namaz kılınmaz demiyor, hiçbirisi oruç tutulmaz demiyor, zekât demiyor, hacca itirazı yok. Yani iman edilecek şeylere ve İslamî esaslara tam riayet var, yalnız teferruatta. Evvela kunutu rükûdan evvel yapar, rükûdan sonra yapar. Mesela şu mesele münasebetiyle diyorum. Öbüründe öyle değil, öbüründe ihvetun düsturu yok. Çünkü laik cumhuriyet, bak TRT nasıl feryat ediyor? Baykuş sesi gibi. Cenab-ı Hak hakkımızda hayırlar halk buyursun. Yani çok fesada gidiyoruz, gün günden daha fena oluyor. Daima Allah’ın rahmetine ilticaya mecburuz. Ve benim kanaatim budur. Bize Risale-i Nur dairesinde kalıp Allah’tan rahmet niyaz etmekten başka selamet yoktur. Burnumuzu nereye soksak işte diyecekler bunlar bunu yapıyorlar. Hangi tarafa girsek, biz demedik mi canım bunlar zaten şeyi padişahı getirecekler, halife yapacaklar, şeriat getirecekler. Hemen damgalar hazırdır o ıstampaya batırmışlar öyle duruyorlar, alnımıza vuracaklar. İyisi mi evimizde kalalım. Efendim dayanamıyoruz, bak açık konuşuyorum ha, dayanamıyoruz, ben mutlaka siyasi kanaatimi göstereceğim. Peki, ona da peki. Yalnız dilini tutmasını bil, sandıklara çağrıldığın zaman git vicdanın neyi söylüyorsa kapalı yerde at istediğini seç. Benden bir şey sorma. Attım gitti, attım gitti, vesselam. Bizim vaktimiz yok ha, bak gayet az bir zamanda istiyoruz ki en çok muhtaç olduğumuz, dinimize ait bilgileri toplayalım. Nedir bu din din deyip duruyorsun? Efendim din demek ahlak demektir. Bir milletin ahlakı olmazsa, o millette ahlak-ı İslamiye yer etmezse ne olacak? Yeri boş kalır mı? Kalmaz. Yerini ne dolduracak? Frenk âdeti, frenk ahlakı, bozuk zihniyetler yerine girecek. Evet, fesatçılar çok, ifsat edecekler. Bu fesada karşı mukavemet etmek için manen kuvvetli olmak lazım. Kuvvetli olmak için ne yapalım? İman bilgimizi arttıralım. Kuvvetli, ne kadar kuvvetli olursak. Ne bileyim git müftü efendiden sor, yahu müftü efendiden sorulacak şey var. Mesela şeriatın hükmünce miras istiyorum diye tarafeyn razı olmuşlar gelmişler, gitsin orda sorsun. Haram mıdır helal midir, bu işi Kur’an’a göre şey et. Gitsin ona ikisi bulmuş da üçüncü şahıs da bırakmaz ki şurda dışarıda ikinize de söyleyebilirim. Fakat eğer Allah’ın kitabına uyuyorsanız böyledir. Böyle değilse mahkemeye gidin müftülüğün salahiyeti yoktur, daha fazlasını söylemeyeyim. Bu hususta fetva isterseniz veremeyiz. Çünkü mimsiz medeniyet kanunu çıkmıştır, 926’dan beri o tedavülde olan odur. Onunla muamele yapılır. İki taraf razı olursa Allah’ın takdirine, Allah’ın kanununa, ona göre giderler, müracaat ederler, öğrenirler, yaparlar. Fakat müftü efendi bize bir fetva ver, müftü efendi fetva vermez, vermemekte de haklıdır. Çünkü onu ordan alır bu kere, müftü efendi bu şeyde Medeni Kanun’a muhalif olarak hala şer’i şeye göre düsturlara göre şer’i ahkâma göre fetva vermiştir diye, herif odasına gidiyor, evine giriyor kapanıyor, müftü kaçtı diye demediler mi müftü için? Yani Allah şerlerinden korusun. Bu zamanda, bu kadar iftira alıp yürüdüğü zamanda, ne bileyim yani, suret-i haktan görünüyor. Aha kaç sene evvel bize gelen var, Asayişe hizmet etmek için elimizden geldiği kadar herkesi sükûnetle, itidalle hareketi tavsiye ediyoruz. Şimdi bizden şüpheleniyorlar. Neyimizden şüpheleniyorsunuz? İnsanın kötü niyeti olsa üç gün gizli kalmaz, ooo. Üç gün gizli kalmaz. Niçin kötü niyetim olacakmış, elime ne geçecek? Ve ne yapabilirim? Emir kumanda mevkiinde değilim, neyse, muteber bir yani itibar sahibi bir adam da değilim. Emekli bir asker. Kime sebep olabilirim ki gelin arkamdan hay huy edelim, yürüyüş yapalım, gövde gösterişi mi diyorlar ona? Gövde gösterisi yapalım haydi. Ne o bir bayrak da lazım bize, bayrağımız herhalde yeşil olacak, üstüne de La ilahe illallah yazılacak, ondan sonra da evet mehdi çıktı gel de öldür. Evet, kötüleri kendi dertlerine düşürsün de ehli imana zarar vermek fırsatını onlara verdirmesin.

-: Amin.

Hulusi Bey: Başka çaresi yok.

-:

Otuzbirinci Pencere

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ٭ لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ ف۪ٓى اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ

Hulusi Bey: 33. Söz bu. 33 Pencere değil.

-: 31. Pencere

Hulusi Bey: Ha

-:

وَ فِى اْلاَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ وَ فِى اَنْفُسِكُمْ اَفَلاَ تُبْصِرُونَ

Şu pencere insan penceresidir ve enfüsidir.

Hulusi Bey: Evvela içeriye nurun girmesi için lazım. Aydınlığın girmesi için lazım. Ondan sonra da içeridekilerinin dışarıyı görmesi lazım. Şimdi içeriye Allah’ın nuru girerse, biz uykuda olursak, yani bizi zulümattan kurtarıp nura kavuşturandan gafil olursak o pencereden giren aydınlığın bize bir faidesi var mı? Yok. Acele etme, geliyor. İkincisi, ne dedik? Dışarıyı görmek için. Değil mi? Yani içeridekilerin dışarısını görmek için. Dışarıyı gördük, pencereden bakıyoruz, çok şeyler görüyoruz. Sokaktan geçenler var, evler var, biraz daha boşluktan dağlar görünüyor, bağlar görünüyor, bahçeler görünüyor. Yerine göre, evin vaziyetine göre. Bize bu görme cihazını veren Halıkımız, bize bir mesken yaptırıp onu da böyle pencereli yapacak kadar bize iktidar verdikten sonra, bu pencereden şu gözlerimizle neyi görmeye çalışalım?

-: Esma-i İlahiyi

Hulusi Bey: Eşyayı görelim. Birçok şeyleri göreceğiz. Fakat o şeyler bizi kendisiyle meşgul etmeyecek, o şeylerden kesilip o şeylerin Halık’ine döneceğiz. اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍۘ olacak. Onların her birisinden ayrı bir ders-i ibret var, gördüğümüz her şeyde. Şimdi bahsinde bulunduğumuz 33 pencere, bize işte o Halık-i külli şey olan Allah’ı gösteriyor. Yani Allah’ın delillerini gösteriyor. Allah birdir, şeriki naziri veziri zıddı nıddı yoktur. Hiçbir şeye benzemez, hiçbir mekân O’nu istiab edemez, her yerde ilmi ile kudreti ile hazır ve nazırdır. Görür, bilir, kalbimizden geçen şeyleri dahi bilir. İşte bu pencereler tevhid pencereleridir, Allah’ı kemaliyle birlemek pencereleridir. Öyleyse bu pencereler teneffüs etmek için, dışarıyı görmek için, dışarıdaki ziyanın içeriye girip karanlıktan kurtulmamız için olan dünyevi pencereler gibi değildir. Neyi gösterecek bize? Evet, ne gösterirse göstersin, mutlaka biz o şeyle fazla meşgul olmayacağız, o şeylerin Halık’ına döneceğiz ki O birdir. Amenna ve saddakna. İşte şimdi 33 Pencere namı altındaki bu pencerelerden birisinden bahsedilecek. Buyur.

-:

لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ٭ وَ فِى اْلاَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ وَ فِى اَنْفُسِكُمْ اَفَلاَ تُبْصِرُونَ

-:  Şu pencere insan penceresidir ve enfüsîdir. Ve enfüsî cihetinde

Hulusi Bey: Şimdi orda dur. Şimdi iki vaziyet var; Cenab-ı Hakk’a yükselmek, aramızdaki manileri giderip Halık’imize yaklaşmak için iki yol var. Biri enfüsidir, diğeri afakidir. Enfüsi olan insan kendisini bilmek. Baştaki ayetle لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ dedi. Biz insanı ahsen-i takvim istidadında halk buyurduk. Çok mükemmel. Her şeyi manalandırabilir, kıymetlendirebilir, o kadar geniş cihazat vermişiz ki dünyaya sığmayacak kadar istidatlarının inkişafı var. Bu dünya bütünü bir insana verilse yine diyecek az. Ne istiyor bu insan? Elbette insanın ama insanlığını kaybetmemiş insanın bir matlubu var. Halik’ının rızasını istiyor, Halik’ının cemal-i ba kemalini müşahade istiyor. İki kelimede topladı. Bunun için kendisini bu kadar mükerrem ve ahsen-i takvimde yaratan Rabbinin kendisinde, hilkatinde, mayasında ne gibi cihazlar koymuş, ne gibi letaifle bezemiş, bunları tanıması bilmesi lazım. İşte ondandır ki

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

 denilmiştir. İnsan nefsini bilse Rabbini bilir. Biz bilelim ya. Nasıl olur ki bizi bu istidatta halk etsin, ahsen-i takvim suretinde halk etsin,   وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓى اٰدَمَ desin. “Biz insanları, âdemoğullarını mükerrem halk ettik.” Ondan sonra o insan o ahsen-i takvim istidadında olduğu halde, istidadını kötüye kullansın, hilkat-i asliyesi mükerremlik olduğu halde ne ikramdan, ne ikramdan ne Kerîm’den haberi olmasın. Kendisini mükerrem kılan elbette bir Kerîm zat var, ondan çok harika şeyler zuhur edebilir, sonra ona ikram da eder. Zaten onun zaaf-u aczi yavrunun nasıl ki parmağını oynatması annesinin şefkat damarlarını tahrik eder de onu kucağına alarak sinesine bastırırsa, biz de Cenab-ı Hakk’a karşı acz-ü fakrımızı bilmek için O’nun rahmetinin kucağına atılacağız. Kendi cüz-i iktidarımızı nihayetsiz acz-ü fakrımızı O’nun kudret ve ğinası içerisinde eriteceğiz. İşte enfüsi olan tarik budur ki, insan mahiyetini anlasın; kendisi nedir, niçin halk olunmuştur, bu kadar muazzam cihazat ile ne olmak istidadındadır ve ne yapıyor? Günler, dakikalar, saatler, günler, aylar dolanır gider. Gider amma sonun da bir de gelmeyecek yere gitmek var. Bu hilkatten murat nedir? Bizi bu âleme getirdi, bir şeyler tattırdı, bazı kıymetli sözleri duydurdu, bir şeyler istifade ettik, fakat o istifadelerimizi sarf edecek bir mahal bulamadık, istidatlarımız kapalı kutu gibi kaldı, burdan geçtik gidiyoruz. Elbette bu istidatların inkişafı lazım, bu da nefsin terbiyesiyle olacaktır. Gerçi Risale-i Nur’un mesleği bu değil, görüyoruz ki Üstad da bu işi kendisi şeye bırakmıyor, evliyaullahın diyor bu hususta birçok kitapları var. Buralardan istifade etmek için bize müsaade etmiş demektir. Fakat oralardan istifade ederken, ona bütün, bütün kapılıp da vazife-i asliyemiz olan dava-i imanı terk etmek caiz değildir. Onu da bil. Fakat iman davası ehemmiyet kesbetmiş bugün. Çünkü hücumlar doğrudan doğruya iman kalesine tevcih ve teksif edilmiştir. Bu bombardımandan kurtulmak için herhalde imanı kuvvetleştirmek lazım geliyor. Öyle çürük yalnız La ilahe illallah Muhammedin Resulullah, amentu billah ila ahiriyle, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulühü demekle kâfi gelmiyor. Her halde münkirler ileri gitmişlerdir. Ne cihetten? Maddi cihetten. Felsefi cihetten ilerlemişler. Bunları uyarmak lazım, bana ne zamanı değil. İhtiyacı varsa gitsin öğrensin olamaz. Onun için birinin imanını kurtarmak o kadar ehemmiyetlidir ki bizi işhad ederek buna ne kadar kaç defa temas ettim, bizi şahit tutarak buyurmuşlardır ki: “Sizler şahit olun; bir müminin imanını kurtarmasına bedel, ben cehenneme girmeye razıyım”. Onun için burda şimdi nefsini kurtarmaktan ziyade din kardeşini tehlikeden kurtarmaktır. Bunun maddi lisanını söylüyor. Mesela gece teheccüde kalkmış, eline tesbihi almış, bazı evradını okuyor yahut Kur’an okuyor, seccadenin üzerinde. Komşudan bir çığlık sesi geldi, “Cankurtaran yok mu, evim yanıyor!” diyor. O da diyor La ilahe illallah, La ilahe illallah. Caiz mi soruyorum?

-: Değil efendim, gitmek lazım.

Hulusi Bey: Tesbihi bırakacak, onun yardımına koşacak. İşte şimdi ehli imana böyle mühim bir vazife, ateş düşmüş evi yanmıyor, evi yansa bir şey olmaz, imanı elden gidiyor! Senin işte eline ilaçlar verilmiş, tiryaklar verilmiş, şurdan istifade ettiğin bir meseleyi onun hissiyatını kırmadan, okşayarak, bu imani meseleyi ona telkin etsen, onu tehlikeden kurtardın, evi yanmak değil bin defa evi yanmaktan daha büyük bir tehlike olan imanını kaybetmekten kurtarmaya sebep oldun. Senin alacağın sevap nedir acaba? Onu ölçebilir misin? İşte işi bu noktadan bunun ehemmiyeti var, nasıl edelim. Evet, o şeylerden de anlıyoruz amma mesleğimiz vazifemiz bu değil. Yalnız hakikate temas ediyoruz, üzerinde fazla durup oraya fazla zaman sarfedecek halimiz yoktur. İşte bize bu tevhid pencereleri insan penceresini gösteriyor, insanın vazife-i asliyesi nedir, buraya gelmekten gayesi nedir, getirilmekten gayesi? Rabbini tanımak, bilmek, O’na ubudiyette bulunmak. E ubudiyette bulunmak ama fakat hem birisine de bak müslümanı tarif ediyor, müslüman kime derler? Cenab-ı Peygamber (a.s.m.) Efendimiz “Müslüman ona derler ki elinden, dilinden herkes selamette ola”. E peki öbür tarafta İslam’ın şartı var, ona ne diyorsun? Canım belledik. Yani İslam’ın şartı o beş şeyi elde etmektir, doğru. Fakat bu da lazım işte bize, en mühim mi bu. Bir adama müslüman denebilmek için yalnız, ezberlemişiz manasını düşünmeden bir çocuk yazdın verdin, bu da soldan yazıyla şeyi belledi İslam’ın şartını. Şimdi asıl ona belleteceğimiz, biz cemiyet halinde yaşıyoruz. İnsanlar haşa huzurdan hayvan gibi değil, bir araya toplanırlar. Bak şimdi şuraya lâteşbih, gücenmeyin ama şimdi şuraya bizim gibi insan değil, hayvanları koysalar bir arada beş dakika durabilirler mi?

-: Duramazlar

Hulusi Bey: Hah. Bak şurda 20-30 kişi sessiz sedasız oturuyoruz. İnsanız çünkü. Şey de diyor. Birbirimizden eminiz, salimiz. Biliyoruz ki burda bulunanların hepsi Müslümandır. Müslümanın müslümana karşı daima ona selamet telkin edecek bir vaziyeti var. Ne diyor? Korkmayın, herkes birbirine diyor ki burada bulunan…….

PDF Dosyasını Okumak İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 233) OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ/OTUZBİRİNCİ PENCERE (İNSAN PENCERESİ) DERS - 3 başlıklı makalemizde 33.söz 31. pencere, insan penceresi ve otuzbirinci pencere hakkında bilgiler verilmektedir.