28. MEKTUP 6.VE 7. MESELE DERS-3
-: Altıncı Sebeb: Sözler’in te’lifi vasıtasıyla Kur’ana hizmetimize bir mükâfat-ı âcile ve bir vasıta-i teşvik olan inayat-ı Rabbaniye, bir muvaffakıyettir. Muvaffakıyet ise, izhar edilir. Muvaffakıyetten geçse; olsa olsa bir ikram-ı İlahî olur. İkram-ı İlahî ise, izharı bir şükr-ü manevîdir.
Hulusi Bey: Mademki şükrü manevidir; ondan bahs edelim. Ben o zamanlar da Yani Üstad Barla’da iken ben Eğridir’de yeni teşekkül etmiş dağ talimgâhına muallim diye, kadroda muallim boşluğuna bizi koymuşlardı. Şimdi yani ordudan yüzbaşı, üsteğmen, teğmen rütbelerinde hakikaten içlerinde çok değerlileri de var. Onlarda geliyor kurslara biz de bunlara bilmediğimiz dağ talimgâh muallimliğinden sanki bilir gibi bir şeyler söyleyeceğiz, öğreteceğiz. Fesübhanallah. İşte kıyamet böyle kopar. İş na-ehle verilmesin de kıyametin kopmasını intizar ediniz. Şimdi onu söylemek istiyorum; benim perişan vaziyetime bakıp ecnebi bir mütehassıs var. Avusturya’lı kurmay binbaşılıktan emekli fakat mütehassıs diye hükümet getirmiş. O iki muallim varız, fakat benden hiçbir şey ümit etmiyor. Ben birazda favayani vaziyetimiz var biraz öyle. Hiçbir şey görünmüyor vaziyeti. Sonra hakikaten bilmediğimiz bir mesele, muallimlik değil biz o işte talebe olup yeniden talebeliği bitirdikten sonra muallimliğe geçeceğiz, talebelikte yok, muallimlik de. O sırada Risale-i Nur imdadımıza yetişmiş. Geceleri harıl harıl yazıyorum. Ders için on beş dakika ancak vaktim kalıyor. On beş dakika. Şimdi ecnebi mütehassıs dediğim adam diyor ki dağda yürüyüş hakkında beş saat konferans vereceksin. Bir saat değil beş saat konferans vereceksin. Fesübhanallah beş saat dedi ha gâvurluğu tuttu herifin bizi rezil edecek. Neyse. Cenab-ı Hakkın inayeti ile başladık bir saat, iki saat, üç saat, dört saat, fasılalı bir surette. Beş saatte arzu ettiği şeyi yaptık. Fakat herif gâvur pirelendi, gavur pirelendi. Bu adamdan ben hiç ümit etmezdim diyor tercümana. Yani bu muallim diye buraya konulmuş olan hiçbir şeye de benzemiyor, böyle boylu bostlu da bir şey değil, heybetli bir adamda değil, fakat böyle beş saat bu meseleyi bize anlatsın. Doğrusu hayret etti. Ama söylemedik ki bize imdat veren Kur’andır, imandır, Risale-i Nurla iştigal ediyoruz. Hulasa; Cenab-ı Hak kendi rızasında istihdam ettirdiklerini hiçbir yerde mahcup ettirmez. Kolordu kumandanı gelirdi, kolordu kumandanı oturur bizi çağırırlar. Şu mesele hakkın da on beş dakika kolordu kumandanını tenvir edecek bir şey söyleyeceksiniz. Dayanacağımız yer kuvvetli. Bismillah yine on beş dakikada. Bundan sonra ….. kumandanı diyor ki işte Hulusi beyin size on beş dakikada söylediğini bu ecnebi mütehassıs denilen adam bize altı ay yutturur. O da mübalağa ediyor ya. Altı ay yutturur. Mademki Allah’a aittir, hizmet-i Kur’andan gelen feyze aittir, bunu serbestçe söyleriz. Lillahilhamd şöyle kırk sene yakın bir fiil hizmetimiz, elli seneye yakın elli senede kadarda aşağı yukarı ilaveleri ile beraber orduda hizmetimiz var. Hiçbir yerde Cenab-ı Hak bilhassa Risale-i Nur şeysinden sonra hiçbir yerde hiçbir rütbede hiçbir vazifede mahkûm olmamışımdır. Hatta kurmay stajyerler verirlerdi bize kurmay stajyerler bile bizim alay kumandanı başka, staja gelmişler kurmay, bizi onların başına. Bilmiyorlar bizde onu açıklayamıyoruz ki bize bu imandan Kur’andan geliyor bu feyz. Fakat şimdi sırası geldi söylüyorum. Hiç merak etmeyin Allah ile beraber olana Allah muindir.
-: Muvaffakıyetten geçse; olsa olsa bir ikram-ı İlahî olur. İkram-ı İlahî ise, izharı bir şükr-ü manevîdir. Ondan dahi geçse, olsa olsa hiç ihtiyarımız karışmadan bir keramet-i Kur’aniye olur. Biz mazhar olmuşuz. Bu nevi ihtiyarsız ve habersiz gelen bir kerametin izharı, zararsızdır. Eğer âdi keramatın fevkıne çıksa, o vakit olsa olsa Kur’anın i’caz-ı manevîsinin şu’leleri olur.
Hulusi Bey: Şimdi askerlik mesleğinin çok acayipliği vardır. Askerlik yapanlar bilirler. Öyleleri ile beraber teşrik-i mesai ettik ki iman, Kur’an, maneviyat sıfır. Sıfır hiçbir şey yok. Fakat başka misafirlerin yanında mesela; bir evrak götürmüşüm imzaya işte diyor; muhakime ait işlerde bizim bütün işlerimizi gören bu arkadaştır. Sonra hiç lüzumu yok. Sonra diyor ki bu arkadaş hem büroda, hem kıtada muvaffak olmuş bir arkadaşımızdır. Ben ondan, söyledi adamdan sicil alacak değilim ki Ona öyle söylettiren kim? İşte perde arkasında inayet ve rahmet devam ediyor. Öyle ise Risale-i Nur şakirdlerine inayet ve rahmet-i ilahiye nezaret ederler sözü boş değil. İşin kolayı Risale-i Nura şakird olmak. Ama belki dersiniz sende şimdi Risale-i Nur şakirdine benzer bir şey kalmamış ne yapayım. Böyle olduk şimdi..
-: Madem i’caz izhar edilir, elbette i’caza yardım edenin dahi izharı i’caz hesabına geçer; hiç medar-ı fahr u gurur olamaz, belki medar-ı hamd ü şükrandır.
Yedinci Sebeb: Nev’-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler. Hattâ kuvvetli bir hakikatı, zaîf bir adamın elinde zaîf görür ve kıymetsiz bir mes’eleyi, kıymetdar bir adamın elinde görse, kıymetdar telakki eder. İşte ona binaen, benim gibi zaîf ve kıymetsiz bir bîçarenin elindeki hakaik-i imaniye ve Kur’aniyenin kıymetini, ekser nâsın nokta-i nazarında düşürmemek için, bilmecburiye ilân ediyorum ki: İhtiyarımız ve haberimiz olmadan, birisi bizi istihdam ediyor;
Hulusi Bey: Evet, Bize söylediği sözlerden biride odur. “Siz bilerek çalışıyorsunuz, ben bilmeden şuurum taalluk etmeden istihdam olunuyorum.” şuurum taalluk etmeden istihdam olunuyorum.
:- İhtiyarımız ve haberimiz olmadan, birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmeyerek, bizi mühim işlerde çalıştırıyor. Delilimiz de şudur ki: Şuurumuz ve ihtiyarımızdan hariç bir kısım inayata ve teshilâta mazhar oluyoruz. Öyle ise, o inayetleri bağırarak ilân etmeye mecburuz.
İşte geçmiş yedi esbaba binaen, küllî birkaç inayet-i Rabbaniyeye işaret edeceğiz.
Birinci İşaret: Yirmisekizinci Mektub’un Sekizinci Mes’elesinin Birinci Nüktesi’nde beyan edilmiştir ki, “tevafukat”tır. Ezcümle: Mu’cizat-ı Ahmediye Mektubatında, Üçüncü İşaretinden tâ Onsekizinci İşaretine kadar altmış sahife; habersiz, bilmeyerek bir müstensihin nüshasında iki sahife müstesna olmak üzere mütebâki bütün sahifelerde -kemal-i müvazenetle- ikiyüzden ziyade “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm” kelimeleri birbirine bakıyorlar. Kim insaf ile iki sahifeye dikkat etse, tesadüf olmadığını tasdik edecek. Hâlbuki tesadüf, olsa olsa bir sahifede kesretli emsal kelimeleri bulunsa, yarı yarıya tevafuk olur, ancak bir-iki sahifede tamamen tevafuk edebilir. O halde böyle umum sahifelerde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesi; iki olsun, üç olsun, dört olsun veya daha ziyade olsun, kemal-i mizan ile birbirinin yüzüne baksa; elbette tesadüf olması mümkün değildir. Hem sekiz ayrı ayrı müstensihin bozamadığı
Hulusi Bey: Bu şeyde var mı? Tevafuka dair var mı? Var mı?
-:Ben bakmıştım var? Evet, mektubat’ta
Hulusi Bey: Evet, ben biliyorum da
-: Altı çizilmemiş
-: Hem sekiz ayrı ayrı müstensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir işaret-i gaybiye, içinde olduğunu gösterir.
-: 3. İşaretinden 18. İşaretine kadar. 19. Mektubun
-: 126. Sahife
Hulusi Bey: 126, 124 mu?
-: Hem sekiz ayrı ayrı müstensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir işaret-i gaybiye, içinde olduğunu gösterir. Nasılki ehl-i belâgatın kitablarında, belâgatın derecatı bulunduğu halde; Kur’an-ı Hakîm’deki belâgat, derece-i i’caza çıkmış. Kimsenin haddi değil ki ona yetişsin. Öyle de; mu’cizat-ı Ahmediyenin bir âyinesi olan Ondokuzuncu Mektub ve mu’cizat-ı Kur’aniyenin bir tercümanı olan Yirmibeşinci Söz ve Kur’anın bir nevi tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında tevafukat, umum kitabların fevkınde bir derece-i garabet gösteriyor. Ve ondan anlaşılıyor ki; mu’cizat-ı Kur’aniye ve mu’cizat-ı Ahmediye’nin bir nevi kerametidir ki, o âyinelerde tecelli ve temessül ediyor.
İkinci İşaret: Hizmet-i Kur’aniyeye ait inayat-ı Rabbaniyenin ikincisi şudur ki: Cenab-ı Hak, benim gibi kalemsiz, yarım ümmi, diyar-ı gurbette, kimsesiz, ihtilattan men’edilmiş bir tarzda; kuvvetli, ciddî, samimî, gayyur, fedakâr ve kalemleri birer elmas kılınç olan kardeşleri bana muavin ihsan etti. Zaîf ve âciz omuzuma çok ağır gelen vazife-i Kur’aniyeyi, o kuvvetli omuzlara bindirdi. Kemal-i kereminden, yükümü hafifleştirdi. O mübarek cemaat ise; -Hulusi’nin tabiriyle- telsiz telgrafın âhizeleri hükmünde ve -Sabri’nin tabiriyle- nur fabrikasının elektriklerini yetiştiren makineler hükmünde ayrı ayrı meziyetleri ve kıymetdar muhtelif hasiyetleriyle beraber, -yine Sabri’nin tabiriyle- bir tevafukat-ı gaybiye nev’inden olarak, şevk ve sa’y ü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir surette esrar-ı Kur’aniyeyi ve envâr-ı imaniyeyi etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri ve şu zamanda (yani hurufat değişmiş, matbaa yok, herkes envâr-ı imaniyeye muhtaç olduğu bir zamanda) ve fütur verecek ve şevki kıracak çok esbab varken, bunların fütursuz, kemal-i şevk ve gayretle bu hizmetleri, doğrudan doğruya bir keramet-i Kur’aniye ve zahir bir inayet-i İlahiyedir. Evet velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.
İşte ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’anda arkadaşlarım! Bir kal’ayı fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganîmeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır; öyle de şahs-ı manevînizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hasıl olan fütuhattaki inayatı benim gibi bir bîçareye veremezsiniz. Elbette böyle mübarek bir cemaatte, tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ve ben görüyorum; fakat herkese ve umuma gösteremiyorum.
Üçüncü İşaret: Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i İlahiyedir. Çünki hakaik-i imaniye ve Kur’aniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.
Hem meselâ: Sırr-ı Kader ve cüz’-i ihtiyarînin halli için, koca Sa’d-ı Taftazanî gibi bir allâme; kırk-elli sahifede, meşhur Mukaddemat-ı İsna Aşer namıyla Telvih nam kitabında ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesaili, kadere dair olan Yirmialtıncı Söz’de, İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i inayet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı hilkat-ı âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur’an-ı Azîmüşşan’ın i’cazıyla keşfedilen o tılsım-ı müşkil-küşa ve o muamma-yı hayret-nüma, Yirmidördüncü Mektub ve Yirmidokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz’ün tahavvülât-ı zerratın altı aded hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın ve akibetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan etmişlerdir, meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı ehadiyet ile, şeriksiz vahdet-i rububiyeti; hem nihayetsiz kurbiyet-i İlahiye ile, nihayetsiz bu’diyetimiz olan hayretengiz hakikatları kemal-i vuzuh ile Onaltıncı Söz ve Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi olduğunu ve haşr-i a’zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina’ derecesinde akıldan uzak olduğunu kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub’daki وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ kelimesi beyanında ve üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
Hem hakaik-i imaniye ve Kur’aniyede öyle bir genişlik var ki, en büyük zekâ-i beşerî ihata edemediği halde; benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitab yokken, sıkıntılı ve sür’atle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle zuhuru; doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakîm’in i’caz-ı manevîsinin eseri ve inayet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir.
Dördüncü İşaret:
(28.Mektup 6. Risale 7.Mesele)
Hulusi Bey: Orda kal. Hatırınızda da kalsın dördüncü işarette kaldık.
DUA
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ
* وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلَى يَوْمِ الدِّينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Cenâb–ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, yaptığımız, bu sohbeti imaniyyeyi dergâh-ı izzetinde kabûle karîn eyle! hâsıl olan sevâb hürmetine ehl-i îmânın bütün hastalarına, gerek bundan evvel müfredatıyla söylenenlerin gerekse umumen ehl-i imanın hastalarına acil şifâlar, bütün dertlilerine acil devâlar, borçlulara ve musibet zedelere o elemlerden kurtulmalar, yolculara selâmetler, cümlemize dâreynde selâmetler ve saadetler nasib–i müyesser eyleye, cümlemizin ahir-i akıbetini hayır eyleye. Burada Kur’anın nuru altında lutfuyla toplayan O Rahmânu’r–Rahîm-i Kerim olan Allah’ımız, âhirette de, ruzu-u haşirde de, Habîb–i Ekrem (S.A.V.)’in livâ-ül hamd adıyla müsemma sancağı altında eksiksiz hepimizi yani ehl-i tevdid, ehl-i iman, ehl-i İslam bütün din kardeşlerimizi, bilhassa Risale-i Nur şakirdlerini inşaallah hiçbir tefrikaya uğratmadan, orada da parçalatmadan hepsini beraber o haşri azamda toplar, bizi nihayetsiz rahmeti ile taltif eder. Şefaati uzmaya bizi müstahak edecek bir halde bulundurur. Rahmet-i ilahiyeden ümit varız, bizi burda toplattığı gibi orda da inşaallah toplattırır, burda hesapsız kusurlarımızı nazar-ı müsamaha ile af ile karşıladığı gibi orada da bütün kusurlarımızdan bizi sıyırır.
“ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّاَتِهِمْ حَسَناَتٍ ”
sırrına mazhar eder. Rahmetiyle hakkımız da muamele eder. Ya Erhemerrahimin lütfuna muhtacız affına muhtacız bizi mağfurin zümresine ilhak eyle. Orada, burada görme imkânını bize vermediğin, fakat hasretini çektiğimiz hem Cennetini, hem rızanı, hem likanı, üçünü birden istiyoruz. Bu ihsanını da ikmal et hakkımızdaki nimetlerini itmam et Ya Rabbi.
Âmin
وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلَى يَوْمِ الدِّينِ
٭وَالْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اَلْفَاتِحَة مَعَ الصَّلَوَاةُ٭
PDF Dosyasını okumak için tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 27) 28. MEKTUP 6.VE 7. MESELE DERS-2 başlıklı makalemizde 28.mektup.6.7.mesele hakkında bilgiler verilmektedir.