54) 26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE VE 28. MEKTUB’DAN DERS 1

ADAD

Hulusi Bey

 

 26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE VE 28. MEKTUB’DAN DERS 1

14/8/1975 Pazartesi

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ  اَمِينَ.

عَنْ أبي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قال :  قال رسولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: غَزَا نَبِيٌّ مِنَ الأنبياء صلوات الله وسلامه عليهم فَقال لِقَوْمِهِ : لاَ يَتْبَعَنِّي رَجُلٌ مَلَكَ بُضْعَ امرأة. وَهُوَ يُرِيدُ أن يَبْنِيَ بِهَا وَلَمَّا يَبْنِ بِهَا , وَلاَ أَحَدٌ بني بُيُوتًا وَلَمْ يَرْفَعْ سُقُوفَهَا , وَلاَ أَحَدٌ اشْتَرَى غَنَمًا أَوْ خَلِفَاتٍ وَهُوَ يَنْتَظِرُ أَوْلاَدَهَا. فَغَزَا فَدَنَا مِنَ الْقَرْيَةِ صَلاَةَ الْعَصْرِ أَوْ قَرِيبًا مِنْ ذَلِكَ فَقال لِلشَّمْسِ : إنكِ مَأْمُورَةٌ وَأنا مَأْمُورٌ , اَللَّهُمَّ أحبسْهَا عَلَيْنَا, فَحُبِسَتْ حَتَّى فَتَحَ اللَّهُ عَلَيْهِ, فَجَمَعَ الْغَنَائِمَ فَجَاءَتْ -يَعْنِي اَلنَّارَ  إلى آخر…

Ebû Hureyre..

Gözüm görmüyor lambamızı yakın!

Ebû Hureyre (R.A)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (A.S) şöyle demiştir: Peygamber (A.S) dan birisi gazaya gidecek oldu. Ümmetine şöyle dedi: “Bir kadınla nikâhlanıp gerdeğe girmek niyetinde bulunan ve henüz girmemiş kimse, ev yapıp henüz tavanını yapmamış olan kimse, keza gebe koyun veya deve satın alıp onların yavrulamalarını bekleyen kimse benimle gelmesin.” dedi. Ve gazaya çıktı, ikindi vakti veya ikindi vaktine yakın düşman memleketine yaklaştı.

Sen de, ben de emir kuluyum diye Güneş’e hitap etti.  Ve Ey Allah’ım güneşin batmasını tehir et dedi. Onun üzerine güneş hapis olundu. Allah’u Teâlâ güneş batıncaya kadar kasabanın fethini peygambere müyesser kıldı. Peygamber hemen ganimeti topladı, sonra o ganimeti yakmak için gökten ateş indi, lakin ganimeti yakmadı.

Bunun üzerine meşkûr peygamber içinde ganimete hıyanet eden var, binaenaleyh her kabile den bir adam bana biat etsin dedi. Biat ederken bir adamın eli peygamberin eline yapıştı. Onun üzerine peygamber o adama hıyanet sizdedir, binaenaleyh senin kabilenin adamları bana biat etsin dedi. İki yahut üç adamın eli peygamberin eline yapıştı. Bunun üzerine peygamber onlara ganimetten çalınan mal sizdedir, dedi.

Bunlar İnek başına benzeyen bir altın baş getirdiler. Peygamber o başı ganimetin içine koydu Ateş’te hemen ganimeti yiyip yaktı. Zira ganimet bizden evvelki hiçbir millete helal değildi. Allahu Teâlâ zaafımızı ve aczimizi görünce ganimeti bize helal kıldı.”

عَنْ أبي خَالِدٍ حَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قال : قال رسولُ اللَّهِ  صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْبَيِّعَان بِالْخِيَارِ مَا لَمْ يَتَفَرَّقَا, فَإن صَدَقَا وَبَيَّنَا بُورِكَ لَهُمَا فِي بَيْعِهِمَا      وَإن كَتَمَا وَكَذَبَا مُحِقَتْ بَرَكَةُ بَيْعِهِمَا .

  Ebû Halid Hakîm ibn Hizâm (R.A)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (A.S) şöyle demiştir: “Satan ve alan kimseler söz kesip birbirinden ayrılmadıkça alışverişi bozup bozmamakta muhayyerdir.   Eğer doğru söyler satılık eşya ve paranın halini açıklarlar ise alışverişlerinde bereket bulunur, eğer saklarlar veya yalan söylerlerse, alış verişlerinin bereketi gider.

Burada da bir işaret var. Şimdi bu işin içinden nasıl çıkacaksın.  Bab ül mürakabe …

-:

(26. MEKTUB 4. MEBHAS 7. 8. 9. 10. MES’ELE)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

Yedinci Mes’ele

Medar-ı ibret bir mes’ele:

[Vehme maruz, fütura düşen bazı dostlarıma kuvve-i maneviyeyi teyid edecek yedi emarenin delaletiyle, sırf hizmet-i Kur’ana ait bir ikram-ı Rabbanîyi ve bir himayet-i İlahiyeyi beyan etmeye mecburum ki, o zaîf damarlı bir kısım dostlarımı kurtarayım. O yedi emarenin dördü; dost iken, sırf birer maksad-ı dünyevî için şahsıma değil, Kur’ana hâdimliğim cihetinde düşman vaziyeti almalarıyla, o maksatlarının aksiyle tokat yediler. O yedi emarenin üçü ise, ciddî dost idiler ve daima da dostturlar; fakat dostluğun iktiza ettiği merdane vaziyeti muvakkaten göstermediler, tâ ki ehl-i dünyanın teveccühünü kazanıp birer maksad-ı dünyevî kazansınlar ve başlarından emin olsunlar. Halbuki o üç dostum, maatteessüf o maksadlarının aksiyle birer itab gördüler.

            Evvelki dört zahirî dost, sonra düşman vaziyeti gösterenlerin

            Birincisi: Bir müdür, kaç vasıta ile yalvardı. Onuncu Söz’den bir nüsha istedi. Ona verdim. O ise, terfi’ için dostluğumu bırakıp düşmanlık vaziyeti aldı. Valiye şekva ve ihbar suretinde verdi. Hizmet-i Kur’aniyenin bir eser-i ikramı olarak terfi’ değil, azledildi.

             İkincisi: Diğer bir müdür, dost iken, âmirlerinin hatırı için ve ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak fikriyle şahsıma değil, hizmetkârlığım cihetinde rakibane ve düşmanane vaziyet aldı, kendi maksadının aksiyle tokat yedi. Ümid edilmediği bir mes’elede, iki buçuk seneye mahkûm edildi. Sonra Kur’anın bir hizmetkârından dua istedi. İnşâallah belki kurtulacak, çünki ona dua edildi.

             Üçüncüsü: Bir muallim, dost görünürken ben de ona dost baktım. Sonra Barla’ya nakledip yerleşmek için düşmanane bir vaziyeti ihtiyar etti; o maksadının aksiyle tokat yedi. Muallimlikten askerliğe atıldı. Barla’dan uzaklaştırıldı.

             Dördüncüsü: Bir muallim (hâfız, hem mütedeyyin gördüğüm için) Kur’anın hizmetinde bana bir dostluk edecek niyetiyle ona samimane bir dostluk gösterdim. Sonra o, ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak için, bir memurun bir tek kelâmıyla bize karşı çok soğuk ve korkak vaziyeti aldı. Sonra o maksadının aksiyle tokat yedi. Müfettişinden şiddetli bir tekdir yedi ve azledildi.

            İşte bu dört adam düşman vaziyeti almakla böyle tokat yedikleri gibi, üç dostum da ciddî dostluğun iktiza ettiği merdane vaziyeti göstermedikleri için, tokat değil, bir nevi ihtar nev’inde aks-i maksadlarıyla ikaz edildiler:

Birincisi: Gayet mühim ve ciddî ve hakikî bir talebem olan bir zât-ı muhterem, mütemadiyen Sözler’i yazar, neşrederdi. Müşevveş büyük bir memurun gelmesiyle ve bir hâdisenin vukuu ile yazdığı Sözler’i sakladı, muvakkaten istinsahı da terketti. Tâ ki, ehl-i dünyadan bir zahmet görmesin ve bir sıkıntı çekmesin ve onların şerlerinden emin olsun. Hâlbuki o hizmet-i Kur’aniyenin muvakkaten ta’tilinden gelen bir eser-i hata olarak, bir sene mütemadiyen bin liraya mahkûmiyet gibi bir bela, gözü önüne konuldu. Ne vakit istinsaha niyet etti ve eski vaziyetine döndü; o davasından tebrie etti,

(26. mektub 4. mebhas 7. mes’ele)

Hulusi Bey: Tebrie etti.

 -: Lillahilhamd beraat kazandı. Fakr-ı haliyle beraber bin liradan kurtuldu.

Hulusi Bey: Bin lira o zaman iyi epey paraydı.

            -: İkincisi: Beş seneden beri merd ve ciddî ve cesur bir dostum, ehl-i dünyanın ve yeni gelen bir âmirin hüsn-ü zannını ve teveccühünü kazanmak için, komşum iken, düşünmeyerek ihtiyarsız birkaç ay benim ile görüşmedi. Hatta bayramda ve ramazanda uğramadı. Hâlbuki maksadının aksiyle karye mes’elesi neticelendi, nüfuzu kırıldı.

             Üçüncüsü: Haftada bir-iki defa benimle görüşen bir hâfız, imam olmuş. Sarık sarmak için iki ay beni terketti.

Hulusi Bey: O zaman sarık sarmak meselesi vardı.

-: Hattâ bayramda yanıma gelmedi. Hilaf-ı me’mul olarak, maksadının aksiyle yedi-sekiz ay imamlık ettiği halde hilaf-ı âdet bir surette ona sarık bağlattırılmadı.

            İşte bu gibi vukuatlar çok var. Fakat bazılarının hatırlarını kırmamak için zikretmiyorum. Bunlar ne kadar zaîf birer emare ise de, fakat içtimaında bir kuvvet hissedilir. Onunla kanaat gelir ki: Şahsıma karşı değil -çünki nefsimi hiçbir ikrama lâyık görmüyorum- belki hizmet-i Kur’an noktasında sırf o cihette bir ikram-ı İlahî ve bir himayet-i Rabbaniye altında hizmet ettiğimiz anlaşılıyor. Dostlarım bunu düşünmeli, evhama kapılmamalı.        Madem hizmetkârlığıma bir ikram-ı İlahîdir ve madem fahre değil, belki şükre sebebdir ve madem    وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ fermanı var.. Bu sırlara binaen, hususî bir surette dostlarıma beyan ediyorum.

 

Sekizinci Mes’ele

[Yirmiyedinci Söz’ün içtihada mani esbabın beşinci sebebinin üçüncü noktasının

üçüncü misalinin haşiyesidir.]

             Mühim bir sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki: Elfaz-ı Kur’aniye ve zikriye ve sair tesbihlerin herbiri müteaddid cihetlerle insanın letaif-i maneviyesini tenvir eder, manevî gıda verir. Manaları bilinmezse, yalnız lafız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lafız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o manalara elfaz giydirse, daha nâfi’ olmaz mı?

Hulusi Bey:… seni yanına çağırıyor belki kulağına bir şey söyleyecek. Belki vasiyet edecek. Gel, gel. Vasiyet edeceksen kulağına söyle.

-: Mühim bir sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki:

 

Hulusi Bey: Vasiyetten bahsedince senin ahbabın kulağını kapattı.

-: Elfaz-ı Kur’aniye ve zikriye ve sair tesbihlerin her biri müteaddid cihetlerle insanın letaif-i maneviyesini tenvir eder, manevî gıda verir. Manaları bilinmezse, yalnız lafız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lafız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o manalara elfaz giydirse, daha nâfi’ olmaz mı?

             Elcevab: Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları camid libas değil; cesedin hayatdar cildi gibidir, belki mürur-u zamanla cild olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cild değişse, vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler,

Hulusi Bey: Gel bu meseleyi başından oku. Çünkü ben soracağım. Sorarsam bilmezlerse ben de iyi anlamadım olacak, olmayacak.

-:

Sekizinci Mes’ele

[Yirmiyedinci Söz’ün içtihada mani esbabın beşinci sebebinin üçüncü noktasının

üçüncü misalinin haşiyesidir.]

              Mühim bir sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki: Elfaz-ı Kur’aniye ve zikriye ve sair tesbihlerin herbiri müteaddid cihetlerle insanın letaif-i maneviyesini tenvir eder, manevî gıda verir. Manaları bilinmezse, yalnız lafız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lafız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o manalara elfaz giydirse, daha nâfi’ olmaz mı?

Elcevab: Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları camid libas değil;

Hulusi Bey: Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları camid libas, donuk libas değil. Evet,

-: Cesedin hayatdar cildi gibidir.

Hulusi Bey: Cesedin hayatdar cildi gibidir.

-: Belki mürur-u zamanla cild olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cild değişse, vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler, mana-yı örfîlerine âlem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise, değiştirilmez. Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir haleti çok defa tedkik ettim gördüm ki; o halet, hakikattır. O halet şudur ki:

Sure-i İhlas’ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki:

Hulusi Bey: Şimdi bir hatıra olsun da; Kurban bayramı nasip olurda arefe gününe yetişirsek o günde sure-i ihlası fazla okumak çok sevaplıdır. İhlas da herkesin bildiği bir sure, küçük bir suredir. Arefe günü kurban bayramından bir gün önce. Ramazan bayramında arefe yoktur. Evet,

-:      Sure-i İhlas’ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki:

Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza… Git gide o tekrarda yalnız bir kısım letaif kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi’ olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhâssa o Arabî lafızlar ile kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.

            İşte kendim tecrübe ettiğim şu halet gösteriyor ki: Ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen Fatiha ve Sure-i İhlas gibi hakaikleri, başka lisan ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünki menba’-ı daimî olan elfaz-ı İlahiye

Hulusi Bey: Menba’-ı daimî olan elfaz-ı

-: Çünki menba’-ı daimî olan elfaz-ı İlahiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letaifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi’ olması ve huzur-u daimî, bütün namazda herkes için devam etmediğinden;

Hulusi Bey: Şimdi O zatın anlayışı ile bizim anlayışımız bir değil. Takdir edersiniz. Sure-i İhlas’ı yüzer defa okuyor. Bazı latifeye kâfi geliyor. Ve artık manaya şeyi yok. Fakat azı latife usanmıyor. Ve bir kısım letaif  de hiç usanmıyor. Biz letaifimizi işlettik mi? Letaifimizi işletebildik mi? Yok.  Mana düşünebiliyor muyuz? İki defasında üç defasında manasını düşünsek galiba sıkılacağız. Ne diyeceğiz mesela söyle bakalım hafız efendi!  قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ  söyle ki; O Allah birdir. Ondan sonra اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ O Allah müstağni-i anil alemindir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şey ona muhtaçtır.  لَمْ يَلِدْ  Doğurulmadı  وَلَمْ يُولَدْۙ doğmadı. Evet, وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ  Ona eş, ortak asla olmadı.  İşte bu manayı üç defasına tahammül edebilirsen aşk olsun sana. Yani pehlivansın işte.  Pehlivan yok bu gün. Köye gitti herhalde.

-: Hinsora gitti.

Hulusi Bey: Şimdi onun yerine bu tarz böyle Türkçe böyle kısa bir mana vermek sureti ile o okunsa onlar usanç verir. Mesela lafız, ilahi kelimat usandırmıyor. Bin defa oku.

 قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ{١} اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ{٢} لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ{٣} وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ{٤

Bir daha

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ{١} اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ{٢} لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ{٣} وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ{٤

Bin defa okusan usanç vermez. Verir mi? Vermez. Fakat o Türkçeleşmiş güya hadi diyelim tefsir say mana değil de tefsir say usandırır, usandırır.  Elfaz-ı Kur’aniye, tesbihat-ı nebeviyye böyle değildir. Cilt vaziyetine geldiği için ondan ayrılmaz. Türkçeleşmesi onun yerini tutmadığı için usandırıyor. Bu da gösteriyor ki Kur’an’ı Türkçeleştirmek imkânı yok. Bizim dilimize çevirelim de Kur’an’ı okuyalım. Evvela Türkçemiz o kudsi manaları Türkçeye çevirmeye yetmez. Yani kendi lisanımıza çevirmeye kâfi gelmez. İster istemez uzun bir tefsir yapacağız, ona da usanç verir. Hadi bakalım.

-: İşte kendim tecrübe ettiğim şu halet gösteriyor ki: Ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen Fatiha ve Sure-i İhlas gibi hakaikleri, başka lisan ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü menba’-ı daimî olan elfaz-ı İlahiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letaifin daimî hisseleri de kaybolur.

Hulusi Bey: Hem bir kısım letaifimiz var ki: bu şeyden çok geç usanıyorlar, belki hiç usanmıyorlar. Cenab-ı Hak onları öyle halk etmiş. Bu işin tatbikatta misalini söyleyeyim. Fatiha-i şerife en çok devam ettiğimiz şey değil mi? Usandırır mı? Yani ümmi olsun âlim olsun her kesin her namaz da feraiz müstesna, şafii ise zaten oda yok yine imamın arkasında kendi okuyor. Peki, hiç insan usanmıyor. Manaya da ihtiyaç bırakmıyor.

-: Kardeş İzmir’e yolcumuş. İzmir’e gidecek.

Hulusi Bey: İzmir’den geldi, İzmir’e gidecek..

-: Hem her harfin lâakal on sevabı zayi’ olması ve huzur-u daimî,

Hulusi Bey: Her harfin on sevabı var. Hangi harfin? Kur’an’da ki harflerin her birisinin on sevabı var. En azından. Ya iş leyle-i kadirde olursa o bir harfe otuz bin sevap, bir harfe otuz bin sevap ne demek yahu! Leyle-i kadir denilen gecede de galiba yani şöyle bir hizib Kur ’anada gözümüz kesmiyor okumaya. Uyku daha çok. Fesübhanallah!  Allah’ın emrine karşı da o kadar pişkinliğimiz var ki biz böyleiseyiz. Kendisinde leyle-i kadir olmayan bin aydan daha hayırlıdır. Bin aydan. E peki ki; bizde o senenin güya leyle-i kadrine yetiştik o gün insanın uykusu daha çok bastırıyor. Nefis o zaman daha çok telkin ediyor. Sende de öyle oluyor mu?

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız.

Bir önceki yazımız olan 53) 19.MEKTUB (MU’CİZAT-I AHMEDİYE) DERS-3 başlıklı makalemizde 19.mektub ve mücizatıahmediye hakkında bilgiler verilmektedir.