60) 21. LEM’A VE GAZİLİK HATIRASI DERS -2

ADAD

Hulusi Bey

21. LEM’A VE GAZİLİK HATIRASI DERS -2

Hulusi Bey: Ey âhiret kardeşlerim ey!

-: hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım!  

Hulusi Bey: Haa. Bir taraftan ahiret kardeşim diyor. Yani Kur’andaki   اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ  Fermanına işaret ettikten sonra, şimdi bizim de ehemmiyetli bir vazifemiz var. Ne o? Hizmet-i Kur’aniye. Kur’anın hizmeti, ne demek anlamadık? Ne demek istedik acaba? Hizmet-i Kur’aniye’de arkadaşlarım. Şimdi bu günkü vaziyet yani umumi vaziyetimiz, manevi vaziyetimiz imana, Kur’ana canla, başla sarılmaktan mıdır? Umumi vaziyeti söylüyorum ha. Yoksa imani ve Kur’ani icabları arkaya attığımızdan mıdır? Elbette şu elim vaziyet, nerden geliyor? Kur’an ile münasebetimizi, imanla münasebetimizi resmi bir şekle koymuşuz. Müminiz efendim. Delilin ne?

Delilimi söyleyecem. Hani Ahmet Efendi var ya.

-Evet.

-Ben onun oğluyum.

-Senin adın ne?

-Mustafa Bernaz.

-Senden imana, İslam’a dair ne görünüyor?

-Valla işte cahillik ettim. Anam babam da biraz ihmal ettiler ha. Oku da dediler ne olursan ol.

Çok ileri gitmeyeceğim bu iş üzerinde. Çünkü bu iş üzerinde fazla gitmek o zaman hem başınızı ağrıtır, hem dertlerimizi ortaya döker. Herkesin bildiği şeyi söylemekte şeydir. Yalnız o kadar ki fazla ilgi lazım, bakın vaziyetimize. Buraya gelmiş olanlar, Allah’ın lütfu ile içlerinde bir nur aşkı var, bir muhabbeti var ki buraya geliyor, Allah’ın lütfudur, onların hakkında. Evet, Cenab-ı Hak burada toplananlara, bir hidayet ışığı onların kalplerinde bir nur gelmiş ki o muhabbetin şeysi ile böyle yerlere geliyorlar. Yoksa havalar müsaid, eğlence yerlerimiz çok. Gidip orda keyfe-mayeşa gezebilirler, eğlenebilirler. Yok, burada böyle sıkışık bir vaziyette, oturmaya katlanmak herhalde bir karşılık var. Buraya toplayan bizi yani bizim kardeşimiz. Hakikatte bize bu lütfu esirgemeyen kimdir? Erhamurrahimin olan Rabbımız. Bütün o iyilikler O’ndandır. Kur’an da o hakikate işaret ediyor ne diyor?

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ

İyiliği Allah’dan, kötülüğü nefsinden bil. Şurada bir iyilik görüyor muyuz? Bu iyiliği bize hazırlayan meydana getirmemize sebep olan hakiki varlık kimdir? Vacib-ül Vücud olan, Erhamurrahimin olan Rabbimizdir. Elhamdülillah. Ona imanla intisabımız var. O imanla intisabımızın mükâfatını bu kesretli, dağdağalı karmakarışık hayat içerisinde de Cenab-ı Hak bizden esirgemiyor. Öyle ise öyle bir Allah’ımıza karşı -Elhamdülillah hazamin fadlı rabbi- demeye mecburuz ve muhtacız. Elhamdülillah, demekle bu ve buna benzer nimetlerin hakkımızda devamını ziyadeleşmesini istiyoruz. İhtiyacımız var mı? Mademki ihtiyacımız var öyle ise sonunda Elhamdülillah diyeceğiz. Biz de hissettik. Şimdi bir sohbet ki başı Allah ile başladı, bismillah ile başladı.  Sonunda görüyoruz ki böyle hep birbirini takip eden güzelliklerin bize ihsan edilişinden her halde Rabb-i Rahimimiz bize çok büyük lütuf yapıyor.

Bir mecburiyeti yok. Bizimde o kadar bir şeyimiz yok yani cüz’i bir alaka göstermek istiyoruz,  sevgi göstermek istiyoruz. Bu âlemde bile o Allah için muhabbetin, sırf Allah rızası için amelin mükâfatını bize manen hissettiriyor. Hep öyle diyor. Ne işiniz vardı buraya niye geldiniz be birader. İşte öyle bir Rabbimiz var. O Rabba karşı daima bize hiç nimetlerini esirgemeyen, sayısız nimetlerine bize doyacak derecede veren o Halik-i Rahimize, O Erhamurrahimin Rabbimize daima minnet, şükür, hamd vazifemizdir. İşte ahiret kardeşliğini ve ne büyük bir nimete mazhar olduğumuzu şu bir kaç sözümüzle ifade etmek istedik. Buyur.

-:Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:

Hulusi Bey: Bilirsiniz! Bilirsiniz yani; sizi techil etmiyor. Bunlar edeb-i kerem iktizasıdır. Konuşan, bir adama dese ki siz cahil güruhusunuz. Hiçbir şey de bilmezsiniz. Ben ise gökten zebbille inmiş gibi bir adamım. Benim sözlerime çok dikkat edin istifade etmeye çalışın. Böyle tepeden inme bu çeşit. Böyle konuşmuyor, ne diyor? Bilirsiniz diyor yani; söylemek icab etmez amma, fakat yine de biliniz. Bir de benden duyunuz. İşte bu nezakettir ha. Şimdi Kur’an’da, Cenab-ı Hak, Hazreti Musa’ya Allahlık davasında bulunan Firavun’a git diyor, ona Allahtan olduğunu söyle. Ama Allahlık davasında bulunduğu gibi herkesi kendisine kul yapmış, secde ettiren her şeyi kendisinden isteten bir adama,

فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا  Buyuruyor.  Allahlık davasında bulunuyor. Bugün küçücük bir memuriyet, bir iskemle sahibi olmuş, onun karşısına çıklım, büklüm gidiyoruz, değil mi?

Bir adam ki Allah muhafaza buyursun! Allahlık davasında bulunuyor ben Allahım diyor.

Ne zamana kadar Cenab-ı Hak ona müsaade etti.  اَنَ۬ا رَبُّكُمُ اْلاَعْلٰىۘ deyinceye kadar. فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ اْلاٰخِرَةِ وَاْلاُو۫لٰىۜ ta o zamana kadar onu söyledi. Rabb-ı alanız benim dedikten sonra yakaladı yakasından. Bindirdi aygıra haydi bakalım Cebrail aleyhisselamın kısrağına şeyle yallah. Canı cehenneme gitti. İşte öyle yapar. Allah öyle yapar ha. Ya Allah, Erhamürrahimin olduğu gibi, zalımlara karşı da kahhardır ve müntakimdir. Aziz-un zuntikamdır. Onun için Hz. Musa’yı ona gönderdiği zaman da Allah bilmiyor mu ki iman etmeyecek. Allahlık dava edecek. Fakat ne olur ne olmaz. Sende biraz celallısın ona yumuşak söyle فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا ki bahane bulmasın. Yarın demesin ki: “Ya Rabbi eğer bana Musa Aleyhisselam -biz o tabir ile söylüyoruz o tabiri o Musa der- Musa Aleyhisselam bana geldiği zamanda yumuşak, yumuşak söyleseydi, ben seni tasdik ederdim.” Onun için فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا bundan alacağımız ders nedir? Bu günün mütemerrid insanlarına inat, benim gittiğim yol doğrudur diyor. Benim hareketim diyor, yahu gençliğin serbestliğinden istifade etmiyeyim mi? Nedir beni cendereye almışsınız. Bıra oğul Cehennem azabı bekliyor. Bu dünya geniş değil o kadar zan edildiği gibi. Bunun arkasında ahiret var. En kıymetli meta-ı

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ  Sırrınca Cenab-ı Hak insanları mükerrem halk etmiş. Fakat   خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ ف۪ٓى اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ  İle ahsen-i takvime müstaid bir surette yaratmış. Bu insanı çöp tenekesine atılacak vaziyette halk etmemiş. Bu kadar kıymetli bir metaını bu kadar tezyin etmiş. En ince latifelerle donatmış. Her şeyi idrak ediyor. Dünyayı ahireti ne kadar, Cenab-ı Hakkın mahlûkatı varsa bütün bunları, bunların niçin halk edildiklerini ve nihayet kendisine verilen itibarın ehemmiyeti neden geliyor.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا اْلاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاًۙ ٭صَدَقَ اللّٰهُ رَبُّناَ اْلأَعْلٰى

Evet, insan semavatın, arzın, dağların yüklenemediği, yüklenmeye korktukları, çekindikleri emanet-i kübrayı omuzuna almıştır. Tekâlif-i ilahiyedir, diyen var emanete ehl-i tefsir çok mana vermişler. Tekâlif-i ilahiyedir diyenler var. Cenab-ı Hakkın insanlara bahş ettiği latifelerdir. Aza, cevarih, letaif insanlara bahş ettiği nihayetsiz istidattır. Müstaid halk etmiş. Her kemale terakki edecek bir vaziyeti yaratmış. İnsanı bu surette halk etmiş. Şimdi bu kadar ehemmiyet verdiği bir metaına, bir mahlûkuna elbette onun için eğer itaat ederse mükâfat verecektir. Nasıl mükâfat verecek bir hadis-i kudside mealen öyle buyuruyor; “Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ne kalb-i beşere hutur etmiş.” Yani beşerin kalbine de böyle bir şey gelmemiş. Surette taltif edecek. Muti olurlarsa. Evamirine itaat, yasaklarından sakınmalarını gösterirlerse Cenab-ı Hak, o kullarımı öyle taltif edeceğim ki onlar asla bu şeyimi, taltifimin derecesini idrak edemezler. Çünkü ne gözler öyle bir şey görmüş, ne kulaklar öyle bir şey işitmiş, ne de aklı beşerin kenarından geçmiş. Şimdi emanete bir manayı da biz aldığımız derslerden şöyle diyoruz.

Cenab-ı Hak قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ  Fermanının muktezasınca mülkün tek bir sahibi vardır. Kimdir? Allah. İnsan için ne buyuruyor:  “İnsan da benim, hem mülkümdür, hem memlukümdür, hem mülkümde onu çalıştırıyorum, vazife vermişim.” Şimdi mülk deyince tarla bahçe. Şimdi bize bu kadar güzel el, ayak, göz gibi bir zahiri duyguları vermiş, birde manevi latifelerle bizi donatmış. Evet, her şeyi bırak zahire bak. Biz insan olarak hepimizi böyle çarşıya bakıyoruz, gezenlere bakıyoruz, hepsi böyle sapa sağlam dinç, bir kalıptan çıkmış gibi öyle mi görüyoruz, yoksa muhtelif azalarında eksiklikler, aksaklıklarla malullaşmış, arızalaşmış vaziyette mi görüyoruz? Demek ki Cenab-ı Hak bize verdiği nimetlerini bazı kullarında o nimetleri ya kısmen yahut tamamen almak sureti ile mülk benimdir, davasını bir türlü gösteriyor. Şimdi biz bir gözü olmayanı gördüğümüz zamanda bir birimize diyeceğiz köre bak, köre bak öylemi! Ne diyeceğiz. Bu adamın bir gözü yok, bu adam da benim gibi adam. Acaba Cenab-ı Hak bize dese ki sizi muhayyer bırakıyorum. Bir gözünüzü verin sizi bu memleketin en zengini yapacağım. İhtiyarımızla bu başa gelmiş başka, ihtiyarımızla peki. Hastahaneye kaldırın gözümü vereyim. Bana burada işte bir servet verin en zengin ben olayım. Buna razı olur muyuz? Hiç. Şimdi öyle ise biz bu manzaraları gördüğümüz zaman da diyeceğiz ki “Yab Rabbi Elhamdülillah benim gözlerim sağlam.” Uzatmayalım bu hususta bize umumi şöyle bir ders veriyor. Ve diyor ki; eğer senin bir gözün yoksa iki gözü olmayana da bak. Var mı cemiyet içerisinde? Var. Senin bir kolun sakatsa arızalı ise iki kolu da arızalı çolak vaziyette olana işe yaramayacak vaziyette olana bak. Senin bir ayağında sakatlık varsa ayağının biri kesik veya ikisi birden işe yaramaz vaziyette olana bak. Baktın, arkasından ne diyeceksin Elhamdülillah Ya Rabbi. Benim bir gözüm yok ama görüyorum şu zavallı adam, elinden tutmuşlar götürüyorlar iki gözü de yok. Bu surette cemiyet arasında, insanlar arasında hele bu zatlar mümin olduklarına göre bir birilerine karşı merhametli olmak lazım. İşte o manzara bizim kalbimizde merhamet uyandırıyorsa ona karşı bir acıma hissi geliyorsa yine diyeceğiz; “Elhamdülillah Ya Rabbi! Hem beni cihazatça mükemmel halk ettin. Hem arızalandırmadın mülkünüm ben senin, istediğin gibi arızalandırabilirdin.”

 Şimdi bu hoş değil ama yine söyleyeceğim. Çanakkale muharebesinde Anafartalar cephesinde bak kurşun buradan girmiştir, biraz yukardan gitseydi gözüm giderdi. Peki, kurşun ağızımın içinden geçmiş alt çene kemiğini parçalamadan, çektirdiğim bir dişin boşluğundan geçmiş, ondan sonra köprücük kemiğinin yarısını götürmüş, koltuğumun altından çıkmış. Mümkündür. Gözümü kör edebilirdi, bu kemiğimi parçalayabilirdi, sonra bu kolumdan da yara aldım, bu kolumu da sakat edebilirdi, Ama Elhamdülillah işte karşınızdayım.

Daha şeysi doktorlar ümidi kesmişler. Çünkü kurşunun seyri o kadar ki kalbe bir buçuk santim mesafeden geçmiş. Bir parça seyrini değiştirse zaten oraya düşerdim. Yaşayan ölüler arasına karışırdık. Şimdi evet bunu benim üzerimden söyledim kusura bakmayın. Yani Cenab-ı Hakkın mülkündeki tasarrufuna bakın. Dilerse gözü kör etmiyor, dilerse de ediyor. Bir sınıf arkadaşım vardı. Biliyorsunuz kalbin açılma kapanma şeyi var, tam kalbin üzerinden kurşun giriyor arkadan çıkıyor. Kalp böyle büzüldüğü zamanda kurşun geçiyor. Sonra o Çanakkale çalhanesine girenler aslan gibi, sülün gibi arkadaşlarımız vardı. Birde hastanede buluştuk ki kimisinin kolu gitmiş, kimisinin ayağı gitmiş. Şimdi biz o çalhaneye uğrayıp geçtikten sonra azamızda bir eksiklik yok. Yalnız dört ay kadar ağzım açılmadı. İşte bir diş çektirmiştim pirinç tanelerini parmağımla oradan, dört ay o suretle beslendim. Mülk O’nundur ha Hacı. Sonra ölüm içerisine girer misin, girmez misin? Eceli takdir eden O, yaşatacak. Hacı bu zamana kadar da gelecek senin başına böyle püskül olacak Elhamdülillah.

-: Elhamdülillah Allah onun için sizi yaşatmış. Ümmet-i Muhammed’e faydalı olduğunuz için.

Hulusi Bey: Bilmiyorum. İyilik O’ndan. İyilik O’ndan.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 59) 21. LEM’A (İHLAS HAKKINDA) DERS - 1 başlıklı makalemizde 21.lem'a, hulusibeyçanakkalegaziliği ve İhlas hakkında bilgiler verilmektedir.