YİRMİÜÇÜNCÜ MEKTUB YEDİNCİ SUAL DERS – 2
(Talebe Dersi)
Hulusi Bey: Muhaddisler, ehl-i Kur’an, ehl-i selahet, İslam’ın medarı iftiharı olan böyle zevat yetişmiş. Bakın ne emektir, ne dikkattir. Sonra işinde muvaffak olmak için nasıl Cenab-ı Hakka havli kuvvetinden teberri ederek nasıl bir teslimiyet göstermiş ki Cenab-ı Hak onun isteğine muvafık her surenin besmelesine ayrı bir tefsir yaptırtıyor. Yani o nahcivani tefsiri bu gün ele geçse tefsirlere de baksak göreceğiz ki Bismillahirrahmanirrahimin tefsiri o surenin tefsiri yerine geçmiş. Bunu demekle bu gün elimizde bulunan o da Kur’anın sırrı icazı manasını taşıyan Risale-i külliyatından, herhangi bir eseri daha ileri tutmak manasına kast etmiyorum yani. Bugünün ihtiyacına vefa edecek. Bugünün ihtiyacı nedir? Çok şeye muhtacız. Fakat en ziyade, en ziyade muhtaç olduğumuz şey nedir? İmanı kuvvetlendirmek. Neden hasimlerimiz içte ki, dışta ki hasimlerimiz, imanlı zümreyi imandan soymak istiyorlar. Hür olsun.
Biliyorsunuz ki Üstad hazretleri bu manalardan vazgeçip muğlak ifadeleri bıraktırıp bize oluşturmak, buruşturmak, olağanlar, molaganlarla ta bizi buraya getirenlerin gayesi nedir? Bizi ıstılahat-ı diniyeden imaniyeden, şer-i sözlerden tamamı ile uzaklaştırmak. Canım bunların da böyle gayet açık bugün ki şu söylediğin şekildeki Türkçe ile olsa daha iyi anlasak. Bugün anladığımız gibi maşaallah. Yani bu Türkçe olmuş değil mi? O Tercüman da neydi o köşe başını yazan kimdi?
-: Ergün Göze
Hulusi Bey: Çok dokunuyor yani bu cihete. İyide bir itikadı var o adamın.
-: Yüksek İslam Enstitüsü mezunu, ayrıca Hukuk fakültesini bitirmiş.
Hulusi Bey: Evet evet hukuku da bitirmiş filan işte insan olmuş, İslam olmuş, insan olmuş. İslamiyet-i Kübra olan İslamiyet’le, iman. Yani bunlar bizi nereye kadar götürüyor? Ne yapıyor? Devrim, eskiden neydi? İnkılap. İnkılabın da adını değiştirdiler şimdi devrim. Yani devirdik, yıktık. Fakat ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar yine o yıkıntının arasından
اَللّٰهُ اَكْبَرُ٭ اَشْهَدُ اَنْ لآَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ
Sesi geliyor. Kur’an’dan haberleri yok. Bilmiyorlar ki Cenab-ı Hak şu Furkan-ı Kerimde
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Buyurmuş. Bunu biz indirdik biz muhafaza edeceğiz.
Evet, onu bir hatıra olarak anlatmışım. Bu harf inkılabı olduğu zaman Üstad hazretlerine sordum.
Bu yeni huruf kabul edildi, bununla Kur’anı yazarlarsa halimiz nice olur? Ben yine Eğirdir’de o da Barla’da iken ha. Canı sıkıldığı zaman öyle pek şeye girmez. O kadar cevap vermişti. Üçyüzelli milyon Müslüman içinde Kur’an bütün hurufu ile nukuşu ile kıyamete kadar elbette baki kalacaktır, devam edecektir. Çünki müteahhid’i sağlam. Kim müteahhid? Dostumuz olan Allah. Şimdi gördün mü ki Allah’ı dost etmenin şeyi. Bizim dinin, imanın, Kur’an’ın bütün hurufunun, nukuşunu kıyamete kadar muhafaza edecek bir dostumuz var. Dünya bize dost olsa bunun teminat altına alabilirler mi? Dünya bize düşman olsa bir tek Allah bu taahhüdünde bulunsa onların düşmanlığı tesir eder mi? Etmez. İşte aynı şeyi söylüyor. O dost ise her şey dosttur.
-: Mal istersen kanaat yeter.
Hulusi Bey: Kim istemez. İstemiyen var mı acaba? İster amma kanaatle iste. Zaten öyle diyor. Mal istersen kanaatle iste ki çok gele diyor.
-: Evet kanaat eden, iktisad eder;
Hulusi Bey: İktisad eden, bereket bulur.
-: İktisad eden, bereket bulur
Hulusi Bey: Birinci tabaka çıktımı? Isındı mı hava? Birinci tabaka çıktı. Bakıyorum artık buruna mendil gitmiyor. Onunda şeyi sıcaklığın artmasına alamettir. Fakat buradan sonrasına sen dikkat et. Bize doktorluk yapıyorsun yüzün ak olsun amma kendine de tabip ol. Buyur.
-: Düşman istersen nefis yeter.
-: Efendim oradaki iktisat, İktisat eden bereket bulur.
-: İktisat eden bereket bulur diyor. Bu nasıl olur?
Hulusi Bey: Bizim, iktisatçı yok mu hiç, iktisatçı yok mu? Tutumlu ha şimdi. Şimdi tutumlu bu iktisat oluyor.
-: Hesabını bilen.
Hulusi Bey: hı? Ne diyor?
-: Hesabını bilen diyor.
Hulusi Bey: Nasıl hesabını bilen? İktisat; hesabını bilen. Lügatiniz burada değil mi yahu? Bu lügat değil mi? Ne almış orda. Bir adama muktesid denince ona, o adam Muktesid denilince ne damgası vuruluyor.
-: Cimri
Hulusi Bey: Cimri, bahîl. Ona da bal hikâyesini söylersin. İktisat risalesi var. Ne diyor?
-: İktisad: Tutum, biriktirme, her hususta itidal üzere bulunmak. Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak.
Hulusi Bey: Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak. Evet, iyi o kadar da yeter. Kanaat istersen ne diyordu? Mal istersen kanaat yeter. Kanaat eden iktisad eder, tutumlu davranır. Ne lüzumundan fazla tutum yapacağım diye nefsinden, infakına mecbur olduğu, geçimine mecbur olduğu efrad-ı ailesini perişan eder. Artıracağım, bugünün yarını da var, böyle değil.
Cenab-ı Hak insanın yediğinden içtiğinden bile bir ihtiyat deposu yapmış mı? Ne surette yapıyor? Et, yağ sureti ile değil mi?
-: Evet
Hulusi Bey: Bunları vücudumuzda bile bunu yaptığına göre, biz hariçte cemiyet arasında, milletçe şeye gitmemek, aşırı olmamak sureti ile yarın için, o zaten nimete ihtiram o da var. Nimete ihtiramda yani bize verdiğini savurmak değil, bir kısmını artırmak. İktisad risalerini yazdığı zamanda, ramazan ayında bir ayda sarf ettiği yiyecek miktarı, o iktisad risalesinde var. Şimdi onu karıştırmayalım da şöyle bir tek somun, otuz gün ramazanda ekmek ihtiyacına kâfi geliyor, bayrama kalıyor.
Yüz elli dirhem pirinç, idare ediyor. Yarım okka yoğurt, idare ediyor. Bu ne yedi. Şimdi oruç tutmakta Bizde cari olan bir usül var. Dindar kumandanlarımız vardı. Biz yetiştik bir kısmına. “Onlar onbir ayı devlete bir ayı Allaha.” Deyip ramazanda mescitlere devam, oruca devam. Boğaza, boğaza ya diğer aylardan ziyade ihtimam. En mugaddi yemekleri ne zamana bırakacağız? Ramazan ayına, onbir ayın sultanı. Onda fazla yemek sanki ilahi bir emirmiş bu. Hâlbuki ramazan ayı bizi daha ziyade ruhani olmaya, ruh vaziyetine getiriyor, melek vaziyetine getiriyor. Cismi geliştirmekten biraz manamızı geliştirmek şeysine giriyor. Acaba bu kadar fazla yemekle daha mı istifade eder insan?
Tıp noktasında bile diyoruz ki bir himye denilen şey var. Biz böyle ramazanı da diğer günler gibi yaparsak, diğer günlerde yaptığımız marifet nedir? Hazımsızlığa filan aldırmadan üst üste mütenevvi yemekler yemek, mideye illallah usandım. Bu mütenevvi yemekleri birbiri üstüne dolduruyorsunuz. Mide bozuluyor, hararet basıyor, aman doktor ilaç getir. İş fena, ne yaptın? İşte bugün turşu murşuda yedim iştahımda açılmıştı. Öteberi derken, mide şişti. Yanıyorum doktor yetiş. Ya! E ne anladın zoru sana. Bizanslıların son zamanlarından bahsederlerde, o kadar nefisperestane hareket ediyorlarmış ki; çok mütenevvi yemekleri yiyiyorlar, ondan sonra gasyan sureti ile çıkarmak sureti ile yeniden acıkıp tekrar sofraya oturmak. Bu kadar israfa girmişler. Akibeti? Akibeti Fatih Sultan Mehmed’in ve ordusunun o surlarla o zincirlerle filan. Halice zincir germişlerdi değil mi? Ama bak azmin elinden imanın karşısında zincir de para etmedi, sur da kurtarmadı. Onların keyiflerini kaçırdı. Çünkü o surları yıkacak zencire karşı, onu koparacak vaziyet olmayınca karadan donanmayı halice indirecek bir ilham-i Rabbani eseri olarak. Bu ne fedakarene iştir. Evet, o zamana göre onlar harikadır ki ondan kaç yüz sene evvel Peygamber-i zişanımız İstanbul’u feth eden kumandanı ve orduyu yani emiri de, ceyşi de meth-ü sena ediyor. Bu meth-ü senaya nail olmak için Emeviler zamanında, daha birçok Abbasîler zamanında herkes İstanbul’u almaya heves ettiler. Muvaffak oldular mı? O öyle bir emir olacak ki Peygamberin de senasına bihakkın layık olsun.
Madem o açıldı. Edirne payitahttı. Edirne’de Fatih İstanbul’un fethine karar vermezden evvel, tebdil-i kıyafetle esnafın vaziyetini dolaşıyor. Edirne. Hükümetin merkezi. Gidiyor bir bakkala yağ istiyor. Mesela, bir okka yağ. Onu oradan alıyor. İki okka da pirinç ver diyor. O da var ha.
Diyor ki şu karşıdaki komşum bugün siftah etmemiştir git oradan al.
Bu tebdil-i kıyafet padişah olduğunu göstermiyor. Oraya gidiyor. Başka bir maddeye ihtiyacı var. Oradan pirinci aldıktan sonra ona diyor ki bereket versin. Şu komşum bugün alış veriş etmedi. Böyle birkaç dükkânı dolaştıktan sonra.
Bu sadakat. Bu millet bir birilerine karşılık bağlılık, gözeticilik hissi, bu millette olduktan sonra ben İstanbul’u alabilirim. Diye kararını böyle bir prova yaptıktan sonra, bu hükme varıyor ve bu kanaatle hareket ediyor. Cenab-ı Hak da muvaffak ediyor.
Şimdi vaziyeti düşün böyle bir muharebe yok, bir şey yok. Gazeteciler bir taraftan, radyo dili diğer taraftan, uçurulmuş balon şeklindeki havadisler, başka bir canipten, kulağı kirişte olan milleti soymak azminde olanlar, onların da çıkardıkları yalan havadislerle. Şeker piyasadan kalkıyor.
Haydaaa bir hücum. Burası şeker fabrikasının yeri, bitti efendim diyorlar. Şeker kalmadı. Ne oldu? Ambarlara taşındı. Şimdi bu da millet. Bugün ki halimiz. Çeşitli yerlerde aynı vaziyet oluyor mu, olmuyor mu? Şu millet, bir birini gözetmek hissinden nasipli mi, var mı böyle bir şey? Yani şu hal, sen efendim oku. Edebiyatçı sen bunları yaz. Deki bu insaniyete yakışmaz. Ya böyle mi olur insan dediğin hem cinsine karşı müşfik davranacak.
Peygamber aleyhisselatu vesselam “Komşusu aç iken kemal-i lezzetle yemek yiyenin imanı kemalde değildir” diyor. Biz böyle havadis uyduralım, piyasadaki herkesin muhtaç olduğu, besleyici maddeleri toplayalım ambara koyalım ondan sonra
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
diyelim. Bu sadıkane bir şahadet midir rica ederim? Böyle yaparsak Allah’ın birliğine, Muhammed(s.a.v) risaletine şahadetin, şeyde orta yerdeki vaziyeti bu mudur? Bu dava sahih olur mu? İnsaf ile söyleyelim. Biz bununla kendi kendimizi ittiham etmiyoruz. Buraya toplananlar elhamdülillah, o kelime-i şahadetin manasını idrak edenler. Fakat içimiz de bu kadar fesat girmiş. Bugün salabet-i imaniyeyi, ahlak-ı diniyeyi muhafaza kaybına düşmek. Ne yapayım. Şimdi sende biraz tedbirli bulun. Görüyorsun bak unlar gidiyor. Şeker piyasadan kalkıyor. Zeytinyağı, ufa yağı, evet yağı, sana yağı, eee çeşitli yağlar, sabah yağı, akşam yağı. Yalnız bi kandilimizin yağı kaldı, bari oraya ilişmesinler de iman kandilini söndürmesinler. Allah şerlerinden muhafaza etsin. Âmin. Şimdi öyle bir asır yaşıyoruz ki yine geliyor Peygamber Ekrem sallallahu aleyhi vessellem ne buyuruyor?
Bu zaman nasıl bir zaman? Fesad-ı ümmed zamanı. Bozulmuş mu? Sen biraz mütevekkilane hareket etsen sana bir damga vururlar. “Hiç ileri görüşü yok.” Herkes teharükle böyle evlerini doldururken, O “Ben Allah’a mütevekkilim” diyor. Evine her gününkinden fazla bir şey götürmüyor. Sana ne diyorlar? Ne diyorlar sana o zaman?
-: İleri görüşlü değil.
Hulusi Bey: İleri ya! İleri görüş mü ya bu? Görünüyor sonra halimiz nereye gidiyor. Mamafih, merak edilmesin Allah dost ise, O dost sen de ona hakiki dost isen Cenab-ı Hak dostunu biraz sıksa da büsbütün emanını kesmez. Onu muhakkak korur. Ona yardımı dokunur.
Nasıl dokunacak? Ummadığı yerden, ummadığı sebeplerle Cenab-ı Hak kendisine sadıkane bağlı olan kullarını mahrum eder mi? Etmez. İnanç bu ha, inanmak lazım. Fesad-ı ümmet zamanının fesad dan kurtulmak çaresi de emredilmiş mi?
-: Evet.
Hulusi Bey: Nedir?
-: Sünnet-i seniyeye ittiba.
Hulusi Bey: Ha. Peygamber aleyhiselatu vesselamın hayatından haberdar olur. Nasıl yaşadı, okuyoruz değil mi hadisleri? Okuyoruz bir misafir geliyor da Cenab-ı Hakkın rızasını, Cennetini isteyen yok mu? Şu misafire ikram etsin.
Zatın biri diyor ben, kalkıyor evine götürüyor o misafiri hanımına diyor ki Peygamber böyle bir müjde verdi bende bu misafiri getirdim. Hanımı diyor ki vallahi çocuğumuza akşam vereceğimiz sütten başka bir gıda maddesi evimizde yok. Diyor ki öyle ise sen ışığı söndür, çocuğu uyut, o sütü misafire ver.
Sahabe-i kiram nasıllarmış, yaa sahabe-i kiram. İşte sahabe-i kiram bu, Peygamber aleyhisselatu vesselamın eshabından bir tanesi çıkıp da şey demiyor ki hepsinde böyle bir şey var. Müşteki değiller.
Cenab-ı Hak isteseydi ki, teklif de etti. İsteseydi, dağlar ona altun olup arz ettiler kendisini, iltifat etmedi. Niye dünyaya bu kadar küskün vaziyette hareket etti? Niye iltifat etmedi?
Peygamberi severiz değil mi? Şimdi biz, o değil biz her şeyimiz mükemmel olsun diyoruz amma ya bu mobilyaya ne dersin. Hiç kimsede artık bu mobilya şeyi yok, bunlar modadan gitmiş demode. Hiç kimsenin evinde artık bunlar kalmamış efendi. Bizde değiştirelim. Ne kadardı? Bunu kaça almıştın? Birkaç yüz lira. Şimdi onbin lira, yirmibin lira vereceksin ki efendiye de desinler ki “eee bu da artık modayı takip ediyor.” Bu ne ile olur, iktisad mı bu, kanaat mı bu? E şimdi bu böyle, üstü başı böyle Hz. İsa’nın hırkası gibi yamalı. Yama yama üzerine, bir ipliği çeksen yetmiş tane yama yere dökülecek. Bu vaziyette bulunmak mı? Allah’ın verdiği nimet üzerinde görünsün, çoluk çocuğunu yedir içir. Helal dairesinden çıkma, harama girme.
Eğer Cenab-ı Hak seni bi imtihana tabi tutarsa senin rızkını biraz daraltırsa şekvaya girme. Benden daha muhtaçlar vardır. Cenab-ı Hak şimdi de beni bu surette imtihan ediyor. Ben de buna karşı sabırla, şükürle müterakim şükürlerimiz var. Yapmadığımız şükürler var. Onlara karşı şükürle mukabele edelim. E ben boyuna sen mi okuyacaksın ben mi okuyacağım? Hadi oku, hadi oku.
-: Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen, belayı bulur zahmete düşer; kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider.
Hulusi Bey: Rahmete gider. Evet.
-: Nasihat istersen.
Hulusi Bey: Ben daha fazla gitmiyorum. Epey şeyler söyledim. Biraz çabuk oku da hiç olmazsa iki sayfa okundu desinler.
-: Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.
Hulusi Bey: Ölümü düşünen, dünya sevgisinden kurtulur, ahiretine ciddi çalışır. Fakat biz ahiretimize ciddi çalışıyoruz dersek ne yapacağız namazımızı kılıyoruz.
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمينَ
Cenab-ı Hak ve feyyazı mutlak hazretleri okunan dersten hasıl olan sevap hürmetine, ehl-i imanın bütün hastalarına acil şifalar, bütün dertlilerine acil devalar, bütün borçlularına ve çeşitli musibetlerin elemi içerisinde kıvrananlara o elemlerden kolaylıkla kurtulmalar nasibi müyesser eyleye. Suri ve manevi müşkilatlarını ve bizlerinde cümlemizin suri ve manevi müşkilatımızı hallu asan eyleye. Cümlemizin ahiri akıbetini hayr eyleye. Vademiz hitamına kadar iman ve İslam ve nur hizmeti yolunda fütursuz devam etmek cümlemize müyesser eyleye. Manileri bertaraf eyleye. Nümaata cesaret edenleri Cenab-ı Hak o emellerine muvaffak eylemeye. Afkan mücahitlerini komonistlere karşı mücahade de müzafer eyleye. Vademiz hitama erince o mübarek ve münci kelime ki buyrun;
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلٰهَ اِلاّٰ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدٌ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ
son nefesi vermek cümlemize müyesser eyleye.
اَلْفَاتِحَةْ مَعَ الصَّلَوَاةُ
PDF Dosyası İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 63) YİRMİÜÇÜNCÜ MEKTUB YEDİNCİ SUAL DERS – 1 (Talebe Dersi) başlıklı makalemizde 23.mektub 7.sual hakkında bilgiler verilmektedir.