80) ONUNCU SÖZ/ZEYLİN BİRİNCİ PARÇASI DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

ONUNCU SÖZ/ZEYLİN BİRİNCİ PARÇASI DERS – 1

Hulusi Bey: Hazreti Muhammed aleyhisselatu vesselamı seviyor. Bu sevgisiyle hiç onun pek ali mertebesinde nasıl bir arada bulunacaktır? Ama ciddi seviyor, ama basit bir bedevi, ami. Bu adam peygamber sevgisiyle peygamberle beraber bulunur mu? Bulunur, diyor. Fakat onun misali şöyle; Bir sofrada mütenevvi yemekler var. O da cennet taamları gibi yemekler. Şimdi herkes sıhhatinin derecesine göre, midesinin sağlamlığına, zaikasının kuvvetine göre o taamlardan lezzet alır. Bunlarda mütefavid olur. Hazreti Muhammed aleyhisselatu vesselamın aldığı feyiz, o taamlardan aldığı lezzet, bedevinin lezzeti ile mukayese olur mu?

-: Olmaz.

Hulusi Bey: Hem bir sofrada bulunur da, bir sofrada bulundular. Ama aldıkları lezzet ayrıdır. Hasta bir insan arkadaşları ile beraber yahut büyükleri ile beraber bir sofrada bulunur. Ağzına aldığı şey kendisine acı geliyor. En tatlı şeyden lezzet alamıyor. Şimdi o sofrada bulunmuş. O sofrada kimler vardı? Mesela; müftü filan zat, hoca şu, hafız bu velhasıl memleketin en göze görünür simaları, mübarek insanlar hepsi o sofrada bulunur. Fakat kendisi hasta olarak o sofrada. O sofradaki lezzetten ne kadar istifade eder? Sıhhatinin müsaade ettiği nisbetin de istifade eder. Ama onlarla beraber bulunmaya mani midir?

-: Ve hayvanatta olduğu gibi; başka menfaatler ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti mağlub edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.

            İşte iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi; hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye taalluk eder.

(Sözler Shf: 97)

Hulusi Bey: İçtimai. En küçük içtima-i vaziyet aile hayatında tahakkuk etmiş. Tahassul eder.

-: Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile sairleri kıyas edilse anlaşılır ki: Hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu; insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî haceti derecesinde kat’îdir.

Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile sairleri kıyas edilse anlaşılır ki: Hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu; insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî haceti derecesinde kat’îdir. Belki insanın midesindeki ihtiyacın vücudu, taamların vücuduna delalet ve şehadetinden daha zahirdir.

Belki insanın midesindeki ihtiyacın vücudu, taamların vücuduna delalet ve şehadetinden daha zahirdir.

Hulusi Bey: Başka yerde buyuruyor ki; Cenab-ı Hak, midenin gelecek duasını kabul etmiştir ki; o duan gelecek yani. Kabul etmiştir ki o dua gelmezden evvel hadsiz matumatı halk etmiştir. Midenin gelecek duasını kabul etmiş ki hadsiz taamları o midenin gelecek duasına, dua gelmezden evvel matumatı halk etmiş. Yenecek şeylerin hepsini mideye öyle bir iştiha vermiş. İştihalı bir mideyi de tarif etmiş ki yani Cenab-ı Hak eğer yenilen şeyleri, içilen şeyleri hazım ettirmese o midede dursa insan daha artık bir şey yiyebilir mi? İşte iştihalı mide onları hazm ettiriyor, tekrar bir şey daha oraya o kaba koymak iktiza ediyor. Onu alıyor onu da hazm ediyor, onu da. Hazımsızlığa uğrarsa sıhhati bozulur. Daha en tatlı şeyi de getirseler yiyemiyor. Evet.

-: Ve daha ziyade tahakkukunu bildirir. Ve eğer bu hakikat-ı haşriyenin neticeleri insaniyetten çıksa; o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini isbat eder.

Ve eğer bu hakikat-ı haşriyenin neticeleri insaniyetten çıksa; o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini isbat eder. Beşerin idare ve ahlâk ve içtimaiyatı ile çok alâkadar olan içtimaiyyun ve siyasiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın! Gelsinler, bu boşluğu ne ile doldurabilirler ve bu derin yaraları ne ile tedavi edebilirler?

Hulusi Bey: Şimdi her kafadan bir ses çıkarsa, aile yuvasında ahenk olmazsa, herkes içersinde ki o ailenin hepsi ehl-i imandan olmazlarsa, yani imanın bütün erkânına inanmış olanlardan olmazsa, o aile hayatının içtimaiyatı tatsız bir hayat-ı dünyeviyeden sonra ebedi mufarakat suretinde görünür. Hepsi bir tarafa gidecek. Kendisine cehennemi hazırlayan bir vaziyette yaşıyorsa, o ailede bulunmakla ne olur?  Evet.

-: İKİNCİ NOKTA: Hakikat-ı haşriyenin hadsiz bürhanlarından sair erkân-ı imaniyeden gelen şehadetlerin hülâsasından çıkan bir bürhanı, gayet muhtasar bir surette beyan eder.

Hakikat-ı haşriyenin hadsiz bürhanlarından sair erkân-ı imaniyeden gelen şehadetlerin hülâsasından çıkan bir bürhanı, gayet muhtasar bir surette beyan eder. Şöyle ki:

Hulusi Bey: Bu hangisi bu ? Kaçıncı?

-: İkinci nokta mukaddimenin ikinci noktası.

-: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın risaletine delalet eden bütün mu’cizeleri ve bütün delail-i nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün bürhanları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna şehadet ederek isbat ederler. Çünki bu zâtın bütün hayatında bütün davaları, vahdaniyetten sonra haşirde temerküz ediyor. Hem umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, aynı hakikate şehadet eder. Hem وَ بِرُسُلِهِ kelimesinden gelen şehadeti

Hulusi Bey:  وَ بِرُسُلِهِ Evet. 

-: Şehadeti bedahet derecesine çıkaran, وَ كُتُبِهِ şehadeti de Aynı hakikate şehadet eder.

Hulusi Bey: وَ كُتُبِهِ Evet.

-: Şöyle ki: Başta Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın

Hulusi Bey: Vahdaniyeti başa aldı. Ondan sonra?

-: وَ بِرُسُلِهِ

Hulusi Bey: Resulleri da aldı. Kitapları da aldı. İmanın erkânları. Melaikesi de var mı?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Hayırsız olmaz. Ona da gelecek.

-: Başta Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hakkaniyetini isbat eden bütün mu’cizeleri, hüccetleri ve hakikatları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehadet edip isbat ederler. Çünki Kur’anın hemen üçten birisi haşirdir ve ekser kısa surelerinin başlarında gayet kuvvetli âyât-ı haşriyedir. Sarîhan ve işareten binler âyâtıyla aynı hakikatı haber verir, isbat eder, gösterir. Meselâ:

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ٭ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ ٭ اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا ٭ اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ ٭ اِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ ٭ عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ ٭ هَلْ اَتَيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ

gibi, otuz-kırk surelerin başlarında bütün kat’iyyetle hakikat-ı haşriyeyi kâinatın en ehemmiyetli ve vâcib bir hakikatı olduğunu göstermekle beraber, sair âyetler dahi o hakikatın çeşit çeşit delillerini beyan edip ikna eder.

kâinatın en ehemmiyetli ve vâcib bir hakikatı olduğunu göstermekle beraber, sair âyetler dahi o hakikatın çeşit çeşit delillerini beyan edip ikna eder.

            Acaba birtek âyetin birtek işareti, gözümüz önünde ulûm-u İslâmiyede müteaddid ilmî, kevnî hakikatları meyve veren bir kitabın böyle şehadetleriyle ve davaları ile, Güneş gibi zuhur eden iman-ı haşrî; hakikatsız olması Güneşin inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı ve yüz derece muhal ve bâtıl olmaz mı?

Acaba bir sultanın birtek işareti yalan olmamak için bazan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde, o pek ciddî ve izzetli sultanın binler sözleri ve va’dleri ve tehdidlerini yalan çıkarmak hiçbir cihette kabil midir?

Hulusi Bey: Haşa!

 -: Ve hakikatsız olmak mümkün müdür?  Acaba onüç asırda fâsılasız olarak hadsiz ruhlara, akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu manevî Sultan-ı Zîşan’ın birtek işareti böyle bir hakikatı isbat etmeye kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakikat-ı haşriyeyi gösterip isbat ettikten sonra, o hakikatı tanımayan bir echel ahmak için Cehennem azabı lâzım gelmez mi ve ayn-ı adalet olmaz mı?

-: İcab eder.

Hulusi Bey: Hacı Sabrı hemen fetvayı verdi.

-: Ve ayn-ı adalet olmaz mı?

Hulusi Bey: Onun için müftü efendi haklı. Sana yakında bir vazife vereceğiz demişti. Müftülük vazifesi, bir zaman Sivrice’ye müftü yapıyordu. Evet.

-: Hem birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semavî suhufları ve mukaddes kitabları dahi, bütün istikbale ve umum zamanlara hükümran olan Kur’anın tafsilatla,

Hem birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semavî suhufları ve mukaddes kitabları dahi, bütün istikbale ve umum zamanlara hükümran olan Kur’anın tafsilatla,

izahatla, tekrar ile beyan ve isbat ettiği hakikat-ı haşriyeyi, asırlarına ve zamanlarına göre o hakikatı kat’î kabul ile beraber, tafsilatsız ve perdeli ve muhtasar bir surette beyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve isbatları; Kur’anın davasını binler imza ile tasdik ederler.

            Bu bahsin münasebetiyle Risale-i Münacat’ın âhirinde, iman-un bilyevm-il âhir rüknüne, sair rükünlerin hususan “Rusül” ve “Kütüb”ün şehadetini, münacat suretinde zikredilen pek kuvvetli ve hülâsalı ve bütün evhamları izale eden bir hüccet-i haşriye aynen buraya giriyor. Şöyle ki: Münacat’ta demiş:

            Ey Rabb-i Rahîm’im! Resul-i Ekrem’inin talimiyle ve Kur’an-ı Hakîm’in dersiyle anladım ki: Başta Kur’an ve Resul-i Ekrem’in olarak bütün mukaddes kitablar ve peygamberler, bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celalli ve cemalli isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmane cilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir tarzda dâr-ı saadette istimrarına ve bekasına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delalet ve işaret ederler.

Ey Rabb-i Rahîm’im! Resul-i Ekrem’inin talimiyle ve Kur’an-ı Hakîm’in dersiyle anladım ki: Başta Kur’an ve Resul-i Ekrem’in olarak bütün mukaddes kitablar ve peygamberler, bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celalli ve cemalli isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmane cilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir tarzda dâr-ı saadette istimrarına ve bekasına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delalet ve işaret ederler.

            Hem yüzer mu’cizat-ı bahirelerine ve âyât-ı katıalarına istinaden, başta Resul-i Ekrem ve Kur’an-ı Hakîm’in olarak bütün nuranî ruhların sahibleri olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin kutubları olan veliler ve bütün keskin ve nurlu akılların madenleri olan sıddıkînler, bütün suhuf-u semaviyede ve kütüb-ü mukaddesede senin çok tekrar ile ettiğin binler va’dlerine ve tehdidlerine istinaden, hem senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemal gibi âhireti iktiza eden kudsî sıfatlarına, şe’nlerine ve senin izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden, hem âhiretin izlerini ve tereşşuhatını bildiren hadsiz keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bulunan itikadlarına ve imanlarına binaen saadet-i ebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalalet için Cehennem ve ehl-i hidayet için Cennet bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar. Kuvvetli iman edip şehadet ediyorlar.

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 79) İBADETİN DÜNYA SAADETİNE VESİLE OLDUĞUNU İZAH EDEN CİHETLER. DERS-2 başlıklı makalemizde ibadet ve ibadetin hakikatı hakkında bilgiler verilmektedir.