ÂYET-ÜL KÜBRA RİSALESİ VE DUA DERS – 4
-: Güya onlara acıyıp ağlayarak göz yaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür,
Hulusi Bey: Sübhanallah.
-: Güneşin şiddet-i ateşini serinlendirir ve sünger gibi bahçelerine su serper ve zemin yüzünü yıkar, temizler.”
Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya her bir zerresi, her bir işi bilir ve o âmirin her bir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden her bir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk-ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr-ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.
Demek
Hulusi Bey:
اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَاْلاَرْضِ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
-: Ayetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kadir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram’dır der, hükmeder.
Hulusi Bey: Şurda bir şey nazar-ı dikkatimi celbetti. O da hem rüzgâr var, hem de bulutların havada gezmeleri var, bir de bunlar yağmur dolu bulutlar. Orada kullandığı tabire bak sen. Yani nasıl rüzgâr emir aldığı zamanda havayı naklediyor, orada da yağmura susamış yeri ıslatmak için, katreleri hamil olan o bulutlar, yağmurlu bulutlar, koşaraktan gidiyor. Adeta susamışların namına ağlıyor. Allah Allah! Ağlıyor ki onun gözünden yaş akıyor, bir an evvel emrolunan yere yetişmek, o susamış kavrulmuş vaziyete gelmiş olan yeri ıslatmaya emr-i Rabbanîyi yerine getirmek için öyle bir koşuş halinde. Gözünden yaş akıtıyor, hem de oraya koşuyor. Fesubhanallah, Fesubhanallah! Bunlar imanî dersler, yani insan mutlaka şair mi olmalı? İnsanı cûşa getiriyor. Bu vaziyeti gör, bulutu ağlat, bir taraftan da ağlayanlar gözünü göğe dikmiş. Ya Rabbi, اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً, rahmet isteriz diyor, ya Rabbi, rahmetine muhtacız toprağımıza ektik, bize yardım et. Ektiğimiz şeyde kalmasın, bütün o istidat dilleri, hepsi yalvarıyorlar. Ya Rabbi bizi zahir eller, rahmet toprağın içerisine koydu ama bunun istediği suyu da sen yetiştireceksin. Ancak senden bekliyoruz. Çünkü o kuru toprağı ıslatmaya o zavallı çiftçinin kudreti yetmez. Hele arazi kuru ise, yağmursuzluk yeri büsbütün kurutmuş bir vaziyete bulunursa, burdan mahsul almanın imkânını kim temin edecek? Hangi fen hangi felsefe? Herhalde elimizi açacağız, kime açalım?
-: Allah’a!
Hulusi Bey: Rahman O, Rahim, O Kerim O, Münim O. O’na açacağız, O’ndan isteyeceğiz. Başka, oraya açmadık da nerden istenir söyleyin bakalım. İstenecek başka yer yok. Derdimizi dinleyecek, yaramıza merhem vuracak kim ise hasta ona müracaat eder. Yoksa bir tarafta hasta inliyor, bir taraftan da gelmiş “Bakkal amca, ölüyorum bana yardım et, hastayım!”. “Evladım hastanenin yeri burdan gider, orda bir sürü doktorlar var, oraya git!”. Ee doktorların doktoru var, memleketin sahibi var, her yaraya merhem sürecek bir Hakîm-i Zülcelal var. O’nun kapısına dua ile yalvararak, gözyaşı dökerek müracaat et ki, muhtaç olduğun toprağının da muhtaç olduğu rahmetini ihsan etsin. Sen ağla, o kapıda ağla, boynunu bük, yalvar. Bizim yalvarmamız onun rahmetini cûş-u huruşa getirir. “İstersen ver istersen verme”, böyle diyene ne edeler?
-: Nankör
Hulusi Bey: Biz ihtiyacımızı bileceğiz, yalvaracağız ki versin. İstemeyene verilir mi? İstemeyen çocuğa annesi de bir şey vermiyor. Buyur.
-: Lafı geldi de hatırladım, burda fakültede okuyan bir talebe vardı. Ara sıra bizim derslere de geliyordu, devam ediyordu.
Hulusi Bey: Ee?
-: Şimdi manevi buhran içerisinde, kararsız bir halde bulunuyormuş.
Hulusi Bey: Ne ne ne?
-: Şimdi manevi buhran içerisinde, kararsız bir haldeymiş. Kardeşini gördüm, cemaatten dua istedi.
Hulusi Bey: İşittik.
-: Ayrıca bir kardeşimiz daha verdi, yüksek tahsili bitiren ve iki üç dersi kalmış, onu da iki senedir veremeyen bir kardeşimiz daha şey yaptı. Ayrıca hastalar var.
Hulusi Bey: Şimdi çeşitli dertlere müptela olanlar var. Bir kısmı endişelerle buhran geçiriyor, bir kısmı dertler gelmiş kapıya, muvaffak olamazsam deyip onun endişesini taşıyor. Ya Erhamerrahimin irhamna ya Allah! Hem bize merhamet et, hem de bunlar senin kullarındır, bu mübarek cemaatten dua istiyorlar. Bizim elimizden ne gelir? Biz de senin merhametli kapına geldik. Bu merhamete muhtaç din kardeşlerimize dualarını, isteklerini acilen yerine getirmek suretiyle hiç şüphemiz olmayan nihayetsiz rahmetini onlar hakkında da teşmil et. Onları merhametine layık kıl. O sıkıntılarını def’et. Hem onlara mensup olan ailelerin de yüzünü güldür. O biçareleri de feraha kavuştur. Lillahil Fatiha!
-: Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalar ile çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların müvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor.
Hulusi Bey: Sicim gibi yağmur taneleri, sicim gibi olmuş, birbiri arkasından yere geliyor fakat rüzgârda var. Rüzgâr olmasına rağmen onlar böyle hiç birbirine çarpmadan, yağmur katreleri toplanıp yani bir havuzun şeysi açılmış gibi gitmiyorlar. Yahut büyük bir musluğun şeysinden harıl, harıl gitmiyorlar. Yine katreler halinde birbirine çarpıp, büyümeden, küçülmeden öyle geliyorlar. Bunlar tesadüf işi mi?
-: Haşa, haşa.
Hulusi Bey: Bir idare eden var canım. İnanmayan yaşasın Cehennem. Ya!
-: Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhâssa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma’ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden
Hulusi Bey: Hidrojen-oksijen oldu mu bize, bizim lisanımızla hoca efendi konuşuyor, anlayalım diye. Yoksa hidrojeni de, oksijeni de hocasıdır hem de.
-:(hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden bu su, yüzbinlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle
وَهُوَ الَّذِى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ
âyetini maddeten tefsir ediyor.
Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tamtamına
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ ve يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِاْلاَبْصَارِ
âyetlerini
Hulusi Bey: Ayrı, ayrı ayetler.
-: Maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.
Hulusi Bey: Orda kalsın.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ * وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ * وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِرِينَ اِلى يَوْمِ الدّ۪ينِ * وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cenab-ı Hak ve Feyyazı Mutlak Hazretleri yaptığımız şu sohbet-i imaniyeyi dergâh-ı izzetinde kabule karin eyleye. Âmin. Hâsıl olan sevap hürmetine ehli imanın bütün hastalarına, gerek bundan evvel müfredatı ile söylenenlerin, gerekse umumen ehli imanın hastalarına acil şifalar, bütün dertlilere acil devalar, borçlulara ve musibetzedelere o elemlerden kurtulmalar, yolculara selametler, cümlemize dareynde selametler ve saadetler nasip ve müyesser eyleye. Cümlemizin ahir-ü akıbetini hayreyleye. Burada Kur’anın nuru altında lütfu ile toplayan O Rahmanürrahim-ü Kerim olan Allah’ımız ahirette de, ruz-u haşirde de Habib-i Ekrem (s.a.v)’in liva-ı hamd adıyla müsemma sancağı altında eksiksiz hepimizi, yani ehl-i tevhid, ehl-i iman, ehl-i islam bütün din kardaşlarımızı, bilhassa Risale-i Nur şakirdlerini inşâallah hiçbir tefrikaya uğratmadan, orada da parçalatmadan hepsini beraber o haşr-i azamda toplar. Bizi nihayetsiz rahmeti ile taltif eder. Şefaat-ı uzmaya bizi müstahak edecek bir halde bulundurur. Rahmet-i ilahiden ümit varız. Bizi burda toplattığı gibi orda da inşâallah toplattırır. Burda hesapsız kusurlarımızı nazar-ı müsamaha ile af ile karşıladığı gibi, orada da bütün kusurlarımızdan bizi sıyırır يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ sırrına mazhar eder. Rahmeti ile hakkımızda muamele eder. Ya Erhamerrahimin! Lütfuna muhtacız, affına muhtacız, bizi mağfurin zümresine ilhak eyle. Orada, burada görmek imkânını bize vermediğin fakat hasretini çektiğimiz hem cennetini, hem rızanı, hem likanı üçünü birden istiyoruz. Bu ihsanını da ikmal et. Hakkımızda ki nimetlerini itmam et ya Rabbi. Âmin.
وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلينَ وَسَلاَمَةٌ عَلَى الْحَاضِر۪ينَ اِلى يَوْمِ الدّ۪ينِ
٭وَالْحَمْدُلِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اَلْفَاتِحَة مَعَ الصَّلَوَاةُ٭
PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!
Bir önceki yazımız olan 97) ÂYET-ÜL KÜBRA RİSALESİ DERS - 3 başlıklı makalemizde Âyet-ül Kübra hakkında bilgiler verilmektedir.