18) 23. SÖZ 1. MEBHAS DERS-1

18) 23. SÖZ 1. MEBHAS DERS-1

ADAD

Hulusi Bey

23. SÖZ 1. MEBHAS DERS-1

Hulusi Bey: Tevbe edin, nedamet edin yaptıklarınızdan.

 

وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّلاَتُنْصَرُونَ

(Zümer: 54)

Azap gelmezden evvel Rabbiniz tarafına tövbe edici olduğunuz halde dönün, itaat edin. Cenab-ı Hak evvela ümit veriyor, Cenab-ı Hak bütün günahları bağışlayıcı mıdır? Amenna. Öyleyse şartı nedir? Şartı yaptıklarından ciddi bir surette pişmanlıktır. Ondan sonra istiğfar et. Evet, zahirde söylüyoruz. Bir dahi hele Cuma günleri, Cuma akşamları hocaefendiler bizde beraber arkasından diyoruz. Bir dahi işlememesine azm-i cezm-i kast eyledik. Ama işte dil söylüyor, akıl nerede? O ezberi okumak kolaydır da, o ezber şeysi içimizden gelecek. Evvela Üstadımızın kendisinde daima kusur gördüğüne inanıyoruz değil mi? Kim için acaba? Dinleyicileri talebesi için, bizler ki ona talebelik iddiasında bulunuyoruz. Öyle ise nefsimizde daima kusur görücü olalım. Nefsimizde kusur görürsek nefsimiz artık şımarmaz, bizi aldatamaz. Peki, fazla konuşmayayım, şöyle dürter. Bunu da arasına koy, yeri geldiği zaman okursun.

-: Çünki iman, insanı Sâni’-i Zülcelal’ine nisbet ediyor; iman, bir intisabdır. Öyle ise insan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır. Küfür, o nisbeti kat’eder. O kat’dan san’at-ı Rabbaniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde itibariyle olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.

(23.Söz 1.Mebhas)

Hulusi Bey: Biz bunun üzerinde duralım diyorum. O söylenen şeyin üzerinde biraz duralım. San’at-ı İlahiye tezahür ediyor. Nedir san’at-ı ilahiye? Gözümüz var mı? Kulağımız var mı? Aklımız var mı? İdrakimiz var mı? Kulağımızdan giren şeyi kıymetlendiriyor muyuz? Manalı mıdır? Şimdi şu okunan ders menbaı neresidir? Başında geçen ayet Kur’an’dan bir ayettir. Altında beyan edilen şey onun bir nevi tefsiridir. İman dersi veriyor bize, öyle ise bu dersi Kur’ani’yi iman kulağı ile dinliyoruz. Biz tevhid bahsine geçelim, ordaki şeye bak. Şimdi sen. Ne diyor? Onun “ لَهُ الْمُلْكُ ” bütün mülk kimindir?

-: Onun, Allah’ın

Hulusi Bey:    Bütün mülk, semavatta, yerde Allah’ındır. Sen hem onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalıştırılıyorsun.

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِفَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا اْلاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًاجَهُولاً

(Ahzab:72)

Emanet. Şimdi göz, kulak, el, ayak bunlar emanet mi bizim malımız mı? İmanın altı rüknü var. Belli. Amentüyü baştan ahire kadar okumak. Onu biliyoruz. Ama biz yine ruh meselemizi çok aydınlatacak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) öyle buyuruyor; netice şudur, mümin kime derler? Amentüyü okuyana mümin derler mi? Derler. Fakat içine de bakılır, dediği gibi ise, öyleyse Peygamber Efendimiz’i dinleyelim;(s.a.v.) ne buyuruyor? Mümin ona derler ki; her şey ona emanet edilir. Yani mal, can, ırz emanet edildiği zaman ona hıyanet etmez. Şimdi ikisini telif edelim. Bir diyoruz ki elimiz ayağımız gözümüz bizim değildir. Bütün mülkün sahibi Allah olduğuna göre gözü nerde kullanacağız? Nerede kullanırsak iman alametidir, nerede kullanırsak imanımıza delalet etmez, dediğimiz gibi değiliz manası çıkar? Cenab-ı Hak gözümüzü neden muhafaza etmemizi emrediyor? Harama bakmaktan emrediyor mu, muhafaza edin diyor mu? Vallahi Hacc-ul Harameyn ne olursan ol. Bunlar esas, bizim değil, biz emanetçiyiz istermiyiz bize hain denilsin? Hele birisi “Seni hain!” dese dişlerimizi gıcırdatırız değil mi? Şimdi emanete hıyanet, emanete riayet edilir yahut emanete hıyanet edilir. Emanetin hakkı verilirse emin kimsedir, riayet edilmezse hain kimse olur. Öyle ise dikkat edelim ki Cenab-ı Hakk’ın verdiği aza ve cevarihi, madem ki biz emanetçiyiz, esas mal sahibi O’dur, O’nun rızası dahilinde kullanalım. Şimdi bütün bütün yeise düşmeyelim. Evet, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hem beşir hem nezirdir. Hem müjde verir, hem korkutur. Şimdi bizde o (a.s.m.) isme ittiba ederek, hep korkucu vaziyette gitmeyelim. Ümidimiz var mı? Kurtaracak cihetler var mı? Var. Ne yaparız? Ne yapmalıyız? Birbiriyle münasebetli midir, değil midir? Bakın 6. Söz müdür:

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭

اِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

(Tevbe:111)

Orda da böyle diyor. Yine derslerimizde küçük dersler, Küçük Sözler. Küçük Sözler temel taşları. Küçük Sözler Eğer biz hazmedersek o zaman onun üzerinde diğer büyük dersler onun üzerinde durur sallanmaz. Bu küçük dersler mesela başında “بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ “ den bahseden Söz temel taşı olarak yerleşmezse, ondan sonra 2., 3., 5., 6., 9., 10. Söz’e kadar olan kısımlar, bunlar yerleşirse Risale-i Nur’un dersleri muhkem bir kale vaziyetine girebilir. O zaman sarsılmaz. Birbiriyle münasebeti olan şeyleri böyle aktarma da olsa şey etmemiz gerekir. Bakın hem 20. Mektup’tan hem 6. Söz’den, 23. Söz’ü de okuyoruz, ama oralardan da birer çay kaşığı ile bir şeyler aldık. Lezzet veriyor değil mi? Öyleyse merak etmeyelim, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden ümit kesmiyoruz. Biz talimata uygun hareket edeceğiz. Şimdi Risale-i Nur şakirdleri için tavsiye olunan nedir? Başka sözlere git, başka yerlere. Mesela Risale-i Nur şakirdliği ehl-i keramet olmasını ister mi? Kutup olmasını, veli olmasını ister mi? Yoksa şu Kur’anın hizmetkarlığına razı mıdır?

-: Kur’anın hizmetkarlığına razıdır.

Hulusi Bey:   Ehlen ve sehlen Hacı, hoş geldin sefa geldin. Şimdi سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ buyuruyor Cenab-ı Peygamber (s.a.v.), kavmin efendisi o kavme hizmet edenidir. Bir karınca kederince, evet, hem rahmetle anmak, hem de onun mübarek hatıralarını tekrar etmek için diyorum, daima tekrarlamıştır Üstadımız; “Sizler şahid olunuz ki; bir tek müminin imanını kurtarmasına bedel ben cehenneme girmeye razıyım.” Biz de din kardeşlerimize şu vazife arkadaşlarımıza, hizmet-i Kur’aniyedeki kardeşlerimize, münasebetimiz madem ki uhuvvet esasına dayanıyor, öyleyse birbirimize karşı devamlı şefkatli davranmak lazım. Evet, birimizin bir kusuru olursa mütehakkimane değil, sen şu yanlışı yaptın sen şu kusuru işledin değil, fakat onu şefkatle idare etmek. Üstad’ın buyurduğu gibi inşaallah onun mübarek ruhu şu cemaatimiz üzerinde hazırdır. Zaten diyor ki beni ararsanız beni satırların arasında bulursunuz. Şimdi kendisi gitmiş bu sözler zat-ı alinizin mi bu okuduğunuz? Benim de değil. Şu sözler oturanların için de benim diyen ihtiyar genç biri varsa çıksın parmak kaldırsın.

-: Yoktur. 

Hulusi Bey: Var mı? Sizden gelenlerden de yok mu? Demek sözler o zatın, biz onun sözünü okuyoruz. Fakat o ne kadar nükteli bir konuşmadır ki, beni arayan diyor satırların arasında beni görür. Zaten aşikâr yahu. Bu söz hiçbirimizin değil. O nereden almış? Onun kaynağı neresi? Kur’an’dan almış. Allah Allah. Peki, başka âlim yetişmemiş mi Kur’andan alacak? Türkiye’de İslam âleminde başka alim yetişmemiş midir? Kur’andan Kur’anın feyzinden istifade edip onu ümmete duyuracak zevat yetişmemiş midir? Yetişmiştir ama mariz asra, hasta unsura, alil uzva reçeteyi Kur’andan alıp veren bu zat, bu asrın muktezasına göre tavzif edilmiş vazifelendirilmiştir. Öyle bir zamana geliyor ki o zat, Kur’anın bütün surları yıkılmış, Kur’an tek başı ile kendisini müdafaa ediyor. O da benim malım değildir diyor. O zatda.. Yani ilmine güvenerek bir şey söylemiyor. Ekseri sözler mektuplar sünuhat nevindendir diyor, kalbe gelen şeylerdir. Dün bir şeyin müzakeresini yaptık, yani ben de kat’i bir şeye varamadım. Onuda şey edeyim “Zakirlerin feyizli zikirleri” diyor. Zakirlerin feyizli zikirleri, nerede okuduk onu? Bekir Bey?

-: 9. Pencere mi?

Hulusi Bey: Hah yani tevhid, Marifetullah’a ait 33 Pencere var ya, oradan “zakirlerin feyizli zikirleri”, açıklıyorum ben tatmin edici bir şey bulup da, müzakere de ettik, fakat kapalı kaldı, izah edemedim. Evet, o dersten sonra bu gece o mesele hatırıma geldi, beni işgal etti. Zakirlerin feyizli zikirleri. Biz zakirin miyiz? Fikret Bey (Fikret Özdemir), zakirîn miyiz? Hep Allah, La ilahe illallah diyoruz ya onu inkar edemezsin ya. Feyiz alıyor muyuz? Feyzin lügat manasına filan baktık, fakat tatmin olmadık. Arkadaşlar bazen diyorlar ki bugünkü dersimiz çok feyizli oldu. Feyizli oldu diyorlar. Fakat ne demek istiyoruz? Ne söyleyen biliyor, ne dinleyen hakkı ile anlıyor. Şimdi lütf-u Hak’la bana şu mana geldi, kabul ederseniz söyleyeceğim, kabul etmezseniz.. Şimdi biz ona temas eder gibi olduk, fakat açıklayamadık. Her şeyi insan olduğu gibi açığa veremiyor, çünkü varidat-ı İlahi olacak, bütün üryanlığı ile iş meydana koyulabilsin. Olmazsa zorlamakla bu şey olmaz. Efendiler bir kâl meselesi var kâl, bir dilin söylemesi var. Bir de hâl dili var, hâl dili. Üstad ona işaret eder. Lisan-ı hâl ile der, lisan-ı hâlden bahs eder. Lisan-ı kâl var. Lisan-ı hâl var, lisan-ı ıztırar var, lisan-i fıtri var. Şimdi buna lisan-ı hâl ile diyordu. Şimdi bizde bir hal oluyor ama hali anlatmak çok zor. Neden? Burda biraz çünkü Üstad dinleyicileri arasında her sınıf müslüman-mümin var, hepsi dersten istifade etsinler onun için onlar da var. Yani tasavvuftan biraz bir parmak yalamış olan da var, o da hissesini alacak. İşte hali şöyle benzetirler; dünya şekerle dolu, dünya şekerle dolu, yemesen tat verir mi sana? Peki, kısmet oldu yedin. Güzel yazı yazarsın, edebiyatçısın da şunu satırlarla ifade edebilecek vaziyet var mı sende? Yahut çok güzel konuşursun, natıkân yerindedir, muhataplarına arzu ettiğin tesiri, şekerin vasfını anlatacak bir konuşma yapabilir misin? Yani öyle söyleyeceksin ki o da şeker tadını alır gibi olacak. Bu iş hâl dilidir. Zevk işidir, zevk işi. Keyf manasına değil, tatma işidir, tatmayan anlamaz. Şimdi Risale-i Nur’da da bu hassa var mı? Geleceğiz şimdi artık yerimize. Biz de Risale-i Nur’dan feyzimizi alıyoruz. Risale-i Nur’da bu hassa var. Efendim Risale-i Nur’da da hakikaten böyle bir feyz var, böyle bir tat var. Biz bu sözlerden daha iyisini konuşmakla muhatabımızı Risale-i Nur’dan gelen feyzle kandırabilir miyiz? Ya evet ya hayır. 

-: Hayır

Hulusi Bey: Bu kendi sözünden yani bu güzel sözlerden daha güzel söz bulup Risale-i Nur’u fazla şey etmeden bir iki cümle ile, Risale-i Nur hakkında muhatabımızı “Kabul ettim, inandım, başka delil istemiyorum” diyecek bir vaziyete getirebilir miyiz getiremez miyiz? Getiremeyiz. Demek ki bunda da bir hal var. Ne yapacağız? Şimdi ne yapalım? Yapacağımız şey tavsiye etmek. Kardeşim Risale-i Nur’un tadını anlaman için Risale-i Nur’u okuman lazım, Risale-i Nur’u okuyanlarla temas etmen lazım. Sıkılmadan, utanmadan onların cemaatinde bulunman lazım ki sana da bundan bir hal gelsin. Evet, başta şunun müellifi hep rahat ve huzur içersinde mi bu eserleri yazdı? 

-: Zahmet içerisinde

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 17) 21.LEM’A 1.2. DÜSTURLAR DERS-3 başlıklı makalemizde 21.lem'a ve ihlasrisalesi hakkında bilgiler verilmektedir.