29) 9. MEKTUP VE 21. LEM’A DERS-1

29) 9. MEKTUP VE 21. LEM’A DERS-1

ADAD

Hulusi Bey

9. MEKTUP VE 21. LEM’A DERS-1

Hulusi Bey:

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَيْنِ الْعِناَيَةِ كَنْز ِالْهِداَيَةِ اِماَمِ الْحَضْرَةِ اَمِينِ الْمَمْلَكَةِ طِراَزِ الْحُلَلِ ناَصِرِالْمِلَلِ تاَجِ الشَّرِيعَةِ سُلْطاَنِ الطَّرِيقَةِ بُرْهاَنِ الْحَقِيقَةِ زَيْنِ الْقِياَمَةِ شَمْسِ الشَّرِيعَةِ شَفِيعِ اْلاُمَّةِ عاَلِى الْهِمَّةِ كاَشِفِ الْغُمَّةِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ سِراَجِ الْعاَلَمِينَ.

اَللّٰهُ عاَصِمُهُ وَ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ خاَدِمُهُ وَالْبُرَاقُ مَرْكَبُهُ وَقاَبُ قَوْسَيْنِ مَقاَمُهُ وَالْمَعْبُودُ مَقْصُودُهُ شَمْسُ الضُّحَى بَدْرُ الدُّجَى نُورِ الْهُدَى خَيْرِالْوَرَى اِماَمِ الْمُتَّقِينَ اَصْفَى اْلاَصْفِيَآءِ مُحَمَّدِنِ الْمُصْطَفَى صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قِبْلَةِ الْعاَرِفِينَ وَكَعْبَةِ الطَّآئِفِينَ وَحَبِيبِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ وَ عِتْرَتِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَسَلِّمْ تَسْلِيماً كَثِيراً ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ اَمِينَ.  

قال الله تعالى : إنَّمَا المُؤْمِنُونَ إخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيكُمْ

İla ahiril ayeh sadakallahül azim

Allahü Teala buyuruyor:

 “Mü’minler hakikatte biribirlerinin kardeşidirler. Kardeşlerinizin aralarını bulunuz. Araları bozulursa ıslah edin, düzeltin.

 وقال الله تعالى : وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلَى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

Orayı almış

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلَى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ

Sadakallahül azim

Ben seni gitmiş biliyordum.

-: Sabaha kaldı efendim. Sabah namazı kılıp öyle gideceğiz inşaallah.

Hulusi Bey: Sabaha kaldıysa orda Mehmet Feyzi Efendi var, görüşmüş müsünüz?

-: Bilmiyorum hatırlamıyorum.

Hulusi Bey: Bir din kardaşımız, hoca yani eften püften bir adam değil. Hı?

-: Öyle olsa siz söylemezsiniz.

Hulusi Bey: Evet.

 “Mü’minler hakikatte biribirinin kardeşleridirler. Kardeşlerinizin aralarını bulunuz.” diyor ;

İkincisinde de :

وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلَى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

Allahü Teala buyuruyor:

“Günah işlemek ve zulüm etmek hususunda yardımlaşmayın.”

 Ayetin başı da;

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوى وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلَى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

“Din ile takvâ ile ihsân ile biribirinize yardım edin, birbirinize yardımcı olunuz. ”

Ama günâh işlemekte değil.

وَعَنْ أَنسٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ : قَالَ: قَالَ رَسُولُ الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : لاَ تَقَاطَعُوا، وَلاَ تَدَابَرُوا، وَلاَ تَبَاغَضُوا، وَلاَ تَحَاسَدُوا، وَكُونُوا عِبَادَ الله إخْوَاناً، وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوقَ ثَلاَثٍ

Enes (R.A.)’den naklolunduğuna göre, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: 

Efendiler! Bu okuduğum, dosttan gelen bir mektup değil, Peygamber-i Zî-şân’ımız Hazret-i Muhammed (A.S.M.)’ın zamanlarında Sahabe-i Kiram’ından bir zâta emirleridir. O gün, bu gün belki milyonlarla insan bunları söylemiştir. Fakat hiç taravetini bozmamış. Bugün bizler de aynen Resul-i Ekrem (A.S.M.)’dan dinler gibi bir hürmet içinde, bir huşu içinde dinlemeliyiz.

Evet, Enes (R.A.)’den naklolunduğuna göre, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)  buyurmuştur: 

Ne buyurmuş?

Birbirinizle alâka ve münasebeti kesmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, dargın durmayınız, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, yekdiğerinizi kıskanmayınız. Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz.”

Bir Müslümanın din kardeşini üç günden ziyade terk edip küs durması helâl olmaz.

Anlamayan varsa tekrar edeyim, anlamayan varsa elini kaldırsın. Anladıktan sonra, Peygamber Efendimizi memnun etmek için bu emirlerine uymak istemeyen varsa, yine elini kaldırsın. Kaldırmıyorlar. Ama bakın, sonra karışmam. Allah şahit, sizler de şahitsiniz. Bu hadis-i şerifi belki çok da duymuşsunuz. Hutbelerde, vaazlarda çok söylemişlerdir. Fakat bugün biz de dersimiz buraya geldi, burayı okuduk. Sen, ben yok. Hepimiz bu işi duyduktan sonra kendimizi şeye mahsup etmek niyetimiz varsa Peygamber-i Zî-şânımız’a mahsup etmek ona ümmet olduğumuzu da‘vâ etmekte devam ediyorsak; Onun, her cihette faydası olan bu emirlerine uymaklığımız lâzım gelir mi, gelmez mi?

-: Gelir.

Hulusi Bey: Bitti. Mesele yok. Cenab-ı Hak, şu söylediğimizi de devam ettire.

-: Amin.

Hulusi Bey: Sözünde duranlardan eyleye.

-: Amin.

Hulusi Bey: “Canım sıkıldı canım. Canımı sıktı da onun için, yoksa biliyorum bu dersi de dinlemiştim ama.” dedirtmeye.

-: Amin.

Hulusi Bey:

وَعَنْ أبي أَيُّوبَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ, أَنَّ رَسُولَ الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : لاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِ لَيَالٍ: يَلْتَقِيَانِ، فَيُعْرِضُ هذَا وَيُعْرِضُ هَذَا، وَخَيْرُهُمَا الَّذِي يَبْدَأُ بِالسَّلاَمِ.

Sadaka resulullah kema kal

صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ كَمَا قَالَ‌

Ebû Eyyûb (R.A.)’den rivâyet olunduğuna göre, Resul-i Muhterem (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:

“Bir Müslümanın din kardeşini üç gün üç geceden fazla terk edip küs durması, helâl olmaz. Öyle ki, iki mü’min birbirine kavuşurlar da birisi yüzünü şu tarafa, öbürüsü öte tarafa çevirir. Hâlbuki bunların hayırlısı, önce selâm vermeye başlayanıdır.

İki Müslüman birbirinden biraz darılmışlar, nazlanıyorlar birbirlerine. O, selam versin diyor. Hâlbuki hayır kime aittir? Evvela selama başlayanadır. Birbirinize yaklaştığınız zamanda: “Esselamü aleyküm!”. Zaten küs durmaya son verdirecek hâdise de böyle başlar. “Esselamü aleyküm” dersin, tamam. “Allah seni Selam ismine lâyık göre, Selam ismini senin üzerinde tecelli ettire.” Bu güzel bir temenni ya hu!. Selamette olasın.

-: Ben verim almıyor ne olacak?

Hulusi Bey: Sen vebalden kurtulursun. Sen, yine rastladığın zaman yine 100 defa reddetse, sen yine selâm ver.

Ebû Hureyre (R.A.)’den, Resul-i Ekrem (S.A.V.)’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: 

Neymiş bakalım.

Her Pazartesi ve Perşembe günleri mükellef olanların amelleri Allah’a arz olunur.

Biz mükellef miyiz acaba? Mükellef miyiz? Siz Zât-ı aliniz mükellef misiniz? O küçüğü bilmiyorum. Ondan sonrası hepsi mükellef. Fakat ona da mükellefiyeti öğretiyorsun, muhakkak sen söylemesen de ben biliyorum.

Her Pazartesi ve Perşembe günleri mükellef olanların amelleri Allah’a arz olunur. Cenab-ı Hak, Allah’a şirk koşmayan herkesi, mü’min kulunu yani affeder.

Ne Erhamü’r-Râhimin Allah’ımız var. Çok şükür Ya Rabbi! Böyle bir Allah’ın sonsuz rahmetinden neden istifadeyi arzu etmeyelim.

Şirkin madununu affedecek. Yalnız, din kardeşiyle aralarında kin ve adavet bulunan kimseyi affetmeyip, “Yekdiğeriyle barışıncaya kadar bunları bırakın! buyurur.

Anlamayan varsa elini kaldırsın. Dinlemeyen demiyorum. Dinlendiğine kailim, anlamayan varsa lütfen elini kaldırsın. İyi anlamadım, bir daha tekrar et desin, bir daha. Buyurun iyi anlamayan varsa bir daha tekrar edeyim.

-: Bir daha okunsun efendim iyi olur, efendim.

Hulusi Bey: Peki

Ebû Hureyre (R.A.)’den, Resul-i Ekrem (S.A.V.)’ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: 

 “Her Pazartesi ve Perşembe günleri mükellef olanların amelleri Allah’a arz olunur.

Cenab-ı Hak, Allah’a şirk koşmayan herkesi, mü’min kulunu yani affeder. Yalnız, din kardeşiyle aralarında kin ve adavet bulunan kimseyi affetmeyip, yekdiğeriyle, barışıncaya kadar bunları bırakın!” buyurur.

Arkadaşımız, Cabir merhumun önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan gece Yeni Camide her yerde olduğu gibi memleketimizde de mutad mevlid-i nebevi menkıbesi okunacaktır. Bütün din kardeşlerimiz davetlidir, bilhassa Risale-i Nur şakirtleri arasından bir kardeşimiz olmak itibariye Risale-i Nurla münasebeti olan kardeşlerimiz herhalde bulunmaları tavsiye olunur, rica olunur. Bunu da duyduk mu? Günde yanlışlık yok ya. Ha bu önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan akşam. Yeni Cami’de o da belli mi? Cabir kardeşimizin merhum kırkıncı gecesine tesadüf eden gecedir. Ona rahmet okumak, diğer ölülerimizde rahmet okumak.

Risale-i Nurda hizmeti sebkat etmiş aramızdan ayrılmış, kendilerini bilelim bilmeyelim,  o zevatın da hatırlarız orda onların da ruhlarını memnun etmek için orda hazır bulunalım. Mevlidi okuyacak hoca efendiye de bunu söyleriz açıkça söylesin. Daha artık bunun gizli tutulacak, İslamiyet’i ilan ediyoruz. Aşikâre desin ki Risale-i Nur şakirtlerinden ahirete intikal eden, ben söylemesem bilenler söylesinler yani bütün müminlerin ahirete intikal edenlerini, alel husus Risale-i Nur şakirtlerinden ahirete intikal etmiş olan zevatın hepsini Cenab-ı Hak rahmetine layık göre. O zatları afv ede.

-: Amin

Hulusi Bey: Bizlerde o vaziyete geldiğimiz zaman şu muhterem cemaat yine bu dualarında bizleri dâhil ede inşallah.

-: Amin.

Hulusi Bey: Nereye kadar okudum?

وَعَنْ جَابِرٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ, قالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يقُولُ : إنَّ الشَّيْطَانَ قَدْ يَئِسَ أَنْ يَعْبُدَهُ المُصَلُّونَ في جَزِيرَةِ العَرَبِ، ولَكِنْ في التَحْرِيشِ بَيْنَهُمْ .

Müslimin rivayeti ile sabittir.

Câbir (R.A.) anlatıyor. Resul-i Ekrem (S.A.V.)’den işittim, şöyle buyurdu: “Muhakkak Şeytan, Ceziretü’l-Arab’da, Müslümanların kendisine, putlara tapacaklarından ümidini kesmiştir. Lâkin Müslümanların aralarına husumet, fitne ve fesad düşürmeye çalışacaktır.

Yine Câbir (R.A.)’ın Peygamber Efendimize, onun mübarek sözüne dayanarak bize duyurduğu bir hakikat var. Şeytan, artık Müslümanların arasına fitne sokar. “Puta tapın!” filan diye fitnelemek, öğütlemekten vaz geçmiştir ümidini kesmiştir. Ama aralarına düşmanlık tohumunu saçmaktan ondan vaz geçmez. Öyle ise, kim bu din kardeşine kin, husumet, adavet beslerse; kime hizmet etmiş oluyor?

-: Şeytana.

Hulusi Bey: Şeytan ya. Şeytana hizmet Ahiret’te şefâat eder mi bu kâfir?

-: Etmez.

Hulusi Bey:

عَدُوٌّ مُبينٌ     

buyuruyor değil mi?

اِنَّ الشَّيْطَانَ لِـْلاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

 Ayet doğru mu okudum?

-: Evet, evet İnnel insane

Hulusi Bey:

   اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُبينٌ

-:

اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفً۟ا

Var.

Hulusi Bey: O başka.

-: Sure-i İsra’da var. Evet.

Hulusi Bey: Hı, oku.

اِنَّ الشَّيْطَانَ لِـْلاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

mi dir? Ha burada. Sure-i İsra’ya da bak.

-: Abdulkadir burada sesini çıkarmıyor.

Hulusi Bey: Ne?

-: Hafız Abdulkadir burada diyor sesini çıkarmıyor,.

Hulusi Bey: Hafız Abdulkadir! Yüzün beyaz ola. Allah seni de, beni de hayırla ıslah ede. Şimdi saklanmanın zamanı mı?

-: Siz doğru okuyorsunuz.

Hulusi Bey: Canım, hiç olmasa doğru değilse yanlışımı çıkar.

-:

اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

Hulusi Bey: Bak düzelttin. Yaa.

-: Burada

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ٭ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِـْلاِنْسَانِ عَدُوًّا مُب۪ينًا

Hulusi Bey:  اِنَّ الشَّيْطَانَ

Hulusi Bey: كَانَ  Oldu

-: كَانَ لِـْلاِنْسَانِ عَدُوًّا مُب۪ينًا

Hulusi Bey: Başka yerde yok mu dersin? Başka yerde عَدُوًّا مُب۪ينًا

-: Yasin-i Şerifte de var.

Hulusi Bey: Vallahi bilmem. Sana kaç defa dedim, böyle boş yüzünü karıştırmadansa sakal bırak.

-:

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓى اٰدَمَ اَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ

-:

Hulusi Bey: Allah geçmişinize rahmet etsin.

-: Sure-i Yusuf’ta da var, efendim.

Hulusi Bey: Hı, onu da bul, onu da bul. Ya buraya niye geldik? Allah kelamı, peygamber kelamı duymaya. Onun hakikatli tefsirinden haberdar olmaya. Değil mi Kemalettin Efendi? Buraya bi işaret edelim değil mi Bekir Bey?

-: Efendim.

اِنَّ الشَّيْطَانَ لِـْلاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

Sure-i Yusuf.

اِنَّ الشَّيْطَانَ لِـْلاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

Hulusi Bey: Benim hafızlığım da o kadar. Namazda okusaydım yine fesada gitmezdi çünkü İmam-ı Ebu Yusuf kavlince Kur’anda misli varsa namaz fesada gitmez. Peki, Allah hepinizden razı olsun.

-:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hazreti Osman (R.A.)’ın bir ayeti tefsir etti:

Duvarın mı, duanın mı?

-: Duvarın altında.

Hulusi Bey: Duvarın altında onların ikisine. Şu şeyde Sure-i Kef’te. Sure-i kef te değil mi?

وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ

-:

لِغُلاَمَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِى الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحًۚا

Hulusi Bey:

وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ

-:

لِغُلاَمَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِى الْمَد۪ينَةِ

Hulusi Bey:

لِغُلاَمَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِى الْمَد۪ينَةِ

-:

وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا

Hulusi Bey:

وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحًۚا

-: Duvarın altında onların ikisine bir hazine vardır. Ve babaları Salih idi mealindeki ayet-i kerimeyi şöyle tefsir ediyor.

Hulusi Bey:

وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحًۚا فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَۗا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪ىۜ ذٰلِكَ تَاْو۪يلُ مَالَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًۜا۟

Başını salladığına göre doğru

 Ve amma ol doğrulttuğum duvar, şehirde, -Asrem ve Serim namında- iki yetim çocukların idi ve ol duvarın altında onların hazinesi vardı idi ve onların babaları -Kâşih namında- Salih kimse idi. -Bu Kâşih, ol yetimlerin yedinci karın cedleriydi;- onun salâhı sebebiyle bu yetimler bu vecihle muhafaza olundular. Rabbın Teâlâ onların akıl ve rüşdü kemâl-i kuvvete bâliğ olub ol hazineyi Rabbin inayetiyle çıkarmalarını murad itti ki, yıkılub gayrısı almasın deyû doğrulttum. Ben bunu kendi re’yimle itmedim, belki Allahü Teâlâ’nın emriyle işledim. İşbu sana haber verdiklerim, senin inkâr ettiklerin mevaddın te’villeridir ki, sen anlarda sabr etmeye kadir olmadın’ ila ahir.

Bize lazım olan kısmı, şimdi bakalım Hazret-i Osmân (R.A.), وَاَمَّا الْجِدَارُ nasıl tefsir ediyor. Buyur.

-:  “Hazine, üzerine yedi satır yazılmış altundan bir levha idi.”

Hulusi Bey: Şimdi bak şu tefsir ne diyor? Mevakib Tefsiri

-: Birinci satıra: “Ölümü bildiği hâlde gülene ve dünyanın fâni olup ona rağbet edene şaşarım” yazılı.

Hulusi Bey: Bir daha. Şimdi esas ne varmış altında? Altundan bir levha varmış. Onun üzerinde kaç satır varmış? Yedi satır mı beş satır mı?

-: Yedi satır.

Hulusi Bey: Yedi satırlık yazı varmış. Birinci satırında ne varmış?

-: “Ölümü bildiği hâlde gülene ve dünyanın fâni olup ona rağbet edene şaşarım” yazılı.

Hulusi Bey: Ölümü bildiği hâlde

-: Gülene.

Hulusi Bey: Öleceğini bildiği hâlde gülüyor. Dünyanın fâni olduğunu bildiği hâlde

-: rağbet edene şaşarım

Hulusi Bey: Ona da meyl edene. Varsa dünya, yoksa dünya!

-: Efendim bu gülme nasıl olacak?

Hulusi Bey: Gülme, meleklerin güldürmesi gibi olmayacak.

-: İkinci satıra: Her şeyin kader ile olduğunu bildiği halde bir işin

Hulusi Bey: Şimdi dur, sana izah edeyim. Hem sen hepsini latifeye verme. Şimdi ölüm hâlinde bir zâtın, gördün ki yüzünde bir tebessüm belirdi, hafîf bir sesle de “Elhamdü lillâh” dedi. Ne anlarsın? Nasıl tevil, tefsir edersin o zâtın vaziyetini?

-: Müjdeli

Hulusi Bey: Demek ki, onun gözünden perde kalktı, en ince şeyleri de hatırladı gördü. Onun üzerine “Elhamdü lillâh” dedi, bir tebessüm etti.

O kahkahayla gülmek kalbi ne yapar? Peygamber Efendimizin (A.S.M) bir hadisidir oda: “Kahkahayla gülmek kalbi öldürür.

-: ve yurisül fakre

Hulusi Bey: Nasıl?

-: ve yurisil fakre.

-: Her şeyin kader ile olduğunu bildiği halde bir işin

Hulusi Bey: Şimdi şeyi kaybetmeyelim. Bu tefsir, bu küçük tefsîrin sahibi der ki: “O duvarın altında hazineden murad, bir altun levha vardı. Onda da yedi satır yazı vardı.” Levhanın altun oluşunu ihmâl etmeyelim. Çünkü o altun bir hazinedir. Fakat içindeki sözler de, bir hazine değerinde kıymetli sözlerdir.

Şimdi birincisi neydi?

-: “Ölümü bildiği hâlde gülene ve dünyanın fâni olup ona rağbet edene şaşarım.

Hulusi Bey: Bir güzel vecize bir söz. Bakıyorum okur-yazar. Yahu kardeşim fırsat fırsat bu fırsattır. Hatırdan gider, hoşunuza gittiyse yazın. Yarın burada bulunmayan bir dostunuzu görüştüğünüz zaman da, “E nasılsın, daha daha nasılsın?” diye soracağına. Akşam böyle bir şey okundu, böyle bir şey geçti. Allah size kalem vermiş, yazı yazmayı öğretmiş. Hem bütün iyi şeyler kimdendir? İyilikler, Allah’tan değil mi? Öyleyse sen akşam derste yoktun, bak bu güzel söz aklına yatarsa, sen de yaz, ben yazdım. Risâle-i Nur şakirtlerinin vazifesi neşirdir. Duyduklarını, hoşlarına giden dersleri özetleyerek hulâsa edip din kardeşlerine duyurmakla talebeliğin hakkını yerine getirmekle olur. Ve illâ başı sallamakla olmaz Hoca Efendi.

-: Efendim, tekrar etsin yazalım.

Hulusi Bey: Lüften, çok minnetdâr edersin Hoca Efendi.

Hem öyle derim, hem böyle. Üstâd ile bir yerde mülâkat edeceğiz. Ben biraz geç kaldım. Boynumu uzattım bir tokat vursun diye, vurmadı. Şimdi bu da bana boynunu uzatıyor ki, ben tokat vurayım. Yok.

-: İkinci satırda: “Kaza ve kadere imanı olduğu halde gam çekene, rızık Allah’tan olduğunu bildiği halde zahmet çekene şaşarım.” Yazılı.

Üçüncü satırda: “Kıyamet gününde hesaba çekileceğine inandığı halde, vaktini gafletle geçirene şaşarım.”

Dördüncü satırda:

Ateşi bilir günah işleyene şaşarım.

Hulusi Bey: Dördüncü satırı yazdık mı?

Hulusi Bey: Beşinci satıra geçiyoruz. “Cenab-ı Allah’ı tanıyıp başkasını yâd edene şaşarım.

Cenab-ı Hakkı tanıyıp başkasını yâd edene

Bu memleketin, bu dünyânın, âhiretin tek bir Sahibi, tek bir mâliki olduğunu biliyor da, yine başkasını seviyor.

Hulusi Bey: Altıncı satıra geçiyoruz. Altıncı satır desene nene lazım senin. Buraya yazmışlar bari söyle hepsi bulunsun.

Altıncı satırda da şöyle yazılı: “Yakinen Cennet’e iman edip, dünya ile ferahlanana şaşarım.

Yakinen Cennet’e inanıyor da,

-: İman edip dünyaya

Hulusi Bey: Ferahlanan

-: Dünyada mı dünyaya mı?

Hulusi Bey: Dünya ile ferahlanana. Yakinen Cennet’e iman edip. Cennet var mı? Oradaki güzellikler, saadetler dille tarîf edilebilir mi? Oradaki güzellikleri nasıl anlayacağız? Yani oradaki güzellikler; “Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutur etmiş” tarzda Cenab-ı Hakk’ın mükâfat edeceği, has kullarına mükâfat edeceği, bir mükâfat yeridir.

 Yedinci satırı da söyleyelim de dersimize geçelim: “Şeytanın düşman olduğunu bilerek ona itaat eden kimseye şaşarım.

-:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ى لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًۜا اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

٭صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ٭

Hulusi Bey: Buranın tefsirini bulalım.

-:  وَمِنَ النَّاسِ İla ahiril ayet.

Nastan bazıları efsane ve malayani kelamı satarlar, ta ki ilimsiz ve bürhansız nas’ı sebilullahtan ve Kur’an istimaından men edeler.

Hulusi Bey: Yok şimdi ayını çatlattığına diyeceğim yok.

-: Men edeler. Ve Ayatullahı istihza edeler. Onlar için zelil edici azab vardır. Denildi ki; Bu ayet-i kerime Nadr bin Haris hakkında nazil oldu ki, o Fas tarafına gitmiş ve anda İsfendiyâr Rüstem kıssalarını almıştı. Kureyşin cemiyetinde onları söyleyip ve cemiyeti firkate edip deridi ki Muhammed

Hulusi Bey: Cemiyeti ne edip? Ferihte edip.

-: Ferihte edip der idi ki, Muhammed, Ad, Semud kıssasını söylerse ben size İsfendiyâr u Rüstem hikâyelerini söylerim demekle Kureyş

PDF Dosyasını okumak için tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 28) 28. MEKTUP 6.VE 7. MESELE DERS-3 başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.