93) OTUZUNCU LEM’ANIN BEŞİNCİ NÜKTESİ/BİRİNCİ REMİZ: DERS – 1

ADAD

Hulusi Bey

OTUZUNCU LEM’ANIN BEŞİNCİ NÜKTESİ/BİRİNCİ REMİZ: DERS – 1

 -: Onun için perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya dest-i kudret-i Rabbaniyeden çıktığını

 (Lem’alar Shf: 330)

Hulusi Bey: Hayat.

-: Aşikâre göstermek için, sair eşya gibi zahirî esbabı hayattaki tasarrufat-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesna mahluktur.

-: Perdesiz vasıtasız diyor. Efendim!

Hulusi Bey: Anlat, anlat.

-: Perdesiz vasıtasız diyor.

-: Hafız Efendi izah et.

-: İzah etti işte anlamadın mı baba?

Hulusi Bey: Bir daha oku. Bak, bak havale ederim ha.

-: Gayet açık söylüyor, ben anladım diyor, anlatayım isterseniz.

-: Onun için perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya dest-i kudret-i Rabbaniyeden çıktığını aşikâre göstermek için, sair eşya gibi zahirî esbabı hayattaki tasarrufat-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesna mahlûktur.

Hulusi Bey: Hayat, yine hayattır, ha. Diğer, diğer şeyler nedir? Diğer şey ne? Diğer şeyler gibi tasarrufa vasıta olan şeyler nedir? Biz başında dedik ki: İster camid olsun, isterse hayatlı olsun, isterse latif olsun melaike gibi. Değil mi? İsterse insan gibi, hayvan gibi şuurlu, insan gibi şuurlu, hem hayatlı, hem şuurlu. Şuuru da tekemmül etmiş bir vaziyette olsun. Bunlar hakkında, bunların hepsi için hayatları var deriz. Hepsi hayatlıdır. Camid de, nebat da, hayvan da melaike de insan da hepsinin hayatları var. Fazla olarak hayvanların şuuru var, insanlarında mükemmel şuurları var. Şimdi başka eşya ne kaldı? Hayat bu ne bilim. Bunu anlayamadım hoca işidir. Buyur hoca efendi! Nusret hoca! Bak bir daha okutuyorum bir daha. Anladığımı değil de, anlamak istediğimi yine söyleyeceğim. Bir şey henüz vücudda değil. İster zerre, ister küre. İster arş, ister ferş. Daha vücudda değil âdemde. Onun hakkında hayat düşünülebilinir  mi? Eski hocalar kusura bakmayın. Eski hocalar vaaza başladıkları zaman hamd-ü senayı “Bizleri ketm-i âdemden sahray-ı vücuda getiren, ketm-i âdemden sahray-ı vücuda getiren Mevla’yı Müteala, hamd-ı şifas” der, ondan sonra derslerine başlarlar. Şimdi iki vaziyet var, bir şey vücuda gelmemiş.  Vücuda gelmeden onun için bir varlık düşünülür mü?

-: Düşünülmez.

Hulusi Bey: Bir vücud düşünülebilir mi?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Yok. Onun için bir ademden, ama bir şey için âdem, vücud. Vücuda gelmeden bir şey. Bunu vücuda getirecek bir vücud-u vacib lazım mı değil mi?

-: Lazım.

-: Lazım.

Hulusi Bey: Yani vücudla âdem ortasında herhangi bir şeyi ketm-i ademden sahray-ı vücuda getirecek bir Vacib-ul vücud lazımdır. Öyle ise çok şeyler var, vücuda gelecek şeyler. Onu vücuda getirecek zat ona hangi vücudu, hangi libası giydirecekse bunu tayin etmekte yine ona aittir. Bunun için bazı tabirleri var Üstad’ın. Yani bir şey ki ademle vücud arasında duruyor, herhalde onun vücudunu isteyecek bir zat lazım. Onu vücuddan, vücuda getirecek yahut ademde kalacak. Bir müreccih lazım ki onu ademe gitmekten kurtarsın vücuda getirsin. Bilmiyorum Üstadın tabirlerinden derme, çatma topladığıma göre. Şimdi o hayata gelende artık hayatın şeyi yok. Yani şu veya bu ihtimali yok, orada gölge yok. Aşikâr iş. Diğer şeyler henüz vücud libası giymeyen bizler için meçhul olan şeyler.  Meçhul olan şeyleri bir hüküm vermenin imkânı yok. O bizim daire-i ilmimizin haricindedir. Daire-i ilmimizin haricinde. Şimdi اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabı üzerinde dururken Üstad  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ Biz öyle zan ederdik ki  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ Cenab-ı Hak ervahı halk etti, cem etti, huzuruna aldı  اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ dedi. Onlarda قَالُوا بَلٰىۚۛ dediler. Fakat okuduğumuz derslerden mühim bir şey çıkardık. Diyor ki ebedler tarafında olan zerrat da Halıkın bu اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabını duydu. Ebedler tarafında daha cismani bir vücudu yok. Bir cisme girmemiş. Ebedler tarafından yine o hitaba قَالُوا بَلٰىۚۛ  dendi. Daha belki bundan dünyanın ömrü varsa birkaç yüz sene veya birkaç bin sene sonra gelecek, bir vücud libası giyecek ya bir insan ya bir hayvan, ya sair vücudlular arasına girecek nebat gibi, ağaç gibi şeyler. Fakat onlar da bu sesi duydular mı, yani bu şeyi اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabını duydular, fakat henüz vücud libasını giymemiş. Şimdi bu gün daha yeni bir çocuk dünyaya gelmiş, o zamanı gelecek ki evlenecek. O evlilik neticesi olarak ondan bir çocuk dünyaya gelecek erkek olacak, kız olacak, meçhul. Şimdi daha yok orta yerde ha. Çocuk daha yeni dünyaya geldi. Bunun ruhu denilirse acaba اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ hitabına cevap verdi mi?

-: Verdi. Vermiştir.

Hulusi Bey: Ne zaman? Ruhtur bu, şeyde değil, cisimde değil.

-: Cenab-ı Hakkın hitabı alem-i ervaha oluyor.

Hulusi Bey: Alem-i ervahta tecezzi var mı?

-: Hayır.

Hulusi Bey: وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ى diyor. Kendi ruhumdan nefh ettim. Keyfiyetini biliyor muyuz ruhun?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Ama feylesoflarımız var, profesörlerimiz var, ruhiyat alimleri varmış. Ama

وَيَسْئَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ى وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلاَّ قَل۪يلاً

Bu meseleye geldi mi, benim anladığım yani vücud meselesi, vücud, hayat zaten aynı demektir. Birisi diriliktir, birisi varlıktır. Var olacak şey, var olacak şey var eden onu var eder. Daha var olmamış bir şey için kim diye bilir ki? Bizim bu memleketin çocukluk eyyamında bazı hikayeleri vardır benim hatırımda. Fakat işin mecrasını değiştirmek, sizi derine gitmekten kurtarmak için o hikâyeden de söyleyeceğim. Toprak destileri var ya. Safi köylü kızları, köyün çeşmesine destilerini alıp gidiyorlar. Bir tanesi gidiyor bakıyor ki o pınarın önü göl gibi olmuş. Oda orda bir şeye kapılıyor. Diyor “Ben yakında evleneceğim. Muhtemelen bir oğlum olacak. Adını da Selman koyacağım. O oğlum biraz büyüyecek tıpış tıpış gelecek buraya. Burada ayağı kayacak, Bu suya düşecek. Burda boğulacak.” Destiyi biri birine vurup, oraya düşüp bayılıyor. Şimdi onun bu şeysi diğerleri köylü kızlar onlar da geliyorlar macerayı anlıyorlar. Hepsi biri birine o da diyor “Benim de Hasan’ım, öteki de diyor benim Alim, benim Velim, benim Fatmam” onların hepsi orda başlıyorlar ağlaşmaya. Şimdi daha orta yerde bir şey yok. Suyu görmeden paçaları sıvadı, çemirlendi. Daha ne evlendin, ne çocuğun oldu, ne Selman’ın oldu, ne Fatma’n oldu, ne de oraya geldi, oraya düştü öldü. Yani bunlar, bir latifeyi söylüyorum ki şimdi vücuda gelmeyen, hayata ermeyenler için. Fakat ilmi ilahide var onlar. Biliyor muyuz, ilmi ilahiden vukufun var mı?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Ha. İlerde ne olacak? On sene sonra ne olacak? Ha şu memleketin bizim bildiğimiz devirdeki bugünkü vaziyetini, bizim gördüğümüz şekli, bugün bizi uzağa götürüp getirseler tanıyamayız. Nerde kaldı o simalar. Sonra bir gün Necmeddin’in dükkânın da oturuyorum, Kars’tan biri gelmiş. Kars’tan ve Sarıkamış’tan sordum tanıdıklarımı. Hangisini sordumsa “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” gitmişler. Nereye gittiler? Ama bu şeyler oluyor. Bu değişikler oluyor. Evet, Hayy ismi hayatlıları istediği gibi Mümit ismi de ölenlerin vücudunu istiyor. Demek ki bu memlekette tasarrufat da olur, tebeddülat da olur. Esma-i İlahiyyenin tecellisi devam ettiği müddetçe bu tasarrufat, bu tahavvülat, bu tebeddülat, bu tahayyürat devam eder mi? Eder. Mademki Allah var, mülkünde dilediği gibi tasarrufa da kadirdir. Öyle ise esmasının tecellisi ile çeşitli şeyler olur. Şimdi hayat, hayat onun yani bir profesörün bileceği bir şey değildir. Hayat, manevi midir, maddi midir?

-: Manevi.

Hulusi Bey: Yani ruh gibi, ruh gibi. Hayatında mahiyetini bilmiyoruz. Fakat mahiyetini bize çok güzel şey ediyor. Tesiri ile gösteriyor. Ölü ile diriyi fark ettiren nedir?

-: Hayat

Hulusi Bey: Hayattır. Yemek, yemek iştihasını veren yahut yemek yemeyecek vaziyette bulunan şeyi tefrik eder mi? Birisi yiyor, söylemesi var, bir şeyi sorarsak cık demiyor, bilmesi var. Bütün bunları bilen, bilmeye vesile olan o kimsenin hayatlı olması mümkündür. Bir ağacın da hayatı var mı?

-: Var.

Hulusi Bey: Hayatının olmadığını ne zaman anlarız?

-: Kuruduğu zaman.

Hulusi Bey: Şimdi bizim memleketimiz kış memleketi. Herkesin de, kendisinde, sokağında, bahçesinde ağacı var. Şimdi ağacın dalını kessen su damlar mı?

-: Yok damlamaz. Hayır.

Hulusi Bey: Ağaca suyun yürümesi zamanı var. Hayatlı olduğunu o zaman bilirsin. Bekledin, mesela asmalara suyun yürümesi herkesin bildiği şeydir. Budanır, bilmem ne olur, damlarlarla iner. Bir zaman gelir ki budadın amma suyu çıkmadı. Bekledin, bekledin nihayet şurayı keseyim, burayı keseyim dedin. Ufağını kestin, büyüğünü kestin baktın ki hiçbir yerinden su çıkmıyor. Bu asma için ne buyurursun?

-: Kuru olmuş.

Hulusi Bey: Ölmüş? Vah, vah. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” onda da tasarruf ediyor demek öyle mi? Mülkünde tasarruf ederse senin asman müstesna mıdır?

-: Haşa

Hulusi Bey: Dilediğine hayat nimetine nail eder. Dilemediğine hayatı vermez. Vücudu da olmaz. Velhasıl bir hayat mevzubahistir. Hayatta bu hassalar vardır. Anlayabildiğimize şükredelim ki diğerlerini de bize kendisi öğretsin.

-: Efendim! Cemadatı hayatın dışında tutuyor burda.

Hulusi Bey: Cemadatın da kendine göre hayatı var. Onun için ikindi dersinde bulundun. Canab-ı Hak şu alem sarayında kaç cins ameli istihdam ediyor?

-: Dört çeşit.

Hulusi Bey: Dört. Birisi Melaike. Diğeri?

-: Cemadat, nebatat

Hulusi Bey: Cemadat, nebatat oldu iki. Üçüncüsü?

-: Hayvanat.

Hulusi Bey: Hayvanat. Dördüncüsü?

-: İnsan.

Hulusi Bey: İnsanat. İnsanı at.

-: Efendim! Burada cemadatı katı cisimler diye.

 Hulusi Bey: Ne?

-:Cemadatı katı cisimler diye.

Hulusi Bey: Katı?

-: Evet. O şekilde alıyor. Hayatı dirilik olarak alıyor.

Hulusi Bey: Hayat diriliktir evet. O katı cisminde hayatı var mı?

-: Kendisine mahsus.

Hulusi Bey: Var, var. Onunda kendine göre. Ama şimdi eline alsan balyozu, çekici vursan ağlar mı?

-: Hayır.

Hulusi Bey: Ama Asa-yı Musa gibi olsa, sende Musa olsan, kayaya asanla vursan o zaman ağlıyor, niye?

-: Onun dilinden o anlıyor, biz anlamıyoruz.

Hulusi Bey: Onun dilinden o anlamıyor değil. Onun peygamberliğini deniyorlar. Sen peygamber isen ha bu taştan suyu çıkar. Çıkarmadı mı?

-: Çıkardı.

Hulusi Bey: Ne yaptı?

-: Asasını vurdu su fışkırdı

Hulusi Bey: فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ

Peki, Firavun ordusu ile İsrail kavmini takip ediyor. Geldiler Kızıl denizin kenarına. Firavun geliyor arkadan. Ya Musa geliyor.

فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ

Dağlar gibi yükseldi, ordan nedi o, İsrail. Yani Hazreti Musa’nın kavmi ordan girdiler. Fakat durmadılar yine orda da ha orda da yine dediler: Ya Musa birbirimizi göremiyoruz, canımız sıkıldı. Onun için Cenab-ı Hak parça parça etti aralarından şey yaptı. Bazı tüneller var ya pencereler açılmış. Bazı tünellerde vardır. Uzun tünellerde pencereler açılmıştır böyle. Orda da Cenab-ı Hak onların dediklerini yaptı. Öyle arsız kavim de az gelir ha. Fesubhanallah. Birbirilerini görecek gibi şey açtı öyle gittiler. Denizi öyle geçtiler. Ee firavun geldi işi anladı. Baktı ki deniz kabarmış onun arkasından gidiyor cesaret edemedi ama Cebrail Aleyhisselam bir kısrağa binmiş böyle on tarafta bikere ne kadar çekiyorsa Firavun ki de aygır, o da dinlemedi sahibini de beraber aldı götürdü. Fesübhanallah. Bir kavmin heyet-i umumiyesini ne yaptı?

-:  ثُمَّ اَغْرَقْنَا اْلاٰخَر۪ينَۜ

Hulusi Bey: Hepsini

-: Helak etti

Hulusi Bey: Sende aynen orda da bulunmuş gibi söylüyorsun yani.

-:  وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ

Hulusi Bey: Yalnız Musa ile ondan beraber olanlara necat verdi, fakat Firavun’ un

-:  اَغْرَقْنَا اْلاٰخَر۪ينَۜ

Hulusi Bey: Ne kadar memnun oluyor görüyor musun?

-: Elhamdulillah

Hulusi Bey: Muhtaç olduğumuz şeyler geliyor. Her sınıf mahlukatın erzakı vagonlar halinde geliyor, gönderiliyor yani. Onu gönderen de O.

-: Rezzak ismi işte orada o sebepler üzerinde tecelli ediyor. Hayy ismi bu sebepleri vasıta ediyor. Sebepler çıkıyor aradan.

Hulusi Bey: Şimdi bunlar, bu sofraların kurulması hayatlar için, hayatlılar için. Hayatlılar için değil mi?

-: Evet.

Hulusi Bey: Yani şu dört sınıfın dışarısında hayatlı bilmiyoruz. Zaten melaikenin de bu yemeleri içmeleri var mı? Öyle ise o üç sınıf ameleden melaike sınıfını başka surete ayıracağız. Onların vazifeleri var.  Cenab-ı Hak onları ne için halk etmiş?

-:  كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙ٭ يَعْلَمُونَ مَاتَفْعَلُونَ٭

Hulusi Bey: كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙ٭ يَعْلَمُونَ مَاتَفْعَلُونَ٭ Orda değil. Şimdi Cenab-ı Hak melaikeleri nasıl yaratmış?

-: Nurdan yaratmış.

Hulusi Bey: Nurdan yaratmış, ayeti oku yahu.

غِلاَظٌ شِدَادٌ لاَ يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

PDF Dosyasını İndirmek İçin Tıklayınız!

Bir önceki yazımız olan 92) YİRMİBİRİNCİ LEM’A İHLAS HAKKINDA (EHEMMİYETLİ) DERS - 3 başlıklı makalemizde ihlas hakkında ve yirmibirinci lem'a hakkında bilgiler verilmektedir.